“Medya” ve “din” ilişkisinde disiplinler arası akademik çalışmalar ekonomi, siyaset, sosyoloji, eğitim, uluslararası ilişkiler, kültür, dijitalleşme vb. alanlarda seyreden bir dizi denklemden oluşmaktadır. Bu denklemlerin her biri medya ve din ilişkisinde imkanlar, fırsatlar, riskler ve tehditleri belirli yönleriyle ele alarak, çözüm önerisi getirmektedir. Ancak bu yaklaşımların pek çoğunda medyanın kurumsal yapısına yönelik bakış açısının göz ardı edildiği görülmektedir. Burada iki sohbetten yapılan çıkarımla medya ve din ilişkisinde kurumsal yapının etkisine temas edilecektir.
Birinci denklem: Geleneksel bilgi
Değerli bir hocamın hatırası birinci denklemi, yani geleneksel dini bilgi edinme/aktarma yolunu, ifade ediyor:
Hocamız, Ankara’nın bir ilçesinde aşkla ve şevkle vaizlik yapmaktadır. Bununla birlikte göreviyle, davası anlamında bağlantılı farklı bir unvan ve yöntemle görev yapmayı arzu etmektedir. Bu arzusuna binaen, istediği unvan için açılan bir sınava girer, sınavı kazanır ve atanmak için anne ve babasıyla istişare etmeye karar verir. Anadolu’nun geleneksel şehirlerinden birinde yaşayan ailesini telefonla arar. İslam’ı geleneksel motiflerle yaşan annesi ve babası telefonun diğer tarafında oğullarını dinler. Hocamız durumu anlatır ve “Anacım, babacım, ne dersiniz müsaadeniz var mı?” diye sorar. Babasından öfkeli bir ses duyulur: “Kitabı elinden atacaksın da sazı mı alacaksın? Olmaz öyle şey!”
İkinci denklem: Duygusal etki
Bir diğer hatıra ise ikinci denklemi, yani modern dini bilgi edinme/aktarma yoluna, başka bir deyişle dinin medyatikleşmesine işaret ediyor:
Dinî musikî alanında Türkiye’nin önemli akademisyenlerinden olan hocamız, dini konuların etraflıca konuşulduğu, tartışıldığı, yüzlerce insanın takip ettiği, Frankfurt’ta 3-4 günlük ilmî bir toplantıya katılır. Toplantıda ülkemizdeki ilahiyat fakültelerinden ilim adamları da vardır. Uzun süreli müzakereler yapılır, ilim adamları fikirlerini serdeder, dinleyiciler notlar tutar... Toplantının son gününde, dinî musiki de ele alınır ve kapanışta hocamızdan ney üflemesi istenir. Hocamız hazırlıklı gelmiştir ve yaklaşık on dakika süresince ney üfler ve ney’in bıraktığı manevî/duygusal etkiyle dinleyicilerin tamamı ayağa kalkarak alkışlamaya başlar. Ney dinletisi, herkesi duygulandırmış ve bu beğeni alkışlama yoluyla neyzene ifade edilmiştir. Toplantı biter ve ardından toplantıya iştirak ederek günlerce fikirlerini aktarmış ve müzakerelerde bulunmuş ilim adamlarından biri ney üfleyen hocamıza yaklaşır ve şöyle der: “Hocam, burada günlerdir, dini konuları anlatıyoruz, müzakere ediyoruz, çalışıyoruz. İnsanlara dini anlatıyoruz. Allah’ın bir kulu bile alkışlamazken, senin on dakikalık ney üflemene yüzlerce kişi alkış tuttu. Sen bizim konuşmalarımızdan daha etkili bir şey yaptın. Bunu yapmaya devam et.”
Geleneksel Bilgi mi? Duygusal Etki mi?
Bu iki hatırada ortak nokta “saz” gibi görünse de esasında odaklanılması gereken husus dinselin aktarılma biçimlerine yüklenen anlamda yatmaktadır. Birinci hatırada, yani denklemde, geleneksel bilgi edinme/aktarma yöntemi esas alınıp duygusal etkinin geri plana itildiği; ikincisinde de geleneksel bilgi edinme/aktarma yerine duygusal etkinin daha avantajlı konuma sahip olduğu yönünde bir yaklaşım söz konusudur.
Medya ve din ilişkisinde bu iki denklemin çeşitli tezahürleri de kendini göstermektedir. Söz gelimi televizyon kuruluşlarının yayın içeriklerine göz atıldığından bu iki denklem rahatlıkla müşahede edilebilmektedir.
