Birbirinden farklı konuların ele alındığı sempozyum, 27-28 Nisan 2017 tarihlerinde Erzurum’da tamamlandı.
Sempozyumda Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. mustafa macit tarafından “Medyada Dinin Temsili ya da Dinin Medyatik Temsilleri” konulu bildiri sunuldu.
Prof. Dr. Macit bildirisinde, dinin medyatik temsilini, bu temsilin kitleler üzerindeki etkisini, televizyondaki popüler dini programların ortak özelliklerini ve izleyicinin seviyesine göre hitap eden bir din anlatımının sonuçlarını anlattı.
Bildiriden öne çıkan bazı konular şöyle:
Dinin medyatik temsilinden ne anlamalıyız?
Eğer temsili, bir gösteren-gösterilen ilişkisi olarak ele alırsak medyada dinin temsilini, medyanın, gerçek dünyadan türeyen ve bu dünyaya paralel özelliği itibariyle dini gerçekliği işaret etmekten başka bir anlamı olmayan, “gerçeğin temsillerini, gösterenlerini” sunması olarak değerlendirebiliriz. Dinin medyatik temsilleri dediğimizde ise gerçek dünyadan bağımsızlaşan tarafı ile medyanın, olandan bir ölçüde bağımsız veya medyaca “olması gereken” din için temsil sunması anlaşılsa gerektir.
“Dinin medyatik temsilinde ideal tipik bir örnek olarak televizyonu ele almak gerekir”
Dinin medyada temsili ya da dinin medyatik temsillerini, günümüzde oldukça çeşitlenmiş medyaların her biri üzerinden konuşmak imkan dahilinde olsa da yaygın ve yoğun kullanılan bir araç olması itibariyle televizyon örneğinde değerlendirmek yerinde olur. Bilindiği üzere televizyon, yeni medyalara oranla artık eski sayılabilir olsa da eskimeyen bir araçtır ki bugün bile o, Türkiye’de ortalama bir evde sabah en erken kalkan kişinin düğmesine basıp açtığı, gece ise en son yatanın kapattığı bu haliyle gündelik hayatın tümüne yayılan yapısı içerisinde etkili bir medya olmaya devam etmektedir.
“Televizyonda dini bir gösterge, dini gerçekliği ne ölçüde temsil eder?”
Televizyon, gerçeğin bir modeli olduğu kadar gerçek dünya ile bağlantımızı, bize düşsel dünya görüntüleri sunarak koparan (telefission) bir şeydir. Televizyonun gerçeğin bir modeli olabilmesi bir temsil; semboller/simgeler dünyası olduğu sürece mümkündür. Bu haliyle orada temsil edilen her ne ise üzerine yüklenen anlamı taşımaya örneğin, dini bir sembol, sadece dini gerçekliği veya anlamları temsil etmeye devam eder. Ne var ki televizyonun aracılık ettiği şey, sadece simgeler yoluyla değil daha çok teknik örgütlenmesi yoluyla kolayca görselleştirilebilir imgelerde okunabilir bir dünya ideolojisidir. İmge, yeniden üretilmiş bir görünümdür ve her imgede bir görme biçimi yatmaktadır. İmgesel herhangi bir temsilin/gösterenin gerçekle ilişkisi kaybolduğu ölçüde izleyicinin de gerçekle ilişiği koparılmış olur. Adorno, İtalya’ya dair bir film örneğinde “Güzel olan, kameranın yeniden ürettiğidir. İzleyicinin filmde gördüğü İtalya değil, İtalya diye bir yerin var olduğunu gösteren görüntülerdir.” derken böyle bir gerçeğe işaret ediyor olsa gerektir. Bu görüntüleri seyredenlerin tecrübe ettiği şey gerçek İtalya değil, yapım teknikleri aracılığıyla üretilmiş imgesel, imgesel olduğu ölçüde “sözde İtalya” ’dır.
