Tüketim ve insan. Günümüzde artık biri olmadan diğeri anlamsız. Jean Baudrillard, “Tüketim Toplumu” kitabında tüketimi, “Tüketim etkin ve toplumsal bir davranıştır, bir zorlama, bir ahlak ve bir kurumdur. Tüketim tam olarak bir toplumsal değerler sistemi, bu terimin grup bütünleşmesi ve toplumsal denetim işlevi olarak içerimlediği bir toplumsal değerler sistemidir” olarak tanımlamıştır.
Tüketim ve insan ilişkisi kaçınılamaz elbette. Burada yanlış olan şeyse tüketimin kendisidir. Nasıl tükettiğimizdir, ne kadar tükettiğimizdir. Ne kadarla doyduğumuzdur…
Tüketim alışkanlıklarımız ile tükettiklerimizi ihtiyaçlarımıza göre biz mi oluşturuyoruz? Yoksa bu isteklerimiz ve alışkanlıklarımız kitle iletişim araçlarının yönlendirmesiyle mi oluşturuluyor?
Günümüz iletişim/etkileşim ortamlarında her şey adeta, insanı tüketim çılgını haline dönüştürmek için tasarlanmış. Bu durum öyle bir hal almış ki, psikologların derdine derman olamadığı insanın sıkıntılarını gidermesinin yolu ise “tüketerek rahatlamak” olmuştur.
Bu algı yönetimi ile literatüre de yeni bir cümle kazandırdılar “Rahatlamak için alışveriş yapmam lazım”. Bu tüketme düşüncesi hayatımızı çok fazla kuşatmış durumda. Yaşam alanlarımızı bitirmek üzereyiz, örneğin evimizi o kadar eşyaya boğup yaşam alanımızı o kadar daraltıyoruz ki uzanıp rahatlayacak yer bulamıyoruz ya da aldığımız bunca eşyanın kölesi durumuna düşerek sürekli bir temizleme ve yer değiştirme ile vaktimizi ve kaynaklarımızı tüketiyoruz.
Ayrıca bunu daha da ileri götürerek ciddi bir kaynak israfına dönüştürüyoruz. İki ya da üç yılda yenilenen ev dekorasyonu; yılın modasına uygun renkler seçerek koltuklara uygun halı, halıya uygun perde, duvar kağıdı ya da televizyon eskidi, yenisi çıkmış hem de dokunmatikmiş internete de bağlanabiliyormuş… Bunlar böyle uzayıp gidiyor.
Herhalde kendimizden memnun değiliz ki evlerdeki iç dekorasyon artık çığırından çıkma noktasına geldi de geçiyor. Burada değinmemiz gereken kavramlardan biride moda olmalı. Moda alt sınıf ile üst sınıfın birbirinden ayırmak için çıkartılmış yeni düzenin orta saha oyuncusu. İhtiyacı olmayana dahi ihtiyacıymış gibi göstererek satma sanatı. Moda sevgisi ve moda tutkusu insanları, emperyalizmin mal alıp satma aracına dönüştürdü.
Moda ve giyim sektörü; her mevsimde yeni kreasyonlar olarak gösterir kendini. Değişim rüzgârları eser her tarafta, yılları ve mevsimleri de modaya uyarladık ve inandık artık ki, ilkbahar-yaz kreasyonu, sonbahar-kış kreasyonu olmadan mevsimlerinde bir anlamı olmuyor. Yılın modeli, yılın rengi, yılın kazağı, yılın kabanı bu ayakkabı çok moda, bu ayakkabıya bu çanta, bu ayakkabıya bu kemer…
Devam edip gidiyor. Bu rüzgâra kapılmayan yok. Buna özel programlar da yaptık. Her gün televizyonlarda yayınlanıyor. Dışarıda çalışan insan tehlikede değil artık, evde oturup böyle programlara maruz kalan tehlikede.
“Tüketim ve insan arasındaki ilişki eşittir mutluluk” anlayışı her zaman tartışılan konulardan biri olmuştur. “Ne kadar çok tüketirsen o kadar çok mutlusun” deyişi mutlu yaşamın bir göstergesi olmuştur. Kitle iletişim araçlarının çocuk yaşta iken izlenilen çizgi filmlerin tüketmeyi aşıladığı ve daha sonra da diğer iletişim kanallarıyla da her dönem uygun tarzda hazırladığı projeler ile bizler gönüllü tüketim makinelerine dönüştürüldük.
