Kültür; toplumun düşünme, duyma, hissetme birliğini ve alışkanlıklarını ifade eden, gündelik hayat pratiklerini şekillendiren bir yaşam biçimini tanımlar. Çok geniş tanımlama imkânı bulabileceğimiz kültür kavramının bu öz ifadesi aynı zamanda kültürün ortak bir tavır/algılama durumunu yansıttığını ve miras bırakılarak sonraki nesillere aktarılabilen bir özelliği olduğunu vurgulamaktadır. Hayatı okumaya, düşünceleri, ideolojileri, his ve duyguları anlamlandırmaya katkı sağlayan kültür bir noktada yaşamımızın yol haritasını oluşturur.
Kültürün öğelerini oluşturan dil, din, sanat, vb. hususların inşa edilmesinde, şekillendirilmesinde ise toplumla birlikte iktidar odaklarının belirgin olabileceği bir durum söz konusudur. Bu noktada iktidarı sadece zorlama ile gücü elinde tutan bir yapı olarak değil, toplumun kurumları arasında belirgin olan yaygın araçlar, bu araçları kontrol eden mekanizmalar olarak da tanımlamak mümkündür.
Dolayısıyla bu mekanizmaların/güç ilişkilerinin, hegemonyanın bir toplumsal yapı inşasından söz edilebilir. Bunun gerçekleşmesini mümkün kılan husus ise iktidarın kültürel yaşamda görünen/hissettirilen yansımalarıdır. Bir kültür uygulayıcısı olan iktidar yapıları bireylerin, toplumların düşünsel faaliyetlerini, gündelik ilişkilerini ve hayata bakış açılarını şekillendirebilecek bir işlevselliğe sahiptir.
Bu bağlamda, modernleşme süreçlerinden itibaren aktarıla gelen batı kültürünün kutsallığı söylemi (!) tam da bu noktada, kültürel iktidar söylemidir. Politiktir ve aynı zamanda idealize edilmiş bir yaşam biçimini merkezileştirir. Düşünce tarihinin dönemsel ayrımlarında kültürel iktidar dokunuşlarının bu şekilde izlerini görmek mümkündür. Bu çerçeveden bakıldığı vakit, son yüz yıllarda Batı söyleminin egemen olduğu her dil, aynı zamanda bir iktidar ideolojisinin taşıyıcısıdır. Modernleşme tarihimizde de Batı’nın kültürel hegemonya gücünü yansıtan bu dilin izlerini, bu radikal dönüşümlerin parçalayıcı hikâyelerini görebiliriz.
Özellikle Türkiye’nin siyasi/kültürel dönüşüm süreci iyi bir örnek teşkil etmektedir. İktidarın kullanmış olduğu modernist dil, bir siyasal yapı inşa etmenin yanı sıra, kültürel bir devrim yapması ile kalıcı iz bırakmıştır. Dolayısıyla iktidar göstergesi olan her kültürel kod, kutsanmış ve yol haritası olarak topluma sunulmuştur. Bu kültürel kodlar arasında Batı akılcılığı, modernizm, laiklik, sekülerlik kavramları olumlanırken, Doğu ve Doğu’ya ait her türlü yaşam biçimi, inanç biçimleri sorgulanan, eleştirel ve hatta negatif kelimelerle çerçevelenen bir konumda yer almıştır. İslam’ın anlatımı da kültür taşıyıcısı iktidar tarafından biçimlendirilmiş, yeni bir Müslüman/İslam algısı inşa edilmeye çalışılmıştır. Bu yöntem, aynı zamanda Batı’nın oryantalist bakış açısı ile şekillendirilen Doğu/İslam algısı ile benzerlik taşımaktadır. Bu anlatımlar ise dönemin seçkin (!) elitleri, iktidar taşıyıcıları, kültürel sermaye grupları ile kuvvetlendirilirken, toplum arasında dergi, gazete ve edebi eserlerle yaygınlaştırılmıştır.
Öne çıkan bu anlatımlarla Müslümanlar basmakalıp yargılarla yobaz, terörist, gerici, barbar, şehvet düşkünü gösterilmiş; İslam ile ilişkili kavramlar da, gerçeğinden uzak radikalize olay ve eylemlerle kategorilendirilmiştir. Oryantalist bir anlatım taşıyan bu içerikler, Batı’da Orta Çağ’dan beri var olagelmiştir. Kara propagandalarla üretilen İslam karşıtlığı dili/söylemi, modern hayatta tehdit edici İslamofobik tavır ve eylemlere de zemin hazırlamıştır.
Self oryantalizasyon pratikleri ile ortaya çıkan bu sosyolojik gerçeklik, Türkiye’de artarak görünür olmaya devam etmiştir. Batı politikasının/medyasının kullanmış olduğu İslamofobik dili, hayali korkuları, farklı biçimleriyle kullanan Türkiye medyası, Self oryantalist paradigma ile İslamofobik imgeler üretmiş ve bu sayede, kendi iç ötekisini, düşmanını yaratmıştır.
Self Oryantalist Dilin Popülaritesi
Siyasi dönemlerde daha belirgin hale gelen, İslam/Müslüman karşıtlığı üzerinden siyasal/kültürel iktidarını sürdürmeyi amaçlayan self oryantalist İslamofobik dil, iletişim araçları ile yaygınlaşmaya ve hatta benimsenmeye devam etmektedir. Kimi zaman ise bu dilin üretmiş olduğu anlatımlar/hikâyeler/kurgular, gerçeğin/özün yerine geçmekte ve dışlanmış bir İslam/Müslüman algısı üretilmektedir. 28 Ekim 2022 tarihinde yayımlanmaya başlayan ve son dönemlerde yayınlandığı gün içerisinde en çok izlenen programlar arasında olan Kızılcık Şerbeti isimli dizi, Türkiye’nin kitle iletişim araçlarında kültürel bir iktidar söylemi haline gelen ve belirli tonlarla var olan self oryantalist İslamofobik dilin en yakın tarihli örneğidir.
