Prof. Dr. Naci Bostancı, Hz. Nuh (as) zamanındaki tufanla ilgili TRT’de yayınlanan Öteki Gündem programındaki ifadeler üzerine twitter hesabından açıklama yaptı.
Bostancı, “Hz. Nuh ve Tufan anlatısını bilimkurgu esaslı bir senaryoya çeviren muhayyile dinle değil sinemayla ilgilidir” dedi.
Bu “zamandışı” tarzın medyada “durum” doğurarak dikkat çekme bağlamında anlaşılabileceğini belirten Bostancı “Din üzerine konuşan herkesi daha baştan bir ön yargı ile “dini bilginin anlatıcısı” olarak görmeyelim. Alana ilişkin bilgi kadar, dile getirilen ile getirilenin bağımlı olduğu sosyolojiyi dikkate alalım” ifadelerini kullandı.
Din adına değil, din üzerine konuşulduğu unutulmamalı
Bostancı, medya ve din ilişkisiyle ilgili olarak da şunları yazdı:
“Medya ve kutsalın iç içe geçtiği alanlarda ‘aklı, bilgiyi, dikkati, vurguyu, muhakemeyi, veriyi’ kutsal yerine medyanın formatına yapan, onu önceleyen, asıl çerçeveyi ona gören oluşturulan anlatı, utanç verici ölçüde problemlidir. Dini alanda konuşan, sosyolojiyi, tarihsel kategorileri, bilme biçimlerini, anlatı saiklerini bir eleştirel mesafe olarak gözetmeli, din adına değil sadece din üzerine konuştuğunu unutmamalı. ‘Din adına konuşan’ kaçınılmaz zayıflığını kutsalı kalkan yaparak kovmaya, din üzerine konuşan ise eleştirilerle hakikaten olgunlaşmasına aracılık etmenin onurunu temsil etmeye çalışır.”
Televizyon Dilindeki İslam
Prof. Dr. Naci Bostancı’nın “Televizyon Dilindeki İslam” adlı eseri, İslam ve medya konusunda Türkiye’de yayınlanan ilk kitaplardan biri.
Bostancı kitabındaki “Daha Çok Teoloji Değil Daha Çok Sosyoloji” bölümünde, İslam’ın nihayetinde “insan”a seslendiğinden bahisle, sosyolojinin önemsenmesi gerektiğini ifade ediyor. Din adına konuşmanın yüksek bir hassasiyet gerektirdiğini kaydeden Bostancı şöyle devam ediyor:
“Din adına konuşmak şüphesiz son derece yüksek bir hassasiyet gerektirir. İslam üzerine söz söylerken ya da yazarken, doğru ve yanlış alanları (bir kaygı olarak) ayırt eden hayali bir hattın zihinlerde sürekli canlı tutulduğu söylenebilir. Bu endişe, alenileşmiş ve meşruiyet kazanmış bir dini yoruma, ya da Thomas Kuhn’a atıfla paradigmaya eklemlenme rahatlığının tercih edilmesine neden olabilmektedir.” “Din başlığı altındaki alan namına ifade edilenler her ne olursa olsun, son tahlilde onları anlamlandıran, pratiğe taşıyan ve belli içsel süreçlerle yaşantılayan insandır. O yüzden “yaşayan, dinin faili olan insan” üzerine dikkat çekmek amacıyla hayli abartılı bir şekilde şunu söylemek mümkündür: “Din adına konuşurken, eğer konuşanlar, hatadan yani tarihsellikten münezzeh kutsal kişiler değilse, hem konuşan hem de üzerine konuşulan kendi tarihsel hikayesini teoloji bağlamına taşıyor demektir” Yani, son tahlilde, İslam adına yapılanlar ve konuşulanlar, teolojinin bir fonksiyonu olarak ortaya çıkanlar değildir; aksine onların kühnüne varabilmemiz, işin teolojik yanıyla birlikte ancak öncelikle sosyolojik hikayesine ilişkin hiyeroglifi okumamızdan geçmektedir.”
