Medya siyasal, sosyal, iktisadi, dini, kültürel konuların yansıtıldığı, toplumdan beslenen ve aynı zamanda toplumu yönlendiren bir yapıya sahip. Dini konuların yansıtılma düzeyi ve biçimi de insanların bir konu üzerindeki düşünce biçimini etkileyebiliyor. Ülkemizde dini konuların en sık tartışıldığı dönemlerden biri de 28 Şubat süreci ve bu süreçte medyanın kullandığı dil, üslup, seçilen kelimeler önemli bir alanı oluşturuyor. Medya ve din ekseninde yapılmış araştırmalar ise bu anlamda büyük önem arz ediyor.
Akademik çalışmalar arasında bu anlamda yapılan “28 Şubat Sürecinde Yazılı Basın ve Din” başlıklı tez, detaylı bir analize yer veriyor.
Yaşar İz tarafından yapılan araştırmada, Yeni Şafak ve Hürriyet gazetelerindeki dini kavramlar detaylı bir şekilde analiz edildi. Laiklikten din eğitimine; başörtüsü/türban tartışmalarından tarikatlara; Avrupa Birliği çerçevesinde Türkiye’nin Müslüman kimliğinden İslami sermayeye; Aczmendiler ve Fadime Şahin-Müslüm Gündüz olayından Taksim’e cami yapılması meselesine; Ecyad kalesinin yıkımından lisede namaz olayına kadar pek çok konu araştırmaya dahil edildi.
İz, araştırmanın giriş bölümünde 1997 yılında 28 Şubat MGK’sıyla başlayan süreç içerisinde oldukça hareketli günler yaşandığını ve bu süreç içerisinde din konusunun önemli bir yer teşkil ettiğini belirtti. Yazılı basında dini konuların nasıl yansıdığını tespit etmenin önemli olduğunu kaydeden İz, araştırmanın amacı hakkında şunları yazdı:
“Yazılı basında dini konuların nasıl yansıdığını tespit etmek gerekmektedir”
“Türkiye’de çok uzun zamandır meydana gelen tartışmalarda din, ana bir eksen teşkil etmektedir. Ve pek çok konuyla da ilişkili olarak tartışılmaya devam etmektedir. Toplumun farklı kesimlerinde var olan din algısının ölçülebilmesi, din konusundaki beklentilerin belirlenebilmesi din konusunda ortaya çıkan tartışmaların çözümü için önemli bir aşama olacaktır. Ele aldığımız 28 Şubat sürecinde de din, yine pek çok boyutuyla birlikte ele alınmış ve tartışmaya açılmıştır. Bu çalışmada Din – devlet – siyaset ana ekseninde meydana gelen bu tartışmaların medyada nasıl yankı bulduğunun tespiti ve bu noktada yazılı basının dine yaklaşımının analizi ve dini yayın politikasının belirlenmesi ve çözümlenmesi amaçlanmıştır. Araştırmanın bir diğer amacı da din ekseninde ele alınan bu konuların toplumun farklı kesimlerinde, yazılı basında ve köşe yazarlarında algılanışını, ele alınış biçimini inceleyip bu algı farklılıklarını ortaya koyabilmektir. Yeni Şafak ve Hürriyet Gazetelerinin din hakkında toplumda, yazılı basında ve köşe yazarlarında var olan farklı algılamaları yansıtabileceğini düşünüyoruz.”
“Toplumun nabzını ölçen gazetelerin, din ekseninde ele aldığı haber ve yazıların incelenmesi önemlidir”
“Gazeteler, kitle iletişim araçlarının en önemli bir halkasını oluşturmaktadır. Halkın haber kaynaklarından belki de en önemlisi olarak ifade edebiliriz. Bir ülkede gündemi oluşturan temel haber kaynaklarından biridir. Ülkenin önde gelen kanaat önderlerinin ülke meseleleri hakkında sahip oldukları düşünceleri de yine aynı şekilde gazetelerden okuyabiliriz. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse gazete, toplumun nabzını ölçen oldukça önemli bir kitle iletişim aracıdır. Gazeteler bu yönüyle topluma ayna tuttuğu gibi yapmış olduğu haberlerle ve köşe yazarları aracılığıyla beyan etmiş olduğu fikirlerle de topluma ve ülke politikasına yön de verebilmektedir. Böylesine önemli bir pozisyona sahip olan gazetelerin din ekseninde ele aldığı haberlerin ve yayınlamış olduğu köşe yazılarının incelenmesi, dinin o toplumdaki algılanış tarzını ve gazetelerin dini meseleleri ele alış tarzını öğrenmek açısından büyük önem arz etmektedir.”
