medya ve din alanında yapılan akademik çalışmalara bir yenisi daha eklendi.
Marmara Üniversitesi Din Sosyolojisi öğrencisi Ayşe Şimşek tarafından hazırlanan yüksek lisans tezinde dini içerikli televizyon programları ele alındı. Ekonomi-politik bağlamda medya ve din ilişkisinin incelendiği araştırmada, “medya vaizleri” ile yapılan mülakatlara da yer verildi.
Çalışmada, Prof. Dr. Mustafa Karataş ve Yusuf Kavaklı’nın reyting ve hocaların aldığı belirtilen ücretler konusundaki değerlendirmeleriyse dikkat çekti.
Bağıran çağıran, birbiriyle kavga eden hocalar yıllarca reytinge kurban edildi”
Karataş, sözlerine reyting kavramından başlayarak şöyle devam etti:
“TV’lerde reyting denen bir ölçüm var. Bu ölçümün iyi tarafı da var, zararlı tarafı da var. Özellikle haberlerde, eğitim programlarında, dini içerikli programlarda insanlar en çok neyi seyrediyorsa onların daha çok öne çıkması, pompalanması bir taraftan zarar veriyor. Çünkü hep aynı şeyler insanlara sunulmaya çalışılıyor. İnsanların daha çok ihtiyacı değil de onların bazen hoşuna gidecek, daha çok istediği tarza yöneliniyor. Böyle bir zararı oldu. Bunun neticesinde çok tartışıldı. Ve bağıran çağıran birbiriyle kavga eden hocalar veya ilahiyatçılar buna öge yapıldı. İlahiyatçılar işin öznesi de olamadılar. İşin nesnesi oldular hep. Çünkü medya ve televizyon, görsel medya dediğimiz basın yayın daha çok reyting amaçlı yaptığı için programı orada doğrunun ortaya çıkması ya da halkın ihtiyaçlarını değil, kendi gelirini hesap eder oldu. Neticede de çok çeşitli problemler zuhur etmiş oldu. Ama bıkıldı bundan, usanıldı. Ve sonunda benim de içinde bulunduğum, son on yıldır -veya 12-13 yıldır diyelim- daha dini sade ve insanların faydalanması ve ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde, onları eğitecek şekilde bilinçlendirici bir yönteme, yola girildi. Bunun da faydasını görüyoruz.”
“Reytinginiz ne kadar yüksekse reklam pastanızın payı o denli büyük”
“Televizyonlar reklam pastasından pay alarak yaşıyorlar, ayakta duruyorlar. Bu da reytinge göre veriliyor. Yani sizin reytinginiz ne kadar yüksekse pastadan o kadar pay alıyorsunuz. Televizyonun geliri de o kadar yüksek oluyor. Kendisine kazandıran, gelir getiren program daimi oluyor, sürekli oluyor ve onunla çalışmak istiyor, yatırım yapıyor. Reytingin dini programlar açısından şöyle bir faydası var: Televizyonlarda reyting alıyor olmamızın faydası televizyonlarda hocalara, dini programlara yer veriliyor. Reyting almayacak olsak orada bize de yer yok. Maalesef böyle bir gerçek var. Dini farklı noktaya koyamıyorsunuz. Çünkü pazar burası; medya pazarı.
Burada önemli olan şu; biz ne yapabiliriz? Artısı fazla, eksisi daha az olan iş yaparsak ‘aliyyül ala’ diyoruz. İkinci olarak ben kendi yaptığım işimi önce Allah’a, ahirette cevabını verebileceğim şekilde hazırlanmalıyım. Benim öncelikle kaygım inançlarım olmalı, hesabım olmalı. Bir sıfat taşıyorsam alim sıfatı, hoca sıfatı; o sıfata layık iş yapmalıyım, sahih bilgi vermeliyim, yalan yanlış şeylerden bahsetmemeliyim, uyduruk kaydırık mevzu kıssalarla insanları şeriata örfe, akla, mantığa aykırı bir takım hurafelerle insanları oyalamamalıyım. Maalesef bunlar oluyor.
