Bilim ve Sanat Vakfı (BİSAV) tarafından İstanbul’da tertip edilen “Televizyon Dizilerinde Dini ve Kültürel Temsiller: Kızılcık Şerbeti, Kızıl Goncalar ve Ömer” başlıklı panelde, dindar ve seküler çatışmasını ya da uzlaşmasını aktaran yapımlar konuşuldu.
Moderatörlüğünü Havva Yılmaz’ın yaptığı ve 2 Mart 2024 Cumartesi günü gerçekleştirilen panelde Nihal Bengisu Karaca ve Zeynep Kevser Şerefoğlu Danış, son dönemlerde sıklıkla tartışılan dizilerle ilgili değerlendirmelerde bulundu.
“Dizilerdeki dindar-seküler ayrımı kutuplaşmaya kısa vadede çare olabilir”
Nihal Bengisu Karaca, söz konusu dizilere yönelik eleştirilere değinerek “Ben dizinin dindarlara bir karşılık verdiğini ya da dindar yaşam tarzını bir tehdit olarak gördüğünü veya karşı olduğunu düşünmedim. Elbette Kur’an kursunda Feyza’nın attığı dayak sahnesi çok gereksiz ve yanlış bir sahneydi. Ama onun dışında beni rahatsız eden bir şey görmedim” dedi.
Türkiye’de muhafazakar-dindar ve laik-seküler ikilemlerini ekrana aktaran dizilerin “insanî” bir yaklaşımı sunabileceğini vurgulayan Karaca, “Kızıl Goncalar, Kızılcık Şerbeti muhafakar-dindar ve laik-seküler ayrımlarını belirginleştiren ve insanların ortasına böyle tabakta sergilermişçesine net bir şekilde koyan diziler, kutuplaşmaya kısa vadede çare bile olabilir” diye konuştu.
Karaca sunumuna, dizi hakkında sosyal medyada yapılan olumsuz paylaşımlara da temas ederek “Bunun daha çok din üzerinden kurulmuş küçük iktidar alanlarına, cemaat kavramı ve anlayışı, tasavvuf denilerek bir şekilde müessese haline getirilmiş tarikat yapılarındaki kendi dükalıklarının tehlikeye girdiğini düşünen hatiplerin, vaizlerin köpürtmesi olduğunu düşünüyorum” şeklinde devam etti.
Dizinin devamına dair bir kefil olma durumunun olmadığının altını çizen Karaca “Çünkü senaryo yazımı ve Türk televizyonlarındaki dizilerin kendi çıkmazları var. O çıkmazlardan çıkmak için meseleyi gevşetip cıvıklaştırabilirler. O zaman biz de sesimizi çıkartırız. Ama gerçekçilik dokunuşu açısından bence çok özel bir dizi” dedi.
Karaca şöyle devam etti:
“Mesela Birgül karakteri var. O Birgül karakteri Kızıl Goncalar’daki "goncalar" ifadesinin tamamlayıcısı. Goncalar birbiriyle temas eder hale gelecek, konuşacak ya da büyüyecek ve bir gül olacaklar. Oradaki maksat aslında dizinin aslında dindarları hedef almadığını, orada Birgül karakterinin idealizasyonu üzerinden bize başka bir şey söylenmeye çalışıldığını düşündürüyor. Çok gerçekçi çizilmiş. Bir kadın kendi onuruna, haysiyetine sahip çıkmak ve aynı zamanda dindar kalma arzusunu da devam ettirmek istiyorsa tarikattan çıkıp barda şarkıcı olmaz. Böyle diziler de gördük, böyle saçma sapan senaryolar hikayeler de okuduk “tarikattan kopuyorum, tamamen seküler bir yaşama giriyorum çünkü tarikattan sıkıldım.” Gerçek hayatta böyle olmuyor. Bir dindar insanlar oluyor, o mütedeyyin özellikle kadınlara dair bakış açısından etkilenerek “İslam bu değil” deyip o yapıyı terk ettiklerini görüyorsunuz ama o kadar da uzağa gitmiyorlar. Mesela Birgül karakteri imam hatipte öğretmen. Kendince, kendi benzeri kadınları özgürleştirmek, dindar kadınların sahip oldukları haklara kavuşmasını sağlamak ve izzetli bir yaşam sürmelerinin mümkünlüğü adına bir mücadele veriyor. Normal hayatta tam da böyle oluyor.”
"Diziler, yeni bir gözle, yeniden kendimizi konuşmak için iştiyakımızı tetikledi”
Zeynep Kevser Şerefoğlu Danış da panelde dizileri kendimizle konuşma imkanı ekseninde değerlendirerek şu ifadelere yer verdi:
“Konuşuyoruz ama felsefe ne zaman başlıyor? Kendimiz üzerine düşündüğümüz, düşüncelerimiz üzerine düşündüğümüz zaman başlıyor. Bir özeleştiri mekanizması ancak o zaman işleyebiliyor. Ama ülkede hep sıra gelmiyor nedense. Çünkü “önce şu bitecek, sonra şu bitecek” şeklinde kategorik bakıyoruz. Hakikaten çok realist bir tablo mu her şeyin sükuna erdiği ve “hadi bakalım her şey çok güzel ülkede, artık gelin kendimizi konuşalım, ulus inşa sürecindeki dine bakışı konuşalım, merdiven altı inanç mekanizmasını konuşalım, seksenlerdeki ve bugünlerdeki tarikatları konuşalım” gibi şeyler olmayacak. Tarih anlayışımız çok kategorik. İnsanlar savaşırken bir şekilde aileler yürüyordu, gece yataklarına da giriyorlardı, eğleniyorlardı. Ama böyle görmedik bu ayrı bir şey. Bir hocamız “Bu edebiyatçılar neden hep Tanpınar konuşuyorlar, adamın eser sayısı belli neden hep o konuşuluyor” derdi. Aslında Tanpınar konuşmuyoruz, kendimizi konuşuyoruz. Çünkü bu hesaplaşmaları henüz tam olarak konuşmadık, yapmadık ve her birimiz yeni bir gözle, yeniden kendimizi konuşmak için bir iştiyak duyuyoruz ve bunu tetikleyen şeylerden biri de bu diziler oldu. Açıkçası birazcık kendimizi konuşabilme imkanının ya da kendimize başka bir açıdan ekranda bakabilme imkanını ucunu gördük ve ne olursa olsun önemli bir başlangıç olduğunu düşünüyorum. Kızılcık Şerbeti ve Kızıl Goncalar kendi aralarında bir silsile ve sıralama yaptılar mı, bizi gerçekten stratejik olarak bunu konuşmaya bu kadar hazırladılar mı bundan emin değilim.”