“Çağrı filminde İslam, film ve ikon lehine kaybolmuş demektir”
Dini gecelerde televizyonların vazgeçilmezi “Çağrı” filminin yönetmeninin, “İslam’ı çocuklarıma nasıl anlatabilirim?” şeklinde bir kaygıdan hareket ettiği ileri sürülmektedir. Ne var ki artık söz konusu filmin İslam’ı “savaş dini” olarak algılattığını ileri süren eleştiriler gündemdedir. Eğer film sonuçta İslam’ı savaşla özdeş hale getirmişse, bu filmden sonra İslam dünyasında, filmin başrol oyuncusu, “Anthony Quinn’in Müslüman olup olmadığı” yani, ikonunun “izleyiciye göre gerçekliği” en çok tartışılan konulardan biri olmuşsa burada temsil edilmeye çalışılan İslam, gösteren yani film ve ikon lehine kaybolmuş demektir.
“Medyada dinin temsilinden daha çok dinin medyatik temsillerini konuşmak gerekir”
Medyada dinin temsili söz konusudur ancak mevcut kültür ve medya endüstrisinin mantığı içerisinde temsil edilen, yine de simgelenen değil imlenen din “popüler din” olur ve artık medyada dinin temsilinden çok “temsilin dini”ni; dinin medyatik temsillerini konuşmak gerekir.
Televizyondaki popüler dini programların ortak özellikleri
Bugün televizyon, söz, fikir ve temsillerin çarpıcı biçimlerde paketlenip arz edildiği, kısa sürede tüketildiği bir piyasa mekanıdır. Arz edilenlerin temel özelliği kolay tüketilebilir; bir yönüyle kitlenin istek ve beklentilerine göre tüketim toplumuna hitap edecek kolay tüketilebilir, popüler yani halka uygun şeyler olmalarıdır. Bu mantığa uyan medya içerikleri hızla popülerleşirken uymayan herhangi bir medya içeriğinin örneğin, soyut kavramlarla düşünen ve konuşan temsilcilerin, soyut, derinlikli fikirlere atıfta bulunan temsillerin piyasada giderek marjinalleşmesi kaçınılmazdır. “Günümüz Türkiye’sinde dini içerikli televizyon programlarının birçoğunun tam da bu bağlamda popülerleştiğini iddia etmenin önünde görünür bir engel de yoktur. Söz konusu popüler dini TV programlarının ortak özellikleri; kitleleri ekran başında tutmak için reklam teknikleri vb. yollarla dikkat çekmek, ilgi uyandırmak böylece dinden reyting devşirmek, popüler dini ikonlar yaratmak, dinsel bir mekanda kurulmuş bir platforma toplanmış ve dini bir pratik icra eder gibi davranan kitlelerin beklentilerine uygun, onların anlayacağı dile bürünmüş bir din anlatmak olarak sıralanabilir.
Televizyondaki dini programlarda dikkat çekici, ilgi uyandırıcı ögeler kullanmak…
İlgi uyandırmak, dikkat çekmek, tam da tüketici kapitalizmin reklama yüklediği işlevin ifadesi gibi durmuyor mu? Kaldı ki TV başında din dinlerken, fon müziği ve anlatım tekniği yoluyla heyecanın en üst düzeye çıkarıldığı anda anlatı kesilip “arkası reklamdan sonra” dediğinizde söz konusu programın nereye kadar dinin, nereye kadar reklam özelinde tüketici kapitalizmin temsili olduğu tartışılır hale gelmez mi?
Dinden reyting devşirmek…
Basit bir gözlem televizyon kanallarının dinden reyting devşirmek için adeta yarıştığını görmek için yeterlidir. Dinden reyting devşiren bu uğurda yarışan televizyon kanallarından dem vurulduğunda kazanan din midir yoksa kültür endüstrisi midir?