Hürriyet’te ‘türban’ Yeni Şafak’ta ‘başörtüsü’…
İncelemeye göre olaylar hakkındaki farklı bakış açısı, dil ve sözcük seçimlerine de yansıdı. Bu durum “türban” ya da “başörtüsü” kelimelerinin seçimlerinde daha da belirginleşti. İz, tezinde bu konuda şunları belirtti: “Kılık kıyafet meselesi de Hürriyet ve Yeni Şafak gazetesi yazarlarının genel olarak en fazla ayrıştıkları bir başka noktadır. İlk olarak, kızların başlarını örttükleri nesneyi adlandırmada derin ayrılıkların olduğu görülmektedir. Hürriyet gazetesi yazarları, ‘türban’ ve ‘başörtüsü’ ayırımına gitmekte ve türbanın ‘siyasal İslam’ın’ bir simgesi olduğunu iddia etmektedir. Başörtüsünü ise Anadolu kadınının başını örttüğü örtü olarak adlandırmaktadır. Ve yazılarına da genel olarak türbanı konu etmektedirler. İstatistiksel olarak da türban ifadesini daha fazla kullandıklarını, çalışmamızdaki grafiklerden görmek mümkün olacaktır.
Yeni Şafak gazetesi yazarları ise ‘türban- başörtüsü’ ayırımına karşı çıkıyorlar ve kızların örttükleri örtünün başörtüsü olduğunu ifade ediyorlar. Kendi yazılarında da ‘başörtüsü’ ifadesini tercih ediyorlar. Hürriyet yazarları, ‘siyasal bir simge’ olduğu için türbanın kamu kurum ve kuruluşlarında yasak olmasını savunmaktadır. Tabi ‘başörtüsü’nü siyasal bir simge olarak görmeseler de ‘başörtüsüyle’ kamu kurum ve kuruluşlarında çalışılmasına ‘anayasaya aykırı olması gerekçesiyle’ yine karşı gelmektedirler. Yeni Şafak gazetesi yazarları ise kamu kurum ve kuruluşlarında uygulanan başörtüsü yasağını özgürlükler açısından değerlendiriyor ve serbest olmasını gerekli görüyorlar. ‘Başörtüsü mağduriyetlerini’ ön plana çıkaran haberleri gündeme taşıyıp bu yönde kamuoyu oluşturmaya gayret gösteriyorlar.
İslam ve terör hakkında neler yazıldı?
“İslam ve terör konusunda da bazı ortak noktalar var olduğu gibi çok derin ayrışmaların olduğu da görülmektedir. Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki her iki gazetenin yazarları da İslam’ın sevgi, barış dini olduğu ve teröre asla destek vermeyeceği konusunda hemfikirler. Fakat, özellikle Türkiye’nin son dönem yakın tarihinde olmuş ve henüz tam olarak aydınlatılamamış olan pek çok siyasi cinayette her iki gazete yazarları genel olarak farklı yaklaşımlar sergilemektedirler. Hürriyet gazetesinin bazı yazarları, Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Hrant Dink vb pek çok cinayeti ele alırken meseleyi ‘teröre altyapı teşkil eden dini oluşumlar, cemaatler, tarikatlar ve tarikat yurtları’ çerçevesinden ele alırken Yeni Şafak gazetesi yazarları ise cinayetleri genel olarak ‘birtakım derin yapılanmalar’ ile izah etmektedirler.”