Söylediğim, arkasında durduğum her bilginin benim inancıma göre kuvvetli bir nassı, delili vardır. O delile istinaden Kur’an’da ve sünnette delilin varsa bunu insanlara söyle. İnanmadığım bir şeyi söylemem, yaşamadığım bir şeyi tavsiye etmem. Buna dikkat etmeye çalışıyorum. Buna dikkat ederek üstüne bir de reyting alabiliyorsanız, izlenebiliyorsanız… Çünkü hakikaten bu televizyonu, medyayı irdelerken oradaki programların arka planda bu tür endişeleri bilmezseniz hakkıyla yerine oturtamazsınız.’
“Seyirciyi yukarı çekmek için uğraşacaksınız”
‘Kaliteyi artırdığımızı söyleyebiliriz. Fakat tekrardan sakınmak lazım. Reyting uğruna hep aynı şeyleri pompalamak yanlış. Seyirciyi yukarı çekmek için uğraşacaksınız. Hep onun istediğini değil. Çocuk hep şeker, çikolata ister. Ama arada ona diğer gıdalardan vermeniz lazım. Aynı zamanda bu programlar büyük bir açığı dolduruyor. Bir kurumun yapamadığını siz bir programla yapabiliyorsunuz. Biraz daha bu işi yapanların profesyonelce yardım alması, pedagoglardan, psikologlardan, sosyologlardan kurulu belki ekiple çalışması, sadece televizyon/medya patronlarına bunu bırakmaması, dini hassasiyeti duyarlılığı olan bu işlerde kalem oynatan insanların da bu programların içeriğiyle ilgili taleplerinin olması, yer yer istişarelerin yapılması çok faydalı olur.’
“Reyting uğruna neler yapılıyor?”
‘Maalesef çok şey yapılıyor. Ha, sen ne yapıyorsun? Bile bile bir şey yapmıyorum. Bile bile, reyting getirsin diye “a”yı “z” yapmıyorum. Doğruyu eğri yapmıyorum; eğriyi doğru göstermiyorum. Ama şunu da yapıyorum; bu da medyadaki başarıyı getiriyor. Bunu da yapmak zorundayım. Doğru bilgiyi, doğru bir üslupla ama reytingi de getirecek şekilde vermeye çalışıyorum. Onu almazsanız dengeyi kuramazsınız. Onu almazsanız zaten ben de dahil hangi televizyon olursa olsun -reytingle yaşayan hangi televizyon olursa olsun- ben de dahil hiç kimseye dini program yaptırmazlar. Reyting alamazsanız size niye program yaptırsınlar? Ama yaptığınız işi güzel yapacaksınız. Bir de reytinginizi alacaksınız ki program yaptırsınlar.’
Kavaklı: “Reyting yapmıyorsanız sizi kapının önüne koyuyorlar”
Çalışmada Yusuf Kavaklı, konuya ilişkin şu açıklamalarda bulundu:
‘Elbette dinin ticarileşmesini sağlıyor. En azından din üzerinden, din hocası üzerinden para kazanıyor medya. Yani her hocayı çıkarıyorlar mı? Reyting yapıyorsanız sizi çıkarıyorlar. Reyting yapmıyorsanız sizi kapının önüne koyuyorlar. Ben bunun içinde yaşıyorum. Allah'a hamd olsun. Bugüne kadar hangi programa gitmişsem ikinci defa, üçüncü defa istediler.
Ben iki senedir ATV’de program yapıyorum. İki sene Kanal 7’de yaptım. 2006’dan 2010’a kadar Kanal A’da haftada 5 gün program yaptım, bant yayın. 2010’da canlı yayına başladım, perşembe günleri. 2010’dan bugüne kadar sadece yaz tatilinde ara veriyoruz, 1 ay. Ara vermeksizin perşembe günleri 9.30-11.30 buçuk ben canlı yayın yapıyorum Kanal A'da. Aşağı yukarı bir seneye yaklaştı, ayda iki hafta TRT’ye gidiyorum. O arada başka televizyonlara da gittiğim vakidir. Bütün bunlarla sizi seyreden insanlar haa falan hoca buraya çıkacak, acaba ne anlatacak? Onun içinde ben hamd olsun bugüne kadar nerede program yapmış isem oranın reytingi benimle birlikte hep artmıştır.’
“Din reytinge kurban mı ediliyor?”