Popüler din ikonları
Yaptıkları programlarla her evde peygamberin konuşulmasına vesile olduğunu iddia edenler, aynı zamanda ikonik bilinçli kitlelerin bilinçlerine uygun bir formada bir “popüler din ikonu”na, böylece kendi başına bir gerçekliğe dönüşmüş değiller midir? Nihayetinde basit bir haber taraması bu programların bir çoğunun kamuoyunda İslami entelektüel bir tartışmaya neden olmaktan çok söz gelimi, katılan bir izleyicinin aldatma itirafıyla vb. örneklerle magazinsel haberlere konu olduğunu, program yapımcısı ve sunucularının aldığı ücretlerin yani ikonun hakikatinin tartışıldığını görmek için yeterli değil midir? Bu, tam da gösterilenin/dinin gösteren/medya temsili lehine kaybolduğunun ifadesi olarak “temsilin totolojisi” örneği olmaz mı?
Temsili seyretmek, dini bir pratiğe mi dönüşüyor?
Söz konusu programlar Sultan Ahmet meydanı gibi dinsel mekanlarda yapılmaktadır. Sultan Ahmet Camii vb. mekanların geleneksel dini anlamı çerçevesinde beklediği, hitap ettiği insan aslında “hacı” tipidir. Ancak günümüzde en azından Sultan Ahmet, artık tam anlamıyla bir dinsel mekan olmanın ötesine geçip tüketim toplumunun temel figürü “turist” için bir çok düzenlemeye konu, turistik-dini bir mekandır. O halde söz konusu programlar, turistik-dini bir mekanda kurulmuş bir platformda yapım teknikleriyle “sibernetik uzay”da oluşturulmuştur denebilir. Böyle bir uzayda yaratılan uzamda ise temsil, “ruhi anlamda dolmak, bir yere varmak için kodlanmış hacıların” aksine “kendisi için düzenlenmiş mekanları, duyguları, temsilleri tüketerek ve sadece hareket ederek ruhi boşalma aramak üzere gezen dini-ikonik bilinçli turistleri” bu aşamadan sonra “siber-dini” diyebileceğimiz uzamın derinliklerinde oradan oraya gezdirmek için hazırlanmış bir temsile dönüşmüş değil midir? Ayrıca bu temsili seyir için oraya koşan kitleler, bu koşma veya izleme eylemini dini bir pratik edasıyla icra ettikleri sürece temsilin seyri de dini bir pratiğe mi dönüşmüştür?
Kitlelerin anlayacağı bir dile bürünen din üzerine de konuşmak gerekmez mi?
En önemlisi de kitlelerin anlayacağı dile bürünen, öncelikle toplumsallaşmak üzere gelmiş iken böylece “kitleleştiği” gözlenen din üzerine biraz düşünmek gerekmez mi? Neticede günümüz dünyasında herhangi bir yerde din kitleleşiyorsa İslam’ın, nasıl metalaştığını, popülerleştiğini, tüketim aracına dönüştürüldüğünü ya da mevcut dini temsillerin bu dönüşümün bir ifadesi olduğunu uzun uzun anlatmaya gerek kalmaz.
Medya ve din: İki kültür, bir araç
Sonuçta medya ve din diye başlayan her konuşma farklı şeylerden dem vuracak olsa da hepsinin ortak özelliği iki kültür bir araçtan bahsediyor olmalarıdır. Medyada dinin temsili, artık bir din olarak ele alınıp çözümlenmeye çalışılan medya gerçekliği ve kendine ait kültürü göz önüne alındığında bir, “iki kültürü/dini aşma sorunu” olarak ele alınabilir. Her iki kültürün/dinin kendi varoluşsal gerçekliklerinde ısrar ederek bir araçta yolculuğu veya sorunun bildiğimiz din lehine çözümlenmesi, yeni din olarak tanımlanan medya kültürü ve aracın mantığı açısından oldukça zor görünmektedir. Bu haliyle genelde medya özelde televizyon, İslam adına hareketlenen insanların, İslam adına tutmayı henüz tam anlamıyla bilmediği iki tarafı keskin bir kılıç gibidir.