Farklı dini algıların çatışması…
Dini anlayışları itibariyle Hürriyet ve Yeni Şafak gazetesi yazarlarının farklı özellikler gösterdiği de görülmektedir. Hürriyet yazarları, her fırsatta İslam’a karşı olmadıklarını beyan ettikleri gibi yer yer dindar oldukları yönde de yazılar kaleme almışlardır. Hürriyet yazarları dini, daha ziyade bireysel olarak yaşanılan bir yapıda görmek istiyorlar. Dinin inanç ve ahlak boyutunu, diğer tüm boyutlarının önünde görüyor ve bunların da kalben yaşanabileceğini düşünüyorlar; Yeni Şafak yazarları ise genel olarak dinin hayatın tüm alanlarını dizayn eden, toplumsal yaşamın da merkezinde, inanç, ibadet, ahlak, ukubat ve muamelatıyla bir bütün olarak yaşanabileceğini savunmaktadırlar. Bu manada hiçbir yazarı ‘din düşmanı’ olarak görmek doğru olmayacaktır. Bunun yerine farklı anlayışlara ve sınırlara sahip bir din/dindarlık anlayışının var olduğunu söylemek daha doğru olacaktır. Ve yine aynı şekilde çalışma boyunca ortaya koyulan din konusundaki farklı yaklaşımların da ‘farklı dini algıların çatışması’ olarak sunmak daha doğru olacaktır.
İz tarafından yapılan araştırmada, gazetelerde dini konularda farklı sözcüklerin tercih edildiğini ortaya koydu.
1997 yılı, 28 Şubat müdahalesinin yapıldığı yıldır. Bu yıl içerisinde ‘İslamcı bir tehdit’ algısı çerçevesinde bir siyasal iktidar değişimi yapılmış ve toplumsal alanla ilgili olarak da pek çok değişiklik yapılmıştır. ‘Şeriat’i isteyen ve ‘İmam Hatip Liselerinden’ beslenen ‘dinci/İslamcı’ bir oluşum ‘laikliği’ tehdit etmektedir. Yukarıdaki grafikten, 1997 yılı için bu değerlendirmeyi yapmak mümkün olacaktır. 1997 yılı, şeriat ve irtica söyleminin çokça dile getirildiği bir yıl olmuştur. Ve tartışmalar saygı boyutlarını da aşan bir seviyede sürmüştür ki şeriatçı, gerici, yobaz kelimelerinin de çokça kullanıldığı görülüyor. Laikliğin kullanım oranına bakıldığında Laikliğin tüm konuların merkezinde yer aldığı söylenebilir. Oktay Ekşi, laikliği tehdit altında olduğu yönünde bir değerlendirmeyle ele almıştır. İmam Hatip Liselerin orta kısımları bu yıl içerisinde alınan ‘sekiz yıllık temel eğitim’ yasası çerçevesinde kapatılmış ve İmam Hatip Liseleri yalnızca lise düzeyinde eğitim vermeye başlamıştır. Ayrıca İmam Hatip Liseleri, meslek lisesi statüsüne geçirilmiş ve üniversiteye girişte de alan dışı tercihlerinde puan kırılması sağlanmıştır. Yukarıdaki grafikten de okunacağı üzere İmam Hatip Liseleri, dini çerçevede ele alınan konular çerçevesinde başı çekmiştir. Oktay Ekşi’nin de dahil olduğu Hürriyet gazetesi yazarları, İmam Hatip Liselerini Laiklik için bir tehlike olarak algılamıştır. Başörtüsü- türban konusu ise bu yıl için biraz daha arka planda ele alınmıştır Oktay Ekşi tarafından. Ele aldığı zamanlarda da kamu kurumlarında başörtüsünün yasaklanması görüşünü benimsemiştir ve Türban ile başörtüsü arasında bu yıl içerisinde çok keskin bir ayrım görülmemektedir. Tarikat ifadesinin yalnızca 6 kez kullanılmış olması ise tarikat konusunun az gündemde yer aldığını göstermez. Çünkü ‘Aczmendi’ vb ifadelerle de tarikat konusu işlenmiştir. Bu nedenle tarikat konusu, yıllara oranla değişimi hakkında bilgi verme noktasında önemlidir.