‘Hayır din reytinge kurban edilmiyor. Televizyonlarda program yapan din adamı pozisyonundaki insanlar eğer gerçekten dini menfaate alet etmiyorlar ise büyük bir hizmet yürütüyor. Şimdi siz Sultanahmet Camii’ni düşünün, İstanbul için söylüyorum. Sultanahmet, Fatih, Süleymaniye Camii’ni düşünün. Bir bayram camide Sultanahmet’te 10 bin kişi, 15 bin kişi namaz kılıyor. Ama siz bir televizyon programında konuştuğunuzda 20 milyon insana konuşuyorsunuz. 20 milyon insanın yüzde 10’una tesir ettiğinizi düşünün. Hesaplayın, onun için de medya dinin yayılmasında önemli bir araçtır, ehlini bulup oraya çıkarırsanız. Ve orada anlatılanlar da Cübbeli Ahmet’in anlattığı gibi safsata değil, -bir kertenkele öldürmek gâvur öldürmek kadar sevaptır- diyor adam. Ben kendim duydum. Niye sevap? Hikmetinden sual olunmaz. Muhterem cemaat, benden istiyordunuz şu duayı yazsaydınız, diyordunuz. O duaların tamamını topladım, kitap haline getirdim. Dışarda satılıyor. 28 Şubat döneminde dolarla markla sattılar o kitapları. Ahh çok söylenecek şey var da…’
Dinin Medyatikleşmesinin Ekonomik Politiği: Ücretler ve Dini Programlar
Mustafa Karataş, alındığı iddia edilen yüksek rakamların sansasyonel haberler olduğunu da söyleyerek şöyle devam etti:
‘İnsanlık tarihi boyunca emek ve ücret dengesi nasıl olmalıdır, bunları biliyoruz. Tarihten aldığımız notlar var. Hazreti Ebubekir’in hilafetinden itibaren işte imamet meselesinde, imamlık konusunda, kurslar konusunda bunlar tartışılmış. İmamlık yaparsa ücret alabilir mi? Okuduğu bir Kur’an karşısında insan ücret alabilir mi? Mevlüt okuyor vs. ücret alabilir mi? İşte bugün resmi imamlarımız var, bunlar devletten ücret alıyorlar. Burada fakülteler var. İlahiyat Fakültesinde hocalar maaş alıyorlar. İşi uzatmayacağım. Şöyle bir soruyla cevap veriyorum. Diyorum ki sen ne iş yapıyorsun? Fakültede öğretim üyesiyim. Maaş alıyor musun? Alıyorum. Ne öğretiyorsun? Dini ilim öğretiyorum. Maaşına zam yapılmasını istiyor musun? İstiyorsun. Neyin karşılığında? Harcadığın emek, vakit. Çoluk çocuğun rızkı vs. bir emek harcıyorsun. İki, sen burada bir iş yapıyorsun. Senin yaptığın işten bir kazanım var mı? Var. Televizyonlardaki dini programlar da bizim sırtımızdan büyük paralar kazanabiliyor mu? Kazanıyor. Ben oraya vaktimi, saatimi harcıyor muyum? Harcıyorum. O para kazanıyorsa oradan benim ücret almam helal olur mu? Olur. Bunun aşağı yukarı, az çok olması neye göre? Size olan talebe göre, ihtiyaca göre. Yani siz maaşınıza zam istiyorsunuz da diğeri dini program yapmış oradan biraz fazla ücret almış o niye çok geliyor? O da bir emek harcıyor. Sen iki saat çalışıyorsun, bu kadar alıyorsun. O otuz saat çalışıyor o kadar alıyor. Dini açıdan bunu bir pazarlık konusu yapıp taviz vermeye, orada dini duruşu bir hocaya yakışmayacak alim, hoca tavrını zedeleyecek bir pozisyona düşüyorsa yargılanacak taraf, orasıdır. Yoksa şu hoca şu kadar para almış, bu hoca bu kadar para almış. Maaşına zam istemeyen insan var mı burada? Neden kıskanıyorsun? Sen de çalış, kıskanma senin de olur diyorlar ya! Biz orada okuduğumuz ayetin, hadisin karşılığında para almıyoruz. Oraya harcadığımız, o ekranın arkasındaki çabanın karşılığını alıyoruz. Bir saat, iki saat çıktı şu kadar para aldı, diyor. Zaten o yazılan, çizilen rakamlar astronomik şeyler, uydurma, kaydırma. Sansasyonel haberler. Para kazandırıyorsa, parasında emeği varsa almalı, diye düşünüyorum. O harcadığı emeğin karşılığı.’
