Gündemde henüz Noel ve sözde yılbaşı kutlamaları tartışılmaya devam ederken Hristiyan ve Müslüman ayrımının, siyah ve beyaz gibi çok keskin olduğu bu topraklardan, Zanzibar’dan, olan bitene daha farklı bir gözle bakabilmenizi sağlamayı umuyorum. Türkiye’deki tartışma artık daha çok “Taksim’de eğlenen Suriyeliler” üzerinden devam etse de buradan konuyu bambaşka bir boyutta ele almayı düşünüyorum.
Öncelikle belirtmeliyim ki, başı açık bir kadın görüyorsanız “Hristiyan” diyebileceğiniz, elle yemek yiyen birini gördüğünüzde rahatlıkla “Müslüman” diyebileceğiniz bir toprak parçası burası. Semboller, şekiller üzerinden süregiden bir dünya burası. Ama aynı zamanda farklı kültürlerin ve dinlerin de bombardımanına tutulmuş, Hint Okyanusu’nun ortasında turistik bir ada burası. Turistik beldelerdeki ahlâki yozlaşmayı Ege ve Akdeniz’e bakarak tahmin edebilirsiniz. Elbette Zanzibarlılar da bu bombardıman karşısında yozlaşmış, sıkıntılı işlere bulaşmış, zaman zaman ahlâki zâfiyetlere düşmüşler. Bazılarının yaptığı bu hataları öne çıkararak Müslümanın yalan da söylememesi, gıybet de etmemesi, çalıp çırpmaması gerektiğini ve şeklin çok da önemli olmadığını söyleyebilirsiniz. Ama bu insanlar yüzyıllar boyu Batılıların sömürgesine karşı direnmişler, beraber “Birleşik Cumhuriyet” oldukları mevcut siyasi atmosferde de bir şekilde direnmeye devam ediyorlar. Üstelik turizmin getirdiği ahlâksızlığa karşı da direniyorlar, Zanzibarlılar 500 yıldır hep direniyorlar.
Bu noktada akla gelen ilk soru şu olmalı. “Ne ile direndiler?” Sözlü kültürün hakim olduğu bir toplumda ‘kitapla, kalemle direnmişlerdir’ demek zor. Afrika söz konusu olduğuna göre ‘maddi güç ile direnmişler’ de diyemeyiz. Tepeden bakılarak cahil ve fakir görülebilecek bu insanlar sahi nasıl direnmiş olabilirler?
Bir senedir hem toplumun önemli bir kısmı Hristiyan olan Tanzanya’da kalmış, halkını ve yaşayışını görmüş hem de halen Zanzibar’da yaşayan bir Müslüman olarak rahatça söyleyebilirim ki iki toplum arasındaki farkı anlamak çok da zor olmadı. Sokaklarda bir tur atarak bile bunu görmek mümkün. Afrika’da, Ana Kıta’da çantamıza sımsıkı yapışmış bir vaziyette gezerken, güvenlik elemanlarına bile güvenemeden diken üstünde uyurken bunca turist akımına rağmen Zanzibar’da rahat etmemizi sağlayan şey; tamamen İslam kültürüyle yoğrulmuş bir ülke olması ile alakalıydı. Zanzibar, Hint Okyanusu içerisinde bir selam yurdudur.
Birilerinin “şekil” diyerek küçümsediği İslami ritüelleri hayatın merkezine oturtarak ve Hristiyan-Batı kültürüne ait her ne varsa ‘toptan reddederek’ ayakta kalmış bir ülkeden bahsediyoruz. Osmaniye ilimizin yüzölçümü ile aynı boyutlarda olmasına rağmen ve fakir, siyah tenli, Müslüman olan bu minik ülke bu şekilde ayakta kalmış, ana kıtanın çabalarına rağmen Hristiyanlaştırılamamıştır. Kaşıkla yemeyi, televizyon izlemeyi ve futbolu Müslümanlığı eriten bir simge olarak kerih görmüş ve uzak durmuşlar. Bu demek olmuyor ki bu ülkede futbol, televizyon yasak. Futbol sahaları hatta büyük iki stadyumları bile var. Arabanıza ‘futbola destek’ diyerek binmek isteyen gençler çıkabiliyor bazen karşınıza. Her sokak başında TV başına toplanmış Türk dizileri izleyen bir grup erkek görmek olası Zanzibar’da. Batı yetmiyormuş gibi bir de biz bu şekilde bozuyoruz buradaki Müslümanları… Düğünlerde ilahi eşliğinde sallanan genç kızlar görmeyi, gece yarısından sonra kulüplerden yükselen müzik sesleriyle kıyasladığınızda tehlikenin farkına varıyorsunuz. Ama işte bir İstanbul’da, yılbaşı gecesi patlayan havai fişekler gibi kutlamalar göremezsiniz burada. Yılbaşı çamları ve süslemelerini ya otel lobilerinde ya da Hristiyan ailelerin evlerinde görebilirsiniz sadece. Yok, özellikle kutlamak için ortam ararsanız bulabilirsiniz de. Çünkü bir İslâm şehrinde günah ve haram yasak edilmez ama apaçık ortada yaşanmaz. Arayan mevlasını da bulur, belasını da.