Tüketimin bilinçsizce artması stres, obezite ve buna bağlı hastalıklara; aile ve sosyal ilişkilerin bozulması, yalnızlaşmaya ve ötekileştirmeye, gereksiz borçlanmalara, ekosistemin bozulmasına neden olmaktadır. Her şeyi maddede arayan modern insan, kendi iç huzurunu kaybederek hem toplumsal sorunlara, hem de ekolojik dengeyi bozarak çevre problemlerine neden oluyor. Suların kirlenmesi ve kaynaklarının kuruması, çölleşme, ormanların yok olması, hava kirliliği, ozon tabakasının delinmesi, küresel ısınma gibi global sorunlara neden olmuştur. Bilgi, erdem ve faziletli insanlara itibar edilirdi. Günümüzde ise bindiğin araba, içtiğin sigara, kullandığın cep telefonu, giyindiğin markalara göre itibar edilir oldu. Nasrettin hocanın dediği gibi “ye kürküm ye”.
Bilginin, edebin, liyakatin, itibar görmez olduğu bir dünya oluşturduk. Bunu oluştururken hayatımızdan bilgiyi, erdemi ve güzellikleri kovduk, tükettik. Bencil olmayana saf dedik, bilgiyi elde etmeye çalışana inek dedik, çalışarak zengin olunmaz çal dedik, her şeyi tüketerek bunu bulaşıcı hale getirdik. İnsan nefsinin ve isteklerinin sınırı yok.
Beden bir giysidir. İçinde yaşadığımız geçici dünyada kalabilmesi için tasarlanmış ruhun üzerine giydirilmiş bir giysi olan bedenin ihtiyaçlarını her zaman karşılıyoruz: Yiyerek içerek ve dinlenerek, peki ruhumuzu ne ile besliyoruz? Ruhun gıdası inanç ve ibadettir. İnanç ve ibadet ile tam doyurulmayan bir ruh ise bedeni/nefsi istekler hâkimiyeti altına girer. Bu, tam tersi bir mekanizmanın yani ruhun nefis ve maddenin sultasına girmesine neden olur.
Nefsin esiri olan insanın yapacağı tek şey haz için kendini, toplumu ve ekosistemi sınırsız bir şekilde tüketmektir. Üretim ve kültür de bu paradoksun sadece bir parçasıdır, yani tüketimi besler ve paradoksal açmazları hayatın her kesitine taşır. Böyle bir yaşamın parçası olmamak için lütfen izlerken okurken ve tüketirken bir kez daha düşünün….?
Tüketim ve insan ilişkisi kaçınılamaz elbette. Burada yanlış olan şeyse tüketimin kendisidir. Nasıl tükettiğimizdir, ne kadar tükettiğimizdir. Ne kadarla doyduğumuzdur…
Tüketim alışkanlıklarımız ile tükettiklerimizi ihtiyaçlarımıza göre biz mi oluşturuyoruz? Yoksa bu isteklerimiz ve alışkanlıklarımız kitle iletişim araçlarının yönlendirmesiyle mi oluşturuluyor?
Günümüz iletişim/etkileşim ortamlarında her şey adeta, insanı tüketim çılgını haline dönüştürmek için tasarlanmış. Bu durum öyle bir hal almış ki, psikologların derdine derman olamadığı insanın sıkıntılarını gidermesinin yolu ise “tüketerek rahatlamak” olmuştur.
Bu algı yönetimi ile literatüre de yeni bir cümle kazandırdılar “Rahatlamak için alışveriş yapmam lazım”. Bu tüketme düşüncesi hayatımızı çok fazla kuşatmış durumda. Yaşam alanlarımızı bitirmek üzereyiz, örneğin evimizi o kadar eşyaya boğup yaşam alanımızı o kadar daraltıyoruz ki uzanıp rahatlayacak yer bulamıyoruz ya da aldığımız bunca eşyanın kölesi durumuna düşerek sürekli bir temizleme ve yer değiştirme ile vaktimizi ve kaynaklarımızı tüketiyoruz.
Ayrıca bunu daha da ileri götürerek ciddi bir kaynak israfına dönüştürüyoruz. İki ya da üç yılda yenilenen ev dekorasyonu; yılın modasına uygun renkler seçerek koltuklara uygun halı, halıya uygun perde, duvar kağıdı ya da televizyon eskidi, yenisi çıkmış hem de dokunmatikmiş internete de bağlanabiliyormuş… Bunlar böyle uzayıp gidiyor.