Sempozyumda Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. mustafa macit tarafından “Medyada Dinin Temsili ya da Dinin Medyatik Temsilleri” konulu bildiri sunuldu.
Prof. Dr. Macit bildirisinde, dinin medyatik temsilini, bu temsilin kitleler üzerindeki etkisini, televizyondaki popüler dini programların ortak özelliklerini ve izleyicinin seviyesine göre hitap eden bir din anlatımının sonuçlarını anlattı.
Bildiriden öne çıkan bazı konular şöyle:
Dinin medyatik temsilinden ne anlamalıyız?
Eğer temsili, bir gösteren-gösterilen ilişkisi olarak ele alırsak medyada dinin temsilini, medyanın, gerçek dünyadan türeyen ve bu dünyaya paralel özelliği itibariyle dini gerçekliği işaret etmekten başka bir anlamı olmayan, “gerçeğin temsillerini, gösterenlerini” sunması olarak değerlendirebiliriz. Dinin medyatik temsilleri dediğimizde ise gerçek dünyadan bağımsızlaşan tarafı ile medyanın, olandan bir ölçüde bağımsız veya medyaca “olması gereken” din için temsil sunması anlaşılsa gerektir.
“Dinin medyatik temsilinde ideal tipik bir örnek olarak televizyonu ele almak gerekir”
Dinin medyada temsili ya da dinin medyatik temsillerini, günümüzde oldukça çeşitlenmiş medyaların her biri üzerinden konuşmak imkan dahilinde olsa da yaygın ve yoğun kullanılan bir araç olması itibariyle televizyon örneğinde değerlendirmek yerinde olur. Bilindiği üzere televizyon, yeni medyalara oranla artık eski sayılabilir olsa da eskimeyen bir araçtır ki bugün bile o, Türkiye’de ortalama bir evde sabah en erken kalkan kişinin düğmesine basıp açtığı, gece ise en son yatanın kapattığı bu haliyle gündelik hayatın tümüne yayılan yapısı içerisinde etkili bir medya olmaya devam etmektedir.
“Televizyonda dini bir gösterge, dini gerçekliği ne ölçüde temsil eder?”
Televizyon, gerçeğin bir modeli olduğu kadar gerçek dünya ile bağlantımızı, bize düşsel dünya görüntüleri sunarak koparan (telefission) bir şeydir. Televizyonun gerçeğin bir modeli olabilmesi bir temsil; semboller/simgeler dünyası olduğu sürece mümkündür. Bu haliyle orada temsil edilen her ne ise üzerine yüklenen anlamı taşımaya örneğin, dini bir sembol, sadece dini gerçekliği veya anlamları temsil etmeye devam eder. Ne var ki televizyonun aracılık ettiği şey, sadece simgeler yoluyla değil daha çok teknik örgütlenmesi yoluyla kolayca görselleştirilebilir imgelerde okunabilir bir dünya ideolojisidir. İmge, yeniden üretilmiş bir görünümdür ve her imgede bir görme biçimi yatmaktadır. İmgesel herhangi bir temsilin/gösterenin gerçekle ilişkisi kaybolduğu ölçüde izleyicinin de gerçekle ilişiği koparılmış olur. Adorno, İtalya’ya dair bir film örneğinde “Güzel olan, kameranın yeniden ürettiğidir. İzleyicinin filmde gördüğü İtalya değil, İtalya diye bir yerin var olduğunu gösteren görüntülerdir.” derken böyle bir gerçeğe işaret ediyor olsa gerektir. Bu görüntüleri seyredenlerin tecrübe ettiği şey gerçek İtalya değil, yapım teknikleri aracılığıyla üretilmiş imgesel, imgesel olduğu ölçüde “sözde İtalya” ’dır.
