“Kültürel iktidar” kavramının siyasal, ekonomik, toplumsal boyutları bulunuyor. Peki, bu boyutlardan hangisi daha baskın? İslamî camianın ya da muhafazakarların kültürel iktidara yaklaşımı nasıl? Bu konuları Ercan Yıldırım’a[1] sorduk.
İslamvemedya.com: Kültürel iktidarı nasıl tanımlarsınız? Siyasal iktidar mıdır, ekonomik iktidar mıdır, yerelde mi etkindir, yoksa küreselleşmeyle ilişkili midir?
Ercan Yıldırım: Bunları birbirinden ayırmıyorum hiç… Çünkü ekonomi, siyaset, kültür, hukuk, eğitim birbirini tamamlıyor.
Ben kültür meselelerine de iktisadi cepheden bakanlardanım. Ülkenin, milletin iktisadı ne kadar güçlüyse zaten siyasal ve kültürel iktidarı da o derece kavidir. Hukuktan bilime ve eğitime kadar sağlam bir düzen de kurulmuştur. Bunların hepsi “kaynak ayırma” ile ilgili. Medeniyet dediğimiz mefhum ve hakikat de büyük oranda iktisada bağlı. İslam’ın önce Ortadoğu’ya sonra tüm kıtalara yayılışıyla, zenginleşmeyle mimariden medreselerin teşekkülüne, ilmi gelişmelere dek medeniyet, “İslam medeniyeti” teşekkül etmiştir. Aynı şekilde merkantilizm, Amerika’nın keşfi, Hindistan’a ulaşma, sömürgecilik ve büyük altın ve gümüş kaynaklarının Avrupa’ya akışıyla Aydınlanma, Protestanlık, Modernite, Sanayi Devrimi, modern bilim, kapitalizm gelişmiştir. Modern Batı medeniyetinin inşası, bu zenginleşmeye bağlı yeni iktisadi düzen yeni devletler, yeni siyasal alan, hukuk, eğitim ve kültürün şekillenmesiyle gerçekleşmiştir.
“Kültürel iktidar, ‘gönüllü rıza’dır.”
Modern bilim, teknik ve teknoloji aynı zamanda kavramları belirleme, çalışma düzeni tesisi, yeni ekonomi yasaları, hukuk düzeni, matbuat hatta yeni insan ve toplum demektir. Gündelik hayatın inşası, kutsalların belirlenmesi, eski kutsalların ve geleneklerin taşlanması, yeni inançlar, ideolojiler, yeni müzikler, yeni sanat, yeni dil ve yeni zihin dünyası birbirini tetikleyerek oluşmuştur. kültürel iktidar bu anlamda siyasi-iktisadi-hukuki iktidar demektir, merkezin belirlediği kanaatlere “gönüllü rıza”dır.
Özellikle 1970’lerden sonra kültür tüm sahalar gibi küreselleşti. Küresel kültür Tanzanya’dan Japonya’ya, Türkiye’ye kadar yayıldı. Paranın girdiği, imkanların arttığı ülkeler bu küresel kültürü içselleştirdi, 1980 sonrası Türkiye gibi… Bizim insanımızın yaşam tarzı, beklentileri, dünyevi olana talebi Batıdan az olmadığı kadar ileri. Yeni bir haber vardı, bir süpürge markasının çıkardığı saç düzleştiricisi Türkiye’ye gelir gelmez bitmiş! Mutfakta “her şeyi” hızlıca pişiren alet herkesin evine bir anda giriverdi. Kültür ve kültürel iktidar benim tanımımda ve muhafazakarların anlamadığı şekilde sadece okuma, yazma, şiir dinleme gibi etkinlik değil, eşyaya, kavramlara, gündelik hayata sahip olma, haram-helal kıstaslarını unutturabilmedir!
Muhafazakâr kesim, küresel kültürün ürettiği kültürü takip ediyor
İslamvemedya.com: “…Kapitalizm, “sahip olma” dürtüsünü, herkesleştirerek ve insan var oluşunun merkezine yerleştirerek Müslüman benliğini de dönüştürür” cümlenizle örtüşüyor bunlar. Peki buradan hareketle, Türkiye’de İslamî camianın medya sahipliği, benliğini nasıl etkilemiştir?
Ercan Yıldırım: Olumlu da olumsuz da etkilememiştir… nötr… koca bir boşluk. İslami medya diye bir mefhum ve gerçek de kalmadı. Medyanın dörtte üçüne sahip muhafazakar kesim küresel kültürün ürettiği kültürü kendi sahipliğinde izleyip uyguluyor, o kadar. Fark sadece aparata sahip olmak. Ne kültüre sahip olabildi Müslümanlar ne eski hassasiyetlerini koruyabildi, ortada koca bir yenilgi ve yanılgı var.