Herhalde kendimizden memnun değiliz ki evlerdeki iç dekorasyon artık çığırından çıkma noktasına geldi de geçiyor. Burada değinmemiz gereken kavramlardan biride moda olmalı. Moda alt sınıf ile üst sınıfın birbirinden ayırmak için çıkartılmış yeni düzenin orta saha oyuncusu. İhtiyacı olmayana dahi ihtiyacıymış gibi göstererek satma sanatı. Moda sevgisi ve moda tutkusu insanları, emperyalizmin mal alıp satma aracına dönüştürdü.
Moda ve giyim sektörü; her mevsimde yeni kreasyonlar olarak gösterir kendini. Değişim rüzgârları eser her tarafta, yılları ve mevsimleri de modaya uyarladık ve inandık artık ki, ilkbahar-yaz kreasyonu, sonbahar-kış kreasyonu olmadan mevsimlerinde bir anlamı olmuyor. Yılın modeli, yılın rengi, yılın kazağı, yılın kabanı bu ayakkabı çok moda, bu ayakkabıya bu çanta, bu ayakkabıya bu kemer…
Devam edip gidiyor. Bu rüzgâra kapılmayan yok. Buna özel programlar da yaptık. Her gün televizyonlarda yayınlanıyor. Dışarıda çalışan insan tehlikede değil artık, evde oturup böyle programlara maruz kalan tehlikede.
“Tüketim ve insan arasındaki ilişki eşittir mutluluk” anlayışı her zaman tartışılan konulardan biri olmuştur. “Ne kadar çok tüketirsen o kadar çok mutlusun” deyişi mutlu yaşamın bir göstergesi olmuştur. Kitle iletişim araçlarının çocuk yaşta iken izlenilen çizgi filmlerin tüketmeyi aşıladığı ve daha sonra da diğer iletişim kanallarıyla da her dönem uygun tarzda hazırladığı projeler ile bizler gönüllü tüketim makinelerine dönüştürüldük.
Tüketimin bilinçsizce artması stres, obezite ve buna bağlı hastalıklara; aile ve sosyal ilişkilerin bozulması, yalnızlaşmaya ve ötekileştirmeye, gereksiz borçlanmalara, ekosistemin bozulmasına neden olmaktadır. Her şeyi maddede arayan modern insan, kendi iç huzurunu kaybederek hem toplumsal sorunlara, hem de ekolojik dengeyi bozarak çevre problemlerine neden oluyor. Suların kirlenmesi ve kaynaklarının kuruması, çölleşme, ormanların yok olması, hava kirliliği, ozon tabakasının delinmesi, küresel ısınma gibi global sorunlara neden olmuştur. Bilgi, erdem ve faziletli insanlara itibar edilirdi. Günümüzde ise bindiğin araba, içtiğin sigara, kullandığın cep telefonu, giyindiğin markalara göre itibar edilir oldu. Nasrettin hocanın dediği gibi “ye kürküm ye”.
Bilginin, edebin, liyakatin, itibar görmez olduğu bir dünya oluşturduk. Bunu oluştururken hayatımızdan bilgiyi, erdemi ve güzellikleri kovduk, tükettik. Bencil olmayana saf dedik, bilgiyi elde etmeye çalışana inek dedik, çalışarak zengin olunmaz çal dedik, her şeyi tüketerek bunu bulaşıcı hale getirdik. İnsan nefsinin ve isteklerinin sınırı yok.
Beden bir giysidir. İçinde yaşadığımız geçici dünyada kalabilmesi için tasarlanmış ruhun üzerine giydirilmiş bir giysi olan bedenin ihtiyaçlarını her zaman karşılıyoruz: Yiyerek içerek ve dinlenerek, peki ruhumuzu ne ile besliyoruz? Ruhun gıdası inanç ve ibadettir. İnanç ve ibadet ile tam doyurulmayan bir ruh ise bedeni/nefsi istekler hâkimiyeti altına girer. Bu, tam tersi bir mekanizmanın yani ruhun nefis ve maddenin sultasına girmesine neden olur.
Nefsin esiri olan insanın yapacağı tek şey haz için kendini, toplumu ve ekosistemi sınırsız bir şekilde tüketmektir. Üretim ve kültür de bu paradoksun sadece bir parçasıdır, yani tüketimi besler ve paradoksal açmazları hayatın her kesitine taşır. Böyle bir yaşamın parçası olmamak için lütfen izlerken okurken ve tüketirken bir kez daha düşünün….?