İslamveihsan.com’dan Abdullah Güner’in sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Çamdereli, medya, din ve popüler kültür bağlamında görüşlerini paylaştı.
O mülakattan öne çıkan başlıklar
“Din, medyatik ortama taşınıyor ve popülerleşiyor”
Din, bu noktada artık medyatik bir şekilde araçsallaşıyor; deyim yerindeyse, sıradanlaşıyor. Medyadaki din, “din ve İslam” perspektifinde durması gerekirken, doğal hayatta durması gereken konumundan uzaklaşıyor ve medyatik bir konuma taşınıyor. Medyatik konumdaki din de popülerleşiyor ve kendi içinde yeni bir görünümle ortaya çıkıyor.
“Medyanın kuralları, dinin kurullarına galebe çalıyor”
Medya ve din ilişkilerinde, dinin kendine özgü kurallarının ve sınırlarının bulunduğunu düşünecek olursak; dinin kuralları ve sınırları ile medyanın kuralları ve sınırlarının çakışmayacağını, tersine çatışabileceğini pekâlâ öngörmemiz mümkündür. Medya bu konuda patronajlı bir sisteme sahip olduğundan, doğal olarak dinin kurallarının ötesinde egemenin kurallarını üreten bir konumda olacaktır. Medyanın kuralları, araçsallaştırılmış olduğundan dinin kurallarına elbette galebe çalacaktır.
“Medyatik kölelik”
Medyatik kulluk, bizim, medyatik söylemin kitleler üzerindeki baskısını tarif etmek amacıyla kullandığımız “söylem düşkünü” kavramına karşılık gelir. Söylem düşkünü derken, medyanın üretmiş olduğu söylemin dışında hareket edemeyecek, o söylemin sınırları içinde mahpus, medyatik söylemin ürettiği değerleri içselleştirmiş bir sadık izleyiciden, içselleştirmek zorunda bırakılan bir sadık izleyici kitlesinden söz ediyoruzdur. Gazete, internet ve diğer araçlar açısından baktığımızda ise aynı sadâkati bu okuyucu ve kullanıcılarda da görmek mümkün. Elimizdeki mobil araçlardan, bildik konvansiyonel medyaya dek her bir mecra ile temasımız vazgeçilmezlik üzerine kuruludur. Sabah gazeteyi okumadan yola çıkmayan, radyodan ilk haberleri almadan işine koyulmayan insanlar bugün sosyal medyada ne olup bittiğine bakmadan güne başlamayan insanlara dönüşmüş durumda. Dolayısıyla dönüşen medyatik yapıya rağmen, medyanın sâdık izleyicileri, dinleyicileri ve okuyucuları olan medyatik insanların, bugün, aslında tutumlarını dönüştürmeden aynı kuralları takip ettiklerini düşünebiliriz. Yani aslında dönüşen pek de bir şey yok, yalnızca sadakatteki doz, sadakatteki oransal yükseliş hariç.
Bu sadâkati, sadakatimizdeki bu yükselişi pekâlâ kulluk perspektifinde düşünebiliriz. Ancak kulluk derken de kavramın hakkını fazla veriyor olabiliriz. Medyatik kölelik çok daha doğru bir deyim olacaktır belki kulluk yerine. Çünkü medya sadece hitap ettikleriyle yaşar, hitap ettiklerine yaşama imkânı verir, deyim yerindeyse, onsuz yapamayanlara hayat verir. Kulluk, gönüllü olarak ifa edileceği için burada rıza üretilmemiş bir kulluktan söz edilebilir. Rıza üretilmemişse kul olunmaz, köle olunur. Öyleyse medyatik kölelik şeklinde bunu tashih etmek kulluktan daha doğru bir perspektiftir.
“Medyatik tarz, tebliğ midir?”
Medya, her şeyin ortada olduğu bir yer. Tüm sosyal ortam ve alanlarda eğer din varsa -ki vardır- onun da uyarıcıları, anlatıcıları vardır. Bu anlatma, duyurma, uyarma işlevine islami perspektifte “tebliğ” deniyor. Tebliğ eden, tebliğini, kelamullahtan mülhem, anlatacaklarını “mübelliğ” olarak, yani beliğ olarak, salt anlatıcı olarak değil de fasih, belirgin, düzgün olarak ama mutlaka güzel olarak ifa eder. Bunu yaparken, beliğ, belagatli, nefis, bedii, yani güzel tarzı içselleştirmiştir. “Medyatik tarz beliğ midir, bedii midir? Medyatik tarzda ortaya çıkan tebliğ söylemleri, uyarıcı vaazlar bedii midir ya da beliğ midir yoksa medyatik ya da pragmatist midir? Tebliğin göstereceği doğru yolu gösterici midir yahut doğru yol umurunda değil midir? Medyanın ekonomi düzeninin isterleri sıradan bir mübelliği medyatik vaiz ya da dini ikon haline dönüştürür mü?” gibi bir dizi soru ve soruların çevrelediği kavramlar üzerine düşünmek hocaların duacı, fetvacı, eğlendirici gibi kimliklerini betimleyecek, medyatik temsillerini, bizim açıklamalarımıza hacet duyulmadan, kendiliğinden ifade edecektir.
“Dini haberler muhabiri”
Örneğin, adliye muhabirliği sisteminde nasıl ki hukuktan anlaması gereken bir gazeteci söz konusu ise nasıl ki sağlık ile ilgili bir takım haberler yaparken sağlıktan anlayan bir gazeteci görevlendiriliyorsa, pekâlâ bir din haberi yapan gazetecinin de bu konulardan anlayan gazetecilerden oluşması medyatik samimiyetin bir göstergesi olacaktır. Olması gereken de budur. Özellikle sinemamızda gördüğümüz çok basit bir namaz kılma sahnesindeki aksaklıklar bile medyanın din bilgisizliğine bir örnektir. Hatta ve hatta bugün “muhafazakâr” diye bilinen bir Türkiye’den bahsediliyor ama tuhaf bir biçimde, muhafazakâr karakterlere yer verilen televizyon dizilerinde bile bir yönetmen/aktör sorumsuzluğunu görülüyor. “Ezan sesi duyuluyor ya makamının önemi yok; namaz kılan “iyi adam” görülüyor ya zararı yok, namazda ellerini bağlamayı bilmesin” denebilir mi? Yanıta başlarken söylediğimi bir cümle ile toparlayayım; samimiyetle öğrenme ve öğretme talebinin zaman içinde her kurum, kişi ve kuruluşta gelişmesini beklemek gerekecektir. Bu bir ahlak sorunudur, istenmezse olmaz, istenirse kural gerekmez, kendiliğinden olur, fark edilmez bile.
Mülakatları kaynağından okumak için lütfen tıklayınız.