1997 yılında Türk siyaseti ve toplumsal yapısı din üzerine yapılan tartışmalar neticesinde büyük bir değişim yaşanmıştır. Bu yıl içerisinde Yeni Şafak gazetesi başyazarı Ahmet Taşgetiren’in yazılarına baktığımızda dinin ne denli gündemde kaldığı görülebilir. Yukarıdaki tabloya bakıldığında Ahmet Taşgetiren’in yazılarının, Oktay Ekşi’ye nispetle çok daha yoğun dini içeriğe sahip olduğu görülüyor. Fakat din konusunu ele alış tarzındaki genel yaklaşım konusunda Oktay Ekşi’yle tamamen zıt bir tavır sergilemektedir. Ahmet Taşgetiren, Türkiye’de dinin baskı altında olduğu düşüncesiyle hareket etmekte ve ‘şeriat’ gibi bazı kavramlara da farklı bir anlam yüklemektedir. Bu noktada, Oktay Ekşi’nin, ‘Türkiye’de şeriat tehdidi vardır’ düşüncesinden çok daha farklı bir duruş sergilemektedir. Özellikle sekiz yıllık kesintisiz eğitim yasası çerçevesinde ‘İmam hatip’ meselesine ve kamusal alandaki ‘başörtüsü yasağı’ konusunu ciddi şekilde ele almakta ve bu konularda toplumun mağduriyetler yaşadığını düşünmektedir. Ve aynı şekilde toplumun ‘irtica’ gibi sanal korkularla sindirilmeye çalışıldığını da yukarıdaki grafikte görüleceği üzere çokça ele almaktadır. Ahmet Taşgetiren, yukarıda da görüleceği üzere ‘yobaz’ ifadesini hiç kullanmamıştır. Bu noktada saygılı bir üslup benimsediği söylenebilir. Tarikatlar konusunu da zaman zaman gündemine almıştır fakat tarikatları de tehlike kaynağı olarak gören bir bakış açısına sahip değildir. Tanrı- Allah ifadelerindeki istatistiği de hangi ifadeyi tercih ettiğine dair bir tespitte bulunmak amacıyla ele alınmıştır ve Allah ifadesinin, Ahmet Taşgetiren tarafından daha öncelikli olarak tercih edildiği de görülmüştür.
* "28 Şubat, Yazılı Basın ve Din" başlıklı metindeki alıntılar, tez sahibinin izni alınarak yayınlanmıştır.
Akademik çalışmalar arasında bu anlamda yapılan “28 Şubat Sürecinde Yazılı Basın ve Din” başlıklı tez, detaylı bir analize yer veriyor.
Yaşar İz tarafından yapılan araştırmada, Yeni Şafak ve Hürriyet gazetelerindeki dini kavramlar detaylı bir şekilde analiz edildi. Laiklikten din eğitimine; başörtüsü/türban tartışmalarından tarikatlara; Avrupa Birliği çerçevesinde Türkiye’nin Müslüman kimliğinden İslami sermayeye; Aczmendiler ve Fadime Şahin-Müslüm Gündüz olayından Taksim’e cami yapılması meselesine; Ecyad kalesinin yıkımından lisede namaz olayına kadar pek çok konu araştırmaya dahil edildi.
