TV'lerin Ramazan programları her geçen gün daha fazla eleştirilir oldu. Eleştiriler daha çok programların hep aynı format, aynı dekor, aynı konu ve konuklar etrafında "kotarıldığı" etrafında yoğunlaşıyor. El hak doğrudur. Şunca yıllık özel televizyonculuk geçmişi olan Türkiye'de Ramazana ilişkin programların belli kalıpların dışına çıkamaması elbette bir sorundur. Bu sorunu irdelediğimizde diğer tüm sorunlarımızda olduğu gibi karşımıza tembellik, ucuzculuk, kolaycılık ve hepsinden önemlisi de "ilgisizlik" çıkıyor.
Ama daha düne kadar dine ve dindara en şaşı bakan televizyonların bile esen rüzgârlar nedeniyle artık reytingi en fazla olan hocayı ekranlarına çıkarabilmek için birbiriyle yarıştığı da yadsınamaz bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Bir yönüyle çok olumlu sayabileceğimiz bu gelişme, çok da samimi olmayan bu ilgi ve ondan mütevellit ucuza kapatma anlayışı nedeniyle yaratıcılıktan uzak basmakalıp formatların yıllar yılı tekrar edilmesine neden oluyor.
Bu eleştirileri sıralamakla birlikte bu program bereketini her şeye rağmen "Ramazanın hiç görülmediği" yıllara nazaran fevkalade önemli bulduğumu da söylemeliyim.
Uzun yıllar yurtdışında, gayrimüslim bir ülkede yaşadım. Oralara hüznüyle gelirdi Ramazan. Ramazan paylaşmaktı, evet. Ve paylaşılan sadece iftar sofraları, fitre ve zekâttan ibaret değildir. Oruç da paylaşılır. Ramazanı asıl güzel kılan da orucu paylaşmaktır. Açlığı, sabrı, iftarı, sahuru paylaşmak. Herkesin sizinle aynı dakikalarda yemek yiyip aynı saatler boyunca aç ve susuz kaldığını bilmek, Ramazanı Ramazan eder. Hiç kimsenin orucunuzu paylaşmadığı bir ülkede tutulan oruç, hüzünlü, buruk bir oruçtur. Oralarda, kalbiniz uzaklara kilitli, Ramazan coşkusunun doyasıya yaşandığı ülkenizin hayaliyle geçer Ramazan. Sahura davulcuyla kalkmayı özlersiniz, gecenin bir yarısında sokaklarında davul çalınan bir ülke büyür hayalinizde, gelir boğazınıza çöreklenir.
Mukabele okunan, yaşayan, yaşanan ve yaşatan büyük camiler düşlersiniz. Kur’an okuyan, okunan Kur’an’ı dinleyen nur yüzlü dedeler. Beklenen vakit yaklaşınca birden hareketlenen caddeler gelir gözünüzün önüne, telaşla evlerine koşuşan insanlar ve sokaklarında uzun uzadıya sofralar kurulan bir memleket ve iftar sevinciyle aydınlanan yüzler.
Sonra orucunuzu önce bir top sesi belki ve ardından gelen telaşlı bir ezan sesiyle açabilmenin ayrıcalığından uzak kalmak büker belinizi. Böylesi bir ülkede ne açlık ne de susuzluktur derdiniz. Gurbette Ramazan, yalnızca yemekten içmekten kesilmek değil, memleketten de uzak kalmayı zorunlu kılar.
Ramazanın atmosferinden uzak bir yerde zordur oruç tutmak. Sılada herkes ekmeği ve suyu beklerken siz Ramazanın gelmesini beklersiniz, bir ay boyunca. Oruçlu ekmek ve su ile iftar ederken sizin iftarınız memlekete kavuşunca başlar. Onun için gurbet, her gün tutulan bir oruçtur. Gurbette Ramazanı kovalamak, yakalamak ve hep daha fazla hissetmektir yalnızca istediğiniz. Bir ay boyunca Ramazanın peşinden koşar, koşar, koşarsınız. Ramazanı hissedebilmek ve yaşayabilmek için televizyona, memleketle bağınızı sağlayan yegâne aletin kumandasına uzanır eliniz. Ramazanın oraya da gelmediğini bir kez daha görür ve bir kez daha hayal kırıklığına uğrarsınız. İşte bunun için önemlidir TV’de Ramazan.