“Çağrı filminde İslam, film ve ikon lehine kaybolmuş demektir”
Dini gecelerde televizyonların vazgeçilmezi “Çağrı” filminin yönetmeninin, “İslam’ı çocuklarıma nasıl anlatabilirim?” şeklinde bir kaygıdan hareket ettiği ileri sürülmektedir. Ne var ki artık söz konusu filmin İslam’ı “savaş dini” olarak algılattığını ileri süren eleştiriler gündemdedir. Eğer film sonuçta İslam’ı savaşla özdeş hale getirmişse, bu filmden sonra İslam dünyasında, filmin başrol oyuncusu, “Anthony Quinn’in Müslüman olup olmadığı” yani, ikonunun “izleyiciye göre gerçekliği” en çok tartışılan konulardan biri olmuşsa burada temsil edilmeye çalışılan İslam, gösteren yani film ve ikon lehine kaybolmuş demektir.
“Medyada dinin temsilinden daha çok dinin medyatik temsillerini konuşmak gerekir”
Medyada dinin temsili söz konusudur ancak mevcut kültür ve medya endüstrisinin mantığı içerisinde temsil edilen, yine de simgelenen değil imlenen din “popüler din” olur ve artık medyada dinin temsilinden çok “temsilin dini”ni; dinin medyatik temsillerini konuşmak gerekir.
Televizyondaki popüler dini programların ortak özellikleri
Bugün televizyon, söz, fikir ve temsillerin çarpıcı biçimlerde paketlenip arz edildiği, kısa sürede tüketildiği bir piyasa mekanıdır. Arz edilenlerin temel özelliği kolay tüketilebilir; bir yönüyle kitlenin istek ve beklentilerine göre tüketim toplumuna hitap edecek kolay tüketilebilir, popüler yani halka uygun şeyler olmalarıdır. Bu mantığa uyan medya içerikleri hızla popülerleşirken uymayan herhangi bir medya içeriğinin örneğin, soyut kavramlarla düşünen ve konuşan temsilcilerin, soyut, derinlikli fikirlere atıfta bulunan temsillerin piyasada giderek marjinalleşmesi kaçınılmazdır. “Günümüz Türkiye’sinde dini içerikli televizyon programlarının birçoğunun tam da bu bağlamda popülerleştiğini iddia etmenin önünde görünür bir engel de yoktur. Söz konusu popüler dini TV programlarının ortak özellikleri; kitleleri ekran başında tutmak için reklam teknikleri vb. yollarla dikkat çekmek, ilgi uyandırmak böylece dinden reyting devşirmek, popüler dini ikonlar yaratmak, dinsel bir mekanda kurulmuş bir platforma toplanmış ve dini bir pratik icra eder gibi davranan kitlelerin beklentilerine uygun, onların anlayacağı dile bürünmüş bir din anlatmak olarak sıralanabilir.
Televizyondaki dini programlarda dikkat çekici, ilgi uyandırıcı ögeler kullanmak…
İlgi uyandırmak, dikkat çekmek, tam da tüketici kapitalizmin reklama yüklediği işlevin ifadesi gibi durmuyor mu? Kaldı ki TV başında din dinlerken, fon müziği ve anlatım tekniği yoluyla heyecanın en üst düzeye çıkarıldığı anda anlatı kesilip “arkası reklamdan sonra” dediğinizde söz konusu programın nereye kadar dinin, nereye kadar reklam özelinde tüketici kapitalizmin temsili olduğu tartışılır hale gelmez mi?
Dinden reyting devşirmek…
Basit bir gözlem televizyon kanallarının dinden reyting devşirmek için adeta yarıştığını görmek için yeterlidir. Dinden reyting devşiren bu uğurda yarışan televizyon kanallarından dem vurulduğunda kazanan din midir yoksa kültür endüstrisi midir?