Birinci denklemi esas alan televizyon kanalları, her ne kadar popüler kültürün temel aktörlerinden olan görsel-işitsel yayın araçlarını etkin olarak kullansa da, tamamen kendilerini mecranın akışına kaptırmamak için gayret gösterirler. Bu çaba, geleneksel dini bilgiyi doğrudan aktarmanın daha ağır bastığı, duygusal etkilerin “temel belirleyici motivasyon” olmadığı programlarda kendini ziyadesiyle aşikar eder. Kur’an-ı Kerim tilaveti, tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve ahlak gibi konularla çevrelenmiş, sohbet ağırlıklı programlar yayınlanır. Dinin hayatın kıyısında bir yerlerde değil, tam merkezinde bulunduğunu vurgulayan film ve belgesellere ihtimam gösterilir. Diğer yandan programlara katılan hanımların kıyafet tercihlerine ve hanımların sunucu veya konuk olduğu programlarda yakın plan kullanmamaya özen gösterilir. Reklamlarla, dini anlatının zedelenmesine izin verilmez. Duygusal etki sadece, uzun süreli dini sohbetlerde dini musiki icra edilerek oluşturulur. Bu da insanların ekrandan uzaklaşmasını engellemek, sohbetten sıkılmamasını temin etmek maksadıyla uygulanır. Yani tümüne bakıldığında “medyatikleşme” sürecine teğet geçmek için gayret sarf edilir.
İkinci denklemse, dinin medyatikleştirilmesi sürecine karşılık gelmektedir. Bu süreçte, dinsel içerikler, medyanın içeriklerine dahil olur. Müdahil olmaz. Bu, Çamdereli’nin “Tek gerçeklik medyanın kendisidir, medyanın gerçekliğidir. Medyatik olan medyatik gerçekliğin temsilinden ibarettir” ifadelerinin yansıma biçimidir (Çamdereli, 2018, s. 15).
Çamredeli’nin ikinci denkleme denk gelen bakışı şöyledir:
Birinci denklem: Geleneksel bilgi
Değerli bir hocamın hatırası birinci denklemi, yani geleneksel dini bilgi edinme/aktarma yolunu, ifade ediyor:
Hocamız, Ankara’nın bir ilçesinde aşkla ve şevkle vaizlik yapmaktadır. Bununla birlikte göreviyle, davası anlamında bağlantılı farklı bir unvan ve yöntemle görev yapmayı arzu etmektedir. Bu arzusuna binaen, istediği unvan için açılan bir sınava girer, sınavı kazanır ve atanmak için anne ve babasıyla istişare etmeye karar verir. Anadolu’nun geleneksel şehirlerinden birinde yaşayan ailesini telefonla arar. İslam’ı geleneksel motiflerle yaşan annesi ve babası telefonun diğer tarafında oğullarını dinler. Hocamız durumu anlatır ve “Anacım, babacım, ne dersiniz müsaadeniz var mı?” diye sorar. Babasından öfkeli bir ses duyulur: “Kitabı elinden atacaksın da sazı mı alacaksın? Olmaz öyle şey!”
İkinci denklem: Duygusal etki
Bir diğer hatıra ise ikinci denklemi, yani modern dini bilgi edinme/aktarma yoluna, başka bir deyişle dinin medyatikleşmesine işaret ediyor:
Dinî musikî alanında Türkiye’nin önemli akademisyenlerinden olan hocamız, dini konuların etraflıca konuşulduğu, tartışıldığı, yüzlerce insanın takip ettiği, Frankfurt’ta 3-4 günlük ilmî bir toplantıya katılır. Toplantıda ülkemizdeki ilahiyat fakültelerinden ilim adamları da vardır. Uzun süreli müzakereler yapılır, ilim adamları fikirlerini serdeder, dinleyiciler notlar tutar... Toplantının son gününde, dinî musiki de ele alınır ve kapanışta hocamızdan ney üflemesi istenir. Hocamız hazırlıklı gelmiştir ve yaklaşık on dakika süresince ney üfler ve ney’in bıraktığı manevî/duygusal etkiyle dinleyicilerin tamamı ayağa kalkarak alkışlamaya başlar. Ney dinletisi, herkesi duygulandırmış ve bu beğeni alkışlama yoluyla neyzene ifade edilmiştir. Toplantı biter ve ardından toplantıya iştirak ederek günlerce fikirlerini aktarmış ve müzakerelerde bulunmuş ilim adamlarından biri ney üfleyen hocamıza yaklaşır ve şöyle der: “Hocam, burada günlerdir, dini konuları anlatıyoruz, müzakere ediyoruz, çalışıyoruz. İnsanlara dini anlatıyoruz. Allah’ın bir kulu bile alkışlamazken, senin on dakikalık ney üflemene yüzlerce kişi alkış tuttu. Sen bizim konuşmalarımızdan daha etkili bir şey yaptın. Bunu yapmaya devam et.”
Geleneksel Bilgi mi? Duygusal Etki mi?
Bu iki hatırada ortak nokta “saz” gibi görünse de esasında odaklanılması gereken husus dinselin aktarılma biçimlerine yüklenen anlamda yatmaktadır. Birinci hatırada, yani denklemde, geleneksel bilgi edinme/aktarma yöntemi esas alınıp duygusal etkinin geri plana itildiği; ikincisinde de geleneksel bilgi edinme/aktarma yerine duygusal etkinin daha avantajlı konuma sahip olduğu yönünde bir yaklaşım söz konusudur.
Medya ve din ilişkisinde bu iki denklemin çeşitli tezahürleri de kendini göstermektedir. Söz gelimi televizyon kuruluşlarının yayın içeriklerine göz atıldığından bu iki denklem rahatlıkla müşahede edilebilmektedir.