İz, araştırmanın giriş bölümünde 1997 yılında 28 Şubat MGK’sıyla başlayan süreç içerisinde oldukça hareketli günler yaşandığını ve bu süreç içerisinde din konusunun önemli bir yer teşkil ettiğini belirtti. Yazılı basında dini konuların nasıl yansıdığını tespit etmenin önemli olduğunu kaydeden İz, araştırmanın amacı hakkında şunları yazdı:
“Yazılı basında dini konuların nasıl yansıdığını tespit etmek gerekmektedir”
“Türkiye’de çok uzun zamandır meydana gelen tartışmalarda din, ana bir eksen teşkil etmektedir. Ve pek çok konuyla da ilişkili olarak tartışılmaya devam etmektedir. Toplumun farklı kesimlerinde var olan din algısının ölçülebilmesi, din konusundaki beklentilerin belirlenebilmesi din konusunda ortaya çıkan tartışmaların çözümü için önemli bir aşama olacaktır. Ele aldığımız 28 Şubat sürecinde de din, yine pek çok boyutuyla birlikte ele alınmış ve tartışmaya açılmıştır. Bu çalışmada Din – devlet – siyaset ana ekseninde meydana gelen bu tartışmaların medyada nasıl yankı bulduğunun tespiti ve bu noktada yazılı basının dine yaklaşımının analizi ve dini yayın politikasının belirlenmesi ve çözümlenmesi amaçlanmıştır. Araştırmanın bir diğer amacı da din ekseninde ele alınan bu konuların toplumun farklı kesimlerinde, yazılı basında ve köşe yazarlarında algılanışını, ele alınış biçimini inceleyip bu algı farklılıklarını ortaya koyabilmektir. Yeni Şafak ve Hürriyet Gazetelerinin din hakkında toplumda, yazılı basında ve köşe yazarlarında var olan farklı algılamaları yansıtabileceğini düşünüyoruz.”
“Toplumun nabzını ölçen gazetelerin, din ekseninde ele aldığı haber ve yazıların incelenmesi önemlidir”
“Gazeteler, kitle iletişim araçlarının en önemli bir halkasını oluşturmaktadır. Halkın haber kaynaklarından belki de en önemlisi olarak ifade edebiliriz. Bir ülkede gündemi oluşturan temel haber kaynaklarından biridir. Ülkenin önde gelen kanaat önderlerinin ülke meseleleri hakkında sahip oldukları düşünceleri de yine aynı şekilde gazetelerden okuyabiliriz. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse gazete, toplumun nabzını ölçen oldukça önemli bir kitle iletişim aracıdır. Gazeteler bu yönüyle topluma ayna tuttuğu gibi yapmış olduğu haberlerle ve köşe yazarları aracılığıyla beyan etmiş olduğu fikirlerle de topluma ve ülke politikasına yön de verebilmektedir. Böylesine önemli bir pozisyona sahip olan gazetelerin din ekseninde ele aldığı haberlerin ve yayınlamış olduğu köşe yazılarının incelenmesi, dinin o toplumdaki algılanış tarzını ve gazetelerin dini meseleleri ele alış tarzını öğrenmek açısından büyük önem arz etmektedir.”
Hürriyet’te ‘türban’ Yeni Şafak’ta ‘başörtüsü’…
İncelemeye göre olaylar hakkındaki farklı bakış açısı, dil ve sözcük seçimlerine de yansıdı. Bu durum “türban” ya da “başörtüsü” kelimelerinin seçimlerinde daha da belirginleşti. İz, tezinde bu konuda şunları belirtti: “Kılık kıyafet meselesi de Hürriyet ve Yeni Şafak gazetesi yazarlarının genel olarak en fazla ayrıştıkları bir başka noktadır. İlk olarak, kızların başlarını örttükleri nesneyi adlandırmada derin ayrılıkların olduğu görülmektedir. Hürriyet gazetesi yazarları, ‘türban’ ve ‘başörtüsü’ ayırımına gitmekte ve türbanın ‘siyasal İslam’ın’ bir simgesi olduğunu iddia etmektedir. Başörtüsünü ise Anadolu kadınının başını örttüğü örtü olarak adlandırmaktadır. Ve yazılarına da genel olarak türbanı konu etmektedirler. İstatistiksel olarak da türban ifadesini daha fazla kullandıklarını, çalışmamızdaki grafiklerden görmek mümkün olacaktır.
Yeni Şafak gazetesi yazarları ise ‘türban- başörtüsü’ ayırımına karşı çıkıyorlar ve kızların örttükleri örtünün başörtüsü olduğunu ifade ediyorlar. Kendi yazılarında da ‘başörtüsü’ ifadesini tercih ediyorlar. Hürriyet yazarları, ‘siyasal bir simge’ olduğu için türbanın kamu kurum ve kuruluşlarında yasak olmasını savunmaktadır. Tabi ‘başörtüsü’nü siyasal bir simge olarak görmeseler de ‘başörtüsüyle’ kamu kurum ve kuruluşlarında çalışılmasına ‘anayasaya aykırı olması gerekçesiyle’ yine karşı gelmektedirler. Yeni Şafak gazetesi yazarları ise kamu kurum ve kuruluşlarında uygulanan başörtüsü yasağını özgürlükler açısından değerlendiriyor ve serbest olmasını gerekli görüyorlar. ‘Başörtüsü mağduriyetlerini’ ön plana çıkaran haberleri gündeme taşıyıp bu yönde kamuoyu oluşturmaya gayret gösteriyorlar.