Popüler din ikonları
Yaptıkları programlarla her evde peygamberin konuşulmasına vesile olduğunu iddia edenler, aynı zamanda ikonik bilinçli kitlelerin bilinçlerine uygun bir formada bir “popüler din ikonu”na, böylece kendi başına bir gerçekliğe dönüşmüş değiller midir? Nihayetinde basit bir haber taraması bu programların bir çoğunun kamuoyunda İslami entelektüel bir tartışmaya neden olmaktan çok söz gelimi, katılan bir izleyicinin aldatma itirafıyla vb. örneklerle magazinsel haberlere konu olduğunu, program yapımcısı ve sunucularının aldığı ücretlerin yani ikonun hakikatinin tartışıldığını görmek için yeterli değil midir? Bu, tam da gösterilenin/dinin gösteren/medya temsili lehine kaybolduğunun ifadesi olarak “temsilin totolojisi” örneği olmaz mı?
Temsili seyretmek, dini bir pratiğe mi dönüşüyor?
Söz konusu programlar Sultan Ahmet meydanı gibi dinsel mekanlarda yapılmaktadır. Sultan Ahmet Camii vb. mekanların geleneksel dini anlamı çerçevesinde beklediği, hitap ettiği insan aslında “hacı” tipidir. Ancak günümüzde en azından Sultan Ahmet, artık tam anlamıyla bir dinsel mekan olmanın ötesine geçip tüketim toplumunun temel figürü “turist” için bir çok düzenlemeye konu, turistik-dini bir mekandır. O halde söz konusu programlar, turistik-dini bir mekanda kurulmuş bir platformda yapım teknikleriyle “sibernetik uzay”da oluşturulmuştur denebilir. Böyle bir uzayda yaratılan uzamda ise temsil, “ruhi anlamda dolmak, bir yere varmak için kodlanmış hacıların” aksine “kendisi için düzenlenmiş mekanları, duyguları, temsilleri tüketerek ve sadece hareket ederek ruhi boşalma aramak üzere gezen dini-ikonik bilinçli turistleri” bu aşamadan sonra “siber-dini” diyebileceğimiz uzamın derinliklerinde oradan oraya gezdirmek için hazırlanmış bir temsile dönüşmüş değil midir? Ayrıca bu temsili seyir için oraya koşan kitleler, bu koşma veya izleme eylemini dini bir pratik edasıyla icra ettikleri sürece temsilin seyri de dini bir pratiğe mi dönüşmüştür?
Kitlelerin anlayacağı bir dile bürünen din üzerine de konuşmak gerekmez mi?
En önemlisi de kitlelerin anlayacağı dile bürünen, öncelikle toplumsallaşmak üzere gelmiş iken böylece “kitleleştiği” gözlenen din üzerine biraz düşünmek gerekmez mi? Neticede günümüz dünyasında herhangi bir yerde din kitleleşiyorsa İslam’ın, nasıl metalaştığını, popülerleştiğini, tüketim aracına dönüştürüldüğünü ya da mevcut dini temsillerin bu dönüşümün bir ifadesi olduğunu uzun uzun anlatmaya gerek kalmaz.
Medya ve din: İki kültür, bir araç
Sonuçta medya ve din diye başlayan her konuşma farklı şeylerden dem vuracak olsa da hepsinin ortak özelliği iki kültür bir araçtan bahsediyor olmalarıdır. Medyada dinin temsili, artık bir din olarak ele alınıp çözümlenmeye çalışılan medya gerçekliği ve kendine ait kültürü göz önüne alındığında bir, “iki kültürü/dini aşma sorunu” olarak ele alınabilir. Her iki kültürün/dinin kendi varoluşsal gerçekliklerinde ısrar ederek bir araçta yolculuğu veya sorunun bildiğimiz din lehine çözümlenmesi, yeni din olarak tanımlanan medya kültürü ve aracın mantığı açısından oldukça zor görünmektedir. Bu haliyle genelde medya özelde televizyon, İslam adına hareketlenen insanların, İslam adına tutmayı henüz tam anlamıyla bilmediği iki tarafı keskin bir kılıç gibidir.