Birinci denklemi esas alan televizyon kanalları, her ne kadar popüler kültürün temel aktörlerinden olan görsel-işitsel yayın araçlarını etkin olarak kullansa da, tamamen kendilerini mecranın akışına kaptırmamak için gayret gösterirler. Bu çaba, geleneksel dini bilgiyi doğrudan aktarmanın daha ağır bastığı, duygusal etkilerin “temel belirleyici motivasyon” olmadığı programlarda kendini ziyadesiyle aşikar eder. Kur’an-ı Kerim tilaveti, tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve ahlak gibi konularla çevrelenmiş, sohbet ağırlıklı programlar yayınlanır. Dinin hayatın kıyısında bir yerlerde değil, tam merkezinde bulunduğunu vurgulayan film ve belgesellere ihtimam gösterilir. Diğer yandan programlara katılan hanımların kıyafet tercihlerine ve hanımların sunucu veya konuk olduğu programlarda yakın plan kullanmamaya özen gösterilir. Reklamlarla, dini anlatının zedelenmesine izin verilmez. Duygusal etki sadece, uzun süreli dini sohbetlerde dini musiki icra edilerek oluşturulur. Bu da insanların ekrandan uzaklaşmasını engellemek, sohbetten sıkılmamasını temin etmek maksadıyla uygulanır. Yani tümüne bakıldığında “medyatikleşme” sürecine teğet geçmek için gayret sarf edilir.
İkinci denklemse, dinin medyatikleştirilmesi sürecine karşılık gelmektedir. Bu süreçte, dinsel içerikler, medyanın içeriklerine dahil olur. Müdahil olmaz. Bu, Çamdereli’nin “Tek gerçeklik medyanın kendisidir, medyanın gerçekliğidir. Medyatik olan medyatik gerçekliğin temsilinden ibarettir” ifadelerinin yansıma biçimidir (Çamdereli, 2018, s. 15).
Çamredeli’nin ikinci denkleme denk gelen bakışı şöyledir:
“Medya kendisine itaat edilmesini ister, her dinin istediği gibi. Medya kendi katedraline cemaat, ilahlarına ibadet ister. Dinin ne olduğu değil, medya dininin ne olduğu, medya için tek geçerliliktir. Tek gerçek medyanın dinidir. Gerçek din medyada, medyatikleşmekten öteye geçemez. Medyanın kurallarına biat ettirilen bir din, medyatik temsil biçimlerini mubah gören, medyanın ritüelleri arasında yerine almaya çalışan bir dindir…” (Çamdereli, 2018, s. 17)
İkinci denklemin tezahürleriyse şöyledir: Sahne, ışık, ses ve dekor kullanımında ölçü, dini kültür değil görüntü kültürüdür. Reklamlarda dinin cezai müeyyide öngördüğü unsurların bile program aralarına sızdığına sıklıkla şahit olunur. Örneğin, bant reklamlardaki tüketime sevk eden ürünler teşhir edilirken Ramazan ayında tüketim kültürünü israf temelinde anlatan bir anlatıcı/vaiz/hocanın görüntü ve konuşmaları bu reklamlara eşlik eder. Musiki, bir ara verme, dinlenme olmaktan ziyade, söyleme duygusallık katarak etki gücünü artırmaya yönelik bir enstrüman olarak kullanılır. Öyle ki, rap müzik ile zikir yapılan dinleti esnasında izleyicinin zikir meclislerindeki gibi cezbeye kapılması/kaptırılması bu enstrümanın ne kadar etkili olduğunu göstermesi bakımından yakın bir örnektir.
Medya ve din ilişkisinde böylesi iki denklemin varlığı bilinmektedir ve dinin/dinselin anlatımında/aktarımında mesele kurumsal yapıların tercihlerine göre belirlenmiş görünmektedir.
KAYNAKÇA
Çamdereli, M. (2018). Din Ekranda Nasıl Durur? İstanbul: Ketebe Yayınları.
*Bu yazı, Anadolu Gençlik Dergisi'nin Eylül 2019 Sayısından iktibas edilmiştir.
Medya ve din ilişkisinde böylesi iki denklemin varlığı bilinmektedir ve dinin/dinselin anlatımında/aktarımında mesele kurumsal yapıların tercihlerine göre belirlenmiş görünmektedir.
KAYNAKÇA
Çamdereli, M. (2018). Din Ekranda Nasıl Durur? İstanbul: Ketebe Yayınları.
*Bu yazı, Anadolu Gençlik Dergisi'nin Eylül 2019 Sayısından iktibas edilmiştir.
Medya, etkinliğini artırmak için hiç bir sınır tanımadığı gibi her türlü kuralı ve değeri pervasızca çiğner. Çiğnediği ilk şey dini ve ahlaki değer ve inançtır. Çünkü medyaya karşı çıkabilecek tek şey din ve ahlaktır. Bunun için bu konudaki tahribatın sınırlarına bakıldığında disiplinler arası ciddi araştırmalar ve tedbirlerin zorunluluğu karşumıza çıkıyor. Ekranların kapatılması mümkün olmadığına göre bu dünyanın