İslamvemedya.com: Bir kazanım sağlanmadı mı?
Ercan Yıldırım: Kazanım yalnızca laik-Kemalist-ulusalcıların din düşmanlıklarına karşı daha fazla kalkan kullanabilme, daha iyi kamuoyu oluşturabilme. Fakat yine eğer siyasi iktidar etkisi olmasa o konuda da güçlüler, sahne sanatçıları, sinemacılar kamuoyu oluşturmada muhafazakar medyanın kat kat üstünde! Medyaya, siyasi güce sahiplik aynı zamanda konformizmi, ilgisizliği, lakaytlığı doğurmuştur. Bunların yoksunluğunu çekerken daha çok üreten, düşünen, eyleyen bir camia iken güç ve imkanlarla uyuşturan statükoculuğa, tembelliğe, kazanımlardan pay kapma yarışında heder olan bir kütleye dönüştük.
İslamvemedya.com: Medyadan daha özel bir alana televizyona gelmek istiyoruz. Kültürel iktidarı, Türkiye’deki televizyonlar üzerinden değerlendirirseniz, neler söylemek istersiniz?
Ercan Yıldırım: Televizyonlar ve genel medya mantığında bakıldığında kültürel iktidar sadece egemenlik ve siyasi hegemonya tesisiyle var. Yani gerektiğinde bir dizideki sahneleri engelleyebilme, hakaret ve küfür edenleri kamuoyu oluşturup kolluk güçlerinin ilgisine sunabilme… Bu derece sığ kültürel iktidar pozisyonu şu an.
Cari statükoya alternatif, Türkiye’nin önünü açacak bir düzen tesisi için gerekli iktisadi, hukuki, eğitime dair alternatif teklifleri gelmiyor, üretilemiyor, bunu dert edinen de yok. Müslüman kimliğimle varım… diyebilmek kâfi şu an. İyi de Müslüman kimliğinle seküler-laik paradigmayı taşıyorsun… Müslümanın misyonu, vazifesi kendi değerlerinden, İslam’ın temel umdelerinden bir gündelik hayat, kamu mekanizması inşa etmek değil mi?
Türkiye’nin temel sorunu İslami hassasiyet sahiplerinin bile, var mı böyle bir gerçek sorgulanır, temel kaynaklarımız üzerinden bize özgü bir dünyayı kurma, yaşama ve yaşatma iştiyakının bulunmaması!
Son dönemlerde İslamî semboller, değerler ya da söylemlerin rahatsızlık uyandıracak şekilde kullanıldığı ve tepkiyle karşılanan diziler yayınlanıyor. Bu dizilerin, kültürel iktidara yönelik yapımlar olduğu söylenebilir mi?
Ercan Yıldırım: Eskiden başörtülüler dizilerde hep hizmet eden pozisyonundaydı yeni dizilerde patroniçe! Fakat belki de gerçekten böyle olduğu içindir, bu başörtülü patroniçelerin İslami kimliği sıradan laiklerin de yaptığı bazı ritüeller, kavramlar, niyazlardan ibaret.
Dizilerdeki aileler ve başörtülü tipler banal muhafazakarlar. Hepsi sorunlu, laik yaşam tarzıyla girdiği çatışmada yenilen, ilk fırsatta inancından, giyim tarzından cayan tipler. Hepsinin ailesi, özellikle yemek masaları kavgalı, ihtilaflı, hesaplaşmalı. Halbuki yüzbinlerce aile, milyonlarca Müslüman Türkiye’de İslami kimliğiyle şahsi-ailevî-toplum yaşamını normal ölçülerde yaşıyor.
Kendini “İslami manada, millet ve ümmet için daha fazla ne yapabilirim” diye sorgulayanlar bu dizilerde yok. Yeni dizilerdekilerin işi gücü, aklı fikri seküler yaşam tarzına nasıl intibak edebileceğine yönelik. Gerçekten bu çelişkiyi yaşayanlar yok mu… elbette var fazlasıyla. Fakat ana damarı oluşturmuyor, sapma!
Açıkçası sahiden bir kültürel iktidar olsa bu yapımlara müsaade etmez. İktidara da oy veren, milyonlarca aile bu dizilerde anlatılmıyor, temsil edilmiyor. Bu ailelerin gerçekçi sorunları, aile sıcaklığı, dayanışması, aile kavramının kendi içindeki dönüşümü yok. Entrika, kumpas, fantezi, cinsel sapkınlıklar, bol tüketim ve şaşaa ile ancak küresel kültürün değirmenine su taşınır.
[1] Yazar.
"Medya ve Din: Bir Kültürel İktidar Meselesi" dosyasındaki diğer metinler için tıklayınız.