“Televizyon Dilindeki İslam” kitabıyla ilgili değerlendirme yazısı için lütfen tıklayınız.
Bostancı, “Hz. Nuh ve Tufan anlatısını bilimkurgu esaslı bir senaryoya çeviren muhayyile dinle değil sinemayla ilgilidir” dedi.
Bu “zamandışı” tarzın medyada “durum” doğurarak dikkat çekme bağlamında anlaşılabileceğini belirten Bostancı “Din üzerine konuşan herkesi daha baştan bir ön yargı ile “dini bilginin anlatıcısı” olarak görmeyelim. Alana ilişkin bilgi kadar, dile getirilen ile getirilenin bağımlı olduğu sosyolojiyi dikkate alalım” ifadelerini kullandı.
Din adına değil, din üzerine konuşulduğu unutulmamalı
Bostancı, medya ve din ilişkisiyle ilgili olarak da şunları yazdı:
“Medya ve kutsalın iç içe geçtiği alanlarda ‘aklı, bilgiyi, dikkati, vurguyu, muhakemeyi, veriyi’ kutsal yerine medyanın formatına yapan, onu önceleyen, asıl çerçeveyi ona gören oluşturulan anlatı, utanç verici ölçüde problemlidir. Dini alanda konuşan, sosyolojiyi, tarihsel kategorileri, bilme biçimlerini, anlatı saiklerini bir eleştirel mesafe olarak gözetmeli, din adına değil sadece din üzerine konuştuğunu unutmamalı. ‘Din adına konuşan’ kaçınılmaz zayıflığını kutsalı kalkan yaparak kovmaya, din üzerine konuşan ise eleştirilerle hakikaten olgunlaşmasına aracılık etmenin onurunu temsil etmeye çalışır.”
Televizyon Dilindeki İslam
Prof. Dr. Naci Bostancı’nın “Televizyon Dilindeki İslam” adlı eseri, İslam ve medya konusunda Türkiye’de yayınlanan ilk kitaplardan biri.
Bostancı kitabındaki “Daha Çok Teoloji Değil Daha Çok Sosyoloji” bölümünde, İslam’ın nihayetinde “insan”a seslendiğinden bahisle, sosyolojinin önemsenmesi gerektiğini ifade ediyor. Din adına konuşmanın yüksek bir hassasiyet gerektirdiğini kaydeden Bostancı şöyle devam ediyor:
“Din adına konuşmak şüphesiz son derece yüksek bir hassasiyet gerektirir. İslam üzerine söz söylerken ya da yazarken, doğru ve yanlış alanları (bir kaygı olarak) ayırt eden hayali bir hattın zihinlerde sürekli canlı tutulduğu söylenebilir. Bu endişe, alenileşmiş ve meşruiyet kazanmış bir dini yoruma, ya da Thomas Kuhn’a atıfla paradigmaya eklemlenme rahatlığının tercih edilmesine neden olabilmektedir.” “Din başlığı altındaki alan namına ifade edilenler her ne olursa olsun, son tahlilde onları anlamlandıran, pratiğe taşıyan ve belli içsel süreçlerle yaşantılayan insandır. O yüzden “yaşayan, dinin faili olan insan” üzerine dikkat çekmek amacıyla hayli abartılı bir şekilde şunu söylemek mümkündür: “Din adına konuşurken, eğer konuşanlar, hatadan yani tarihsellikten münezzeh kutsal kişiler değilse, hem konuşan hem de üzerine konuşulan kendi tarihsel hikayesini teoloji bağlamına taşıyor demektir” Yani, son tahlilde, İslam adına yapılanlar ve konuşulanlar, teolojinin bir fonksiyonu olarak ortaya çıkanlar değildir; aksine onların kühnüne varabilmemiz, işin teolojik yanıyla birlikte ancak öncelikle sosyolojik hikayesine ilişkin hiyeroglifi okumamızdan geçmektedir.”
“Televizyon Dilindeki İslam” kitabıyla ilgili değerlendirme yazısı için lütfen tıklayınız.