“Din bunlarla zedelenmemeli”
Yusuf Kavaklı’nın alınan ücretlere yaklaşımı ise şu şekilde:
‘Eğer mazeret uydurmak olursanız epey şey çıkar. Tamam amenna ve saddakna. Ben size konferansa gelirim. Ama şu kadar paraya gelirim demeden onlar ne verirse yani hediye kabilinden bu bir emek çekiyor, vakit harcıyor. Efendim buna 3 kuruş 5 kuruş bir hediye edelim falan derlerse amenna ve saddakna. Ama saatine 1000 Avro’dan bir programa gidiyorsanız, yurtdışına gidiyorsanız, yurtdışındaki bir kısım vatandaş salona parasıyla giriyorsa, sizi orada parayla dinliyorsa vatandaş; bunlar hoş olan şeyler değil. Din bunlarla zedelenmemeli. Hocalık ayrı bir özelliktir. Ben meclis kürsüsüyle, cami kürsüsünü değişmeyeceğim diye bir olay üzerine 1977'de söz verdim kendi kendime. Yoksa ben 40 defa milletvekiliydim. Dolayısıyla da Allah hiç bizi aç bırakmadı. Ben her yerde iftiharla söylüyorum; Gönenli Mehmet Efendi’nin 1960-61’li yıllarda verdiği 1’er liralar, günlük 1’er liralar olmasa belki bugün biz burada olmazdık. Dün ben aç gezdiğim yerlerde bugün arabamla geziyorum. Ben fakir bir köylü çocuğuyum. Öyle geldim İstanbul’a. Fatih Parkı var bilirsin İtfaiye’nin yanında, Fatih Parkı’nda cumartesi pazar otururduk. Cebimde 2,5 kuruş olmazdı ki bir simit alayım da orada otururken yiyeyim diye. Akşam İlim Yayma Cemiyeti’nin İmam Hatip Okulu’nda bize verilen akşam yemeğini beklerdik. Yatılı okuyorduk, orayı beklerdik, orada yemek yerdik. O şartlar altında okuduk. Bugünlere geldik. Hamd olsun Mevla’ya. Hamiyetperver Müslümanların, hocalarımızın, efendim anamızın, babamızın, dedemizin, ninemizin duasıyla.’
“Medya vaizlerinin ekonomi-politiği, başlı başına bir sorun”
Çalışmanın sonuç kısmında Ayşe Şimşek reyting ve alınan ücretler konusunda şu değerlendirmede bulundu:
‘Önemli bir mesele de reytingdir. Dini programların reyting kaygısı içerisinde yapıldığını düşünmekteyiz. Zira reyting medyanın ayrılmaz bir parçasıdır. Dolayısıyla yapılan dini programlar da tıpkı diğer programlar gibi reyting kaygısı içinde yapılmaktadır. Bu kaygı çerçevesinde program içerikleri genellikle sansasyonel bir yere de çekilen soru-cevap şeklinde gerçekleşmektedir. Anlatılan menkıbeler ve okunan ilahiler, programın izlenirliğini oluşturması açısından yine önemlidir. Bu şekilde gerçekleşen programlarda kimi zaman gözü yaşlı bir dindar izleyici kitle de reyting aracı olabilmektedir. Bunun en büyük faydası elbette reklam pastasıdır. Reytingi fazla olanın reklam pastası da fazla olur. Buradan gelecek gelir medya vaizinin ücretine de yansıyacaktır. Bu yüzdendir ki programlarda medya vaizlerinin aldıkları iddia edilen yüksek ücretlerin de tartışılageldiği görülür. Din anlatarak servet yapan insan tipi Türk insanının geleneksel dini hafızasına uymamaktadır. Emeğinin karşılığını alacaktır elbet; fakat burada geleneksel din adamı imajını sarsan -yine seküler- bir motivasyon kendisini hissettirmektedir. Dini programların daha fazla reyting için mi, daha çok kazanmak için mi yoksa dini daha doğru ve anlaşılır hale getirmek için mi yapıldığı sorusu cevap beklemektedir. Medya vaizlerinin ekonomi politiği başlı başına bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.’
Bu metin, tez yazarının izniyle yayınlanmıştır…
Çalışmanın tamamına YÖK Ulusal Tez Merkezi'nin internet sitesinden 552513 Tez numarasıyla ulaşabilirsiniz.