Velhasıl, biz yılbaşı gecesi hiçbir şey duymadık, görmedik. İstanbul’da yaşıyorsanız, isteseniz de istemeseniz de bu görüntülere şahit oluyorsunuz ve bu durum günlük hayatınıza elbette yansıyor. Ve evet, hemen yanınızdaki yılbaşı için süslenmiş evin sahiplerine de tepki koymazsınız bir İslâm şehrinde. Çünkü Müslüman değildirler ve kendi bayramlarını kutlamakta özgürdürler.
Bizler biliyoruz ki,”Mü’min mü’minden sorumludur” ve Mü’min üslûbundan da sorumludur. Bu vebâli taşıyoruz hepimiz; uyarmadığımız Müslüman kardeşimizin vebâlini de, kötü bir üslûpla uyardığımız için hatasında inat eden kardeşimizin vebâlini de üzerimizde taşıyoruz. Bu yüzden şu sıkıntılı günlerde; dini için, evlâdı için endişe eden ve kutlamalardan çoluğunu çocuğunu uzak tutmak için çabalayan, Mekke’nin Fethi adı altında alternatif bir kutlama üreten insanlar olarak bu konuyu elimizden geldiğince gündemde tutmaya çalışıyoruz. Bir kesimin muzdarip olduğu Noel ve yılbaşı karşıtı paylaşımları yaparken de amacımız bu görüntülerin sıradanlaşmasını engellemek. Bütün bunların yanında bir de özgürce yılbaşı(!) kutlayanların bu direnişimizi bastırması ile karşı karşıyayız.
Maalesef Müslümanlar olarak özgürlük namına ne varsa o kadar kutsadık ki özgürlüğümüz ile sınanıyoruz. Filistin’de, 28 Şubat’ta ve Cumhuriyet Türkiyesinde hep sınanıyoruz. Şairin de dediği gibi; “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya.” İdarecilerin zaten dindar olduğunu söyleyenler, dindar ailelerin çocuklarını temiz yetiştirme adına verdikleri bu gayretlere gözlerini kapatmış görünüyor. Bazı insanlar acımasızca bu insanlara “cahilsiniz, biz Noel değil Yılbaşı’nı kutluyoruz” diyorlar. Biz Noel’inde, Yılbaşı’nın da, Hicri Yılbaşı’nın da, Mekke’nin fethinin de hangi tarihlerde, nerelerde ve nasıl kutlandığını gayet iyi biliyoruz. Biz bu kutlamaların alenen, çocuklarımızın gözleri önünde yapılmamasını istiyoruz.
Doğum günü, yıldönümü, babyshower gibi Batı’ya ait ne varsa kendinize uydurarak bir şekilde hayatımıza sokmanız bizi çok yoruyor. Her yeni girişimde çocuklarımız için alternatif kutlamalar üretmekten de , bunların kültürümüze ait olmadığını, sadece Kapitalizm’in tüketim çarkının dönmesine ve israfa, toplumun asimile olmasına sebep olduğunu insanlara anlatmaktan da çok yorulduk. Whatsapp gruplarında ve sosyal medyadaki bu tür paylaşımlardan hemen herkes bıkmış durumda. Ama unutmamak gerekir ki, konuyu gündemde tutmak ve küçük bir tepki ile dahi olsa bu bireysel direniş, bu gidişata karşı kalben buğz etmekten daha onurludur.
Geçtiğimiz şu dar boğazda, bu israf ve gösterişin de katkısının olduğunu unutmadan “dileyen yapar” mantığından bir nebze olsun kurtulabilmek için bu tür gündemler oluşturmak şart. Çünkü zamanla her hamleyi, dışarıdan gelen ve karşı çıktığımız her şeyi kendimize göre yontarak içselleştiriyoruz. Bir zaman sonra da çocuklarımız doğum günü kutlamayı nasıl bizim kültürümüzün bir parçası olarak görüyor ve artık “Happy Birthday” değil de “İyi ki doğdun” diyerek doğum günü kutlar hale geliyor, mum üflüyorlarsa Noel kutlamalarının gelişi de yakın zamanda Yılbaşı kutlayanlar eliyle olacaktır maalesef.
O hoşlanmadığınız, gereksiz ve basit görünen güllü dallı Cuma mesajları küçük de olsa bir çabanın ve ciddi bir duruşun, onurlu bir emeğin ürünüdür ve olaya en azından bu mübarek günü gündemimizde tutuyor diye bakmalıyız.
Müslümanlar olarak İslami ortamlar ve gündemler oluşturmayacaksak, sosyal medyada dahi olsa duruşumuzu ortaya koyamayacaksak karşı tarafın oluşturduğu gündemde ve ortamlarda eriyip gideceğimizi de öngörmemiz gerekir. Gereksiz ve basit görülen her paylaşım aslında bu direnişin devamını sağladığı için değerlidir de. Ve özgürce yılbaşı(!) kutlamak isteyenler, bizim de bu haklı direnişimizde özgür olduğumuzu bilmeliler.
Kimseye kutlamayın demiyoruz, ‘gözlerimizi kirletmeyin’ diyoruz.