Muhafazakâr bir görünüme sahi/hayat tarzı olan Ünal ailesi ile seküler bir hayat tarzı olan Korkmaz ailesi arasındaki anlaşmazlıkları, kültürel ayrımları konu edinen dizi, iki ailenin sürdürdüğü yaşam ve inanç farklılıklarındaki zıtlık/karşıtlıklar üzerine kurgulanır. Aynı zamanda dizide, ibadetler, İslami semboller, İslami giyim/görünüm unsurları, dini söylem ve ifadeler, dini mekânlar oldukça fazla yer almaktadır. Dizinin belki de en dikkat çekici yanı, dizinin bu sahnelerinde görünür olan self oryantalist İslamofobik içeriklerdir.
Bu içeriklerde; muhafazakâr yaşam tarzının bir problem olması, İslami giyim/görünüme sahip kişilerin modern topluma zarar vermesi ve bu kişilerin yaşam biçimlerinin (kültürel aktiviteleri, beslenme biçimleri, ekonomik tercihleri vb.) ve dini pratiklerinin sorun teşkil etmesi gibi anlatımlar görünür olmaktadır.
İslamofobik Retorikler
İslam ve Müslümanlarla ilgili içeriklerin Türkiye medyasında, eleştiri, alay edici/küçümseyici, dışlayıcı/kutuplaştırıcı ve olumsuz sıfatlarla çerçevelendiği gözlemlenebilir.
Dizinin bazı sahnelerinde yer alan; başörtülü bir kadına “…Bunlar da her yerde”; turizm sektörü ile ilgili bir sahnede “…termal otel işletiyoruz” sözü üzerine “…nerde o eski oteller. Şimdi hep kafası kapalılar doluşuyor”; doktor muayenesinde; “Ne şimdi bu? Besmele ile ultrasona bakıyorlar. Çocuğu besmele mi kurtaracak…”; “işimiz duaya kaldıysa daha çok bekleriz!” şeklinde ifadeler de self oryantalist bir söylemin izleri görülmektedir. Aşağıdaki bazı diyaloglar da bu izlerin ne kadar derinleşebileceğini göstermektedir:
- “… Aman anne! Şimdiki kaplıcalarla o zamankiler bir mi? Kitlesi tamamen değişti. Nerde kafası kapalılar var onlar doluşuyor oralara…”
-“… Nur Sema senin yüzün ne kadar güzel… Baksana çizilmiş gibisin. Niye kapattın ki kafanı?”
-“… Bu kurallar sence de biraz fazla değil mi?.. Köpek yasak. Peki kuş, şu olabilir mi?”
-“… Doğa sen ne olduğunun farkında mısın? - Ne oluyor anne? - Doktor kapalı. - ee? - ee ne Doğa? Kızım anlamıyor musun? Seni erkek doktor kontrol etmesin diye apar topar buraya getirdiler! …”
-“… Fatih ben seni sevdiğim için katlanıyorum birçok şeye. Çok af edersin. Sen neye katlanıyorsun Doğa? Her şeye. Bütün bu saçmalıklara. O yasak, bu günah, diğeri haram…”
- “… bak Allah aşkına! Kafasını kapatmış ama sokaklarda el ele. …bunlar hep böyle! ...”
-“… Seninle seçtiğimiz duvar kâğıdı var ya! Olay oldu. Harammış, günahmış… - Anlamadım, duvar kâğıdı mı harammış, boya badana mı helalmiş anlamadım!...”
-“… Tabi zamanla bütün gerçekler herkesin yüzüne tokat gibi çarpmaya başladı. - Ne olmuş Peki? Aldatma değildir umarım. - Aman yok canım! Muhafazakâr aileye gelin gitmenin saçmalıkları işte! …”
Sinematik kaygılarla bahsi geçen yapımın, bir televizyon dizisi olduğu ve söylemlerinin önemli bir problemli tarafının bulunmadığı iddia edilebilir. Fakat dizinin, izlenme pratikleri ve kaygılarıyla üretilip, bu üretim içerisinde, İslami kelime ve kavramların, dini pratiklerin, İslami hassasiyete sahip kişilerin tutum ve davranışlarının oryantalist bir dil ile ayrımcı, alaycı, dışlayıcı bir dille temsil edilmesi, toplum arasında İslamofobik dili inşa edip sürdürerek çeşitli tutumlara neden olmaktadır. Bu dil aslında modernleşme süreçlerinden itibaren tartışılagelen/miras kalan; modern-muhafazakar, tesettür-açık giyim, gerici-yobaz, medeni/çağdaş, seküler-dindar gibi karşıtlıkların medyatik yansımasıdır.
Mustafa Temel (Doç. Dr.)
Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi
"Medya ve Din: Bir Kültürel İktidar Meselesi" dosyasındaki diğer metinler için tıklayınız.
Ek Okumalar
1-İktidar, Bertrand Russell, Cem Yayınevi
2-Kültür ve İktidar, Pierre Bourdieu'nün Sosyolojisi, David Swartz, İletişim Yayınları
3-Kolektif, Popüler Kültür ve İktidar, Vadi Yayınları
4-Elias Canetti, Kitle ve İktidar, Ayrıntı Yayınları
5-Niyzi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Yapı Kredi Yayınları
6-İsmail Kara, Cumhuriyet Türkiye’sinde bir mesele olarak İslam I ve II, Dergah Yayınları
7-Şerif Mardin, Türkiye’de Din ve Siyaset, İletişim Yayınları
8-Şerif Mardin, İdeoloji, İletişim Yayınları