TRT 2’de yayınlanan Mahya programında, Türk sinemasında ve televizyon dizilerinde ramazanın temsili konuşuldu. Sunuculuğunu Ahmet Murat Özel’in yaptığı programa Dr. Öğretim Üyesi mesut bostan konuk oldu.
Televizyon dizileri ve sinema filmlerinde ramazanın temsilinin 2000’li yıllardan itibaren yoğunluk kazandığına temas eden Mesut Bostan televizyon dizilerinin hayatın ritmini tutması gerektiğini hatırlattı. Ramazan ayının dizilerde daha çok kültürel yönleriyle öne çıktığını belirten Bostan şunları söyledi:
“Ramazan ve orucun bir şekilde sinemada televizyonda temsil edilmeye başlanması yoğunluklu olarak 2000 sonrası diziler üzerinden gerçekleşmeye başladı. Türk sineması ile Türk dizileri arasında bir tür süreklilik ilişkisi olduğunu ben de söylerim. Böyle genel bir kanaat var. Bunların iki ayrı mecra olduğunu da göz önünde bulundurmak lazım. Sinemada bir film yapıyorsunuz, gösterim takvimi değişebiliyor. Yılın belirli bir dönemine has olmuyor bir film. Diziler bütün bir seneye yayıldığı için o senenin, hayatın ritmini tutmak zorundalar. Bu yüzden Ramazan bir şekilde gündeme giriyor. Özellikle dini bir vurguyla olmasa bile, çok ana akım diyebileceğimiz dizilerde dahi özel olarak 2000’den sonra Ramazan’ın, orucun mevzubahis edildiğini görüyoruz. Bu tabii olumlu bir şey. Aslında dizilerin birazcık kültürel açıdan, gündelik hayatla daha iç içe ve senkronik yapımlar özelliğini gösteriyor. Sinemanın gündelik hayatla ilişkisi o kadar senkronik değil. Sinemada “İftarlık Gazoz” diye bir film var mesela. Yüksel Aksu’nun çok güzel bir filmi. Ramazan’ın, orucun bu kadar bir film boyutunda işlendiği nadir örneklerden biri. O da 2000 sonrası dönemde gerçekleşen bir şey. Ramazan’ın, orucun artık bir kültürün parçası olarak görüldüğü, doğrudan bütün hayatı örgütleyen bir şey veya İslami iddiadan çok daha kültürel bir şey olarak algılanmaya başladığını söyleyebiliriz. Dizilerdeki temsil de bununla ilişkilendirilebilir.”
Bostan, Osmanlı döneminde Ramazan eğlencelerinin yapıldığı günlerde gösterilen sinema filmleriyle ilgili bir anekdotu aktararak “İlk defa Galata’da bir yerde gösterim yapılıyor. Bir sene sonra aynı sinemacı alıyor sinematografını Fatih’te Ramazan eğlencelerinin olduğu, normalde Karagöz gösteriminin olduğu bir kahvede Karagöz perdesine yansıtarak orada film gösterimini yapıyor. Bir Osmanlı münevveri “medeniyetin son icadı, geldi Karagöz sahnesinde fesli şalvarlı adamlar taburelere oturup izliyorlar” diyerek biraz da istihza ile anlatıyor.” şeklinde konuştu.
Sinemada “Mücahede” Trendi
Çağrı filmine geçmiş dönemlerde daha fazla ilgi gösterildiğini anımsatan Bostan, kültürel trendlerin takip edilmesi gerektiğinden söz etti. Bostan, “Çağrı aslında bir mücahede filmi. Doksanlı ve iki binli yıllarda Ramazan aylarında her gün parça parça da yayınlanırdı. Yakın zamanda Çağrı tekrar restore edildi, sinemada gösterime girdi. Gösterim sayıları çok düşüktü. Çağrı gibi bir filmin Türkiye’de, özellikle bizim kuşağın hiçbir şekilde bigane kalamadığı ve aşina olduğu bir filmken bugün artık yeni kuşakların çok da ilgisini çekmeyen bir film haline geldi” dedi. Bostan şöyle devam etti:
“Kültürel trendlere bakmak lazım. Türk sinemasının da modernleşme tarafı olduğu gibi bir mücahede tarafı da var. Çağrı da bu açıdan geleneksel Türk sinemasıyla uyumlu bir film. İslami, dini filmler söz konusu olduğunda daha tasavvufi filmler var. Tabiri caizse artık küçük cihaddan büyük cihada geçmişiz gibi. Daha içsel, daha nefisle mücadele üzerine kurulu anlatılar revaç görüyor. TRT’de Yunus Emre dizisini hatırlıyorum, sağolsunlar her Ramazan bu temada bir dizi hazırlıyorlar."
“Hazretli Filmler, Millî Sinema akımını ortaya çıkaran faktörlerden biridir”
"Hazretli filmlerin altmışlı yetmişli yıllarda örnekleri var. Toplumun bu tür metinlere talebi var. Yapımcının da bu konulara eğilme isteği var muhtemelen. Ama muhtemelen oyunun şartlarını o dönem ki bürokratik zihniyet belirliyor. Mesela o sansür defterlerini Diyanet İşleri üyesinin eleştirdiği, tashihe tabi tuttuğu örnekler de çok. Zaten Türkiye’de yetmişlerde Milli Sinema akımı ortaya çıktı. Onun ortaya çıkmasının sebeplerinden biri de hazretli filmlerdir. Yeni gelen muhafazakar, mütedeyyin, milliyetçi aydınlar bunların Yeşilçamcılar tarafından yanlış yapıldığını düşünüyor. O yüzden “Bunu biz yapmalıyız” diyerek harekete geçiyorlar. Biraz şöyle oluyor, mesela Muhteşem Yüzyıl yapılıyor, daha sonra Diriliş Ertuğrul vb. diziler yapılıyor. Sinema kendisine bırakıldığında halkın talepleri doğrultusunda bunlar da ortaya çıkıyor. Orada tabi devletin, bürokratik zihniyetin ciddi bir sınırlandırması olabilir."