İslam ve terör hakkında neler yazıldı?
“İslam ve terör konusunda da bazı ortak noktalar var olduğu gibi çok derin ayrışmaların olduğu da görülmektedir. Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki her iki gazetenin yazarları da İslam’ın sevgi, barış dini olduğu ve teröre asla destek vermeyeceği konusunda hemfikirler. Fakat, özellikle Türkiye’nin son dönem yakın tarihinde olmuş ve henüz tam olarak aydınlatılamamış olan pek çok siyasi cinayette her iki gazete yazarları genel olarak farklı yaklaşımlar sergilemektedirler. Hürriyet gazetesinin bazı yazarları, Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Hrant Dink vb pek çok cinayeti ele alırken meseleyi ‘teröre altyapı teşkil eden dini oluşumlar, cemaatler, tarikatlar ve tarikat yurtları’ çerçevesinden ele alırken Yeni Şafak gazetesi yazarları ise cinayetleri genel olarak ‘birtakım derin yapılanmalar’ ile izah etmektedirler.”
Farklı dini algıların çatışması…
Dini anlayışları itibariyle Hürriyet ve Yeni Şafak gazetesi yazarlarının farklı özellikler gösterdiği de görülmektedir. Hürriyet yazarları, her fırsatta İslam’a karşı olmadıklarını beyan ettikleri gibi yer yer dindar oldukları yönde de yazılar kaleme almışlardır. Hürriyet yazarları dini, daha ziyade bireysel olarak yaşanılan bir yapıda görmek istiyorlar. Dinin inanç ve ahlak boyutunu, diğer tüm boyutlarının önünde görüyor ve bunların da kalben yaşanabileceğini düşünüyorlar; Yeni Şafak yazarları ise genel olarak dinin hayatın tüm alanlarını dizayn eden, toplumsal yaşamın da merkezinde, inanç, ibadet, ahlak, ukubat ve muamelatıyla bir bütün olarak yaşanabileceğini savunmaktadırlar. Bu manada hiçbir yazarı ‘din düşmanı’ olarak görmek doğru olmayacaktır. Bunun yerine farklı anlayışlara ve sınırlara sahip bir din/dindarlık anlayışının var olduğunu söylemek daha doğru olacaktır. Ve yine aynı şekilde çalışma boyunca ortaya koyulan din konusundaki farklı yaklaşımların da ‘farklı dini algıların çatışması’ olarak sunmak daha doğru olacaktır.
İz tarafından yapılan araştırmada, gazetelerde dini konularda farklı sözcüklerin tercih edildiğini ortaya koydu.
1997 yılı, 28 Şubat müdahalesinin yapıldığı yıldır. Bu yıl içerisinde ‘İslamcı bir tehdit’ algısı çerçevesinde bir siyasal iktidar değişimi yapılmış ve toplumsal alanla ilgili olarak da pek çok değişiklik yapılmıştır. ‘Şeriat’i isteyen ve ‘İmam Hatip Liselerinden’ beslenen ‘dinci/İslamcı’ bir oluşum ‘laikliği’ tehdit etmektedir. Yukarıdaki grafikten, 1997 yılı için bu değerlendirmeyi yapmak mümkün olacaktır. 1997 yılı, şeriat ve irtica söyleminin çokça dile getirildiği bir yıl olmuştur. Ve tartışmalar saygı boyutlarını da aşan bir seviyede sürmüştür ki şeriatçı, gerici, yobaz kelimelerinin de çokça kullanıldığı görülüyor. Laikliğin kullanım oranına bakıldığında Laikliğin tüm konuların merkezinde yer aldığı söylenebilir. Oktay Ekşi, laikliği tehdit altında olduğu yönünde bir değerlendirmeyle ele almıştır. İmam Hatip Liselerin orta kısımları bu yıl içerisinde alınan ‘sekiz yıllık temel eğitim’ yasası çerçevesinde kapatılmış ve İmam Hatip Liseleri yalnızca lise düzeyinde eğitim vermeye başlamıştır. Ayrıca İmam Hatip Liseleri, meslek lisesi statüsüne geçirilmiş ve üniversiteye girişte de alan dışı tercihlerinde puan kırılması sağlanmıştır. Yukarıdaki grafikten de okunacağı üzere İmam Hatip Liseleri, dini çerçevede ele alınan konular çerçevesinde başı çekmiştir. Oktay Ekşi’nin de dahil olduğu Hürriyet gazetesi yazarları, İmam Hatip Liselerini Laiklik için bir tehlike olarak algılamıştır. Başörtüsü- türban konusu ise bu yıl için biraz daha arka planda ele alınmıştır Oktay Ekşi tarafından. Ele aldığı zamanlarda da kamu kurumlarında başörtüsünün yasaklanması görüşünü benimsemiştir ve Türban ile başörtüsü arasında bu yıl içerisinde çok keskin bir ayrım görülmemektedir. Tarikat ifadesinin yalnızca 6 kez kullanılmış olması ise tarikat konusunun az gündemde yer aldığını göstermez. Çünkü ‘Aczmendi’ vb ifadelerle de tarikat konusu işlenmiştir. Bu nedenle tarikat konusu, yıllara oranla değişimi hakkında bilgi verme noktasında önemlidir.
1997 yılında Türk siyaseti ve toplumsal yapısı din üzerine yapılan tartışmalar neticesinde büyük bir değişim yaşanmıştır. Bu yıl içerisinde Yeni Şafak gazetesi başyazarı Ahmet Taşgetiren’in yazılarına baktığımızda dinin ne denli gündemde kaldığı görülebilir. Yukarıdaki tabloya bakıldığında Ahmet Taşgetiren’in yazılarının, Oktay Ekşi’ye nispetle çok daha yoğun dini içeriğe sahip olduğu görülüyor. Fakat din konusunu ele alış tarzındaki genel yaklaşım konusunda Oktay Ekşi’yle tamamen zıt bir tavır sergilemektedir. Ahmet Taşgetiren, Türkiye’de dinin baskı altında olduğu düşüncesiyle hareket etmekte ve ‘şeriat’ gibi bazı kavramlara da farklı bir anlam yüklemektedir. Bu noktada, Oktay Ekşi’nin, ‘Türkiye’de şeriat tehdidi vardır’ düşüncesinden çok daha farklı bir duruş sergilemektedir. Özellikle sekiz yıllık kesintisiz eğitim yasası çerçevesinde ‘İmam hatip’ meselesine ve kamusal alandaki ‘başörtüsü yasağı’ konusunu ciddi şekilde ele almakta ve bu konularda toplumun mağduriyetler yaşadığını düşünmektedir. Ve aynı şekilde toplumun ‘irtica’ gibi sanal korkularla sindirilmeye çalışıldığını da yukarıdaki grafikte görüleceği üzere çokça ele almaktadır. Ahmet Taşgetiren, yukarıda da görüleceği üzere ‘yobaz’ ifadesini hiç kullanmamıştır. Bu noktada saygılı bir üslup benimsediği söylenebilir. Tarikatlar konusunu da zaman zaman gündemine almıştır fakat tarikatları de tehlike kaynağı olarak gören bir bakış açısına sahip değildir. Tanrı- Allah ifadelerindeki istatistiği de hangi ifadeyi tercih ettiğine dair bir tespitte bulunmak amacıyla ele alınmıştır ve Allah ifadesinin, Ahmet Taşgetiren tarafından daha öncelikli olarak tercih edildiği de görülmüştür.
* "28 Şubat, Yazılı Basın ve Din" başlıklı metindeki alıntılar, tez sahibinin izni alınarak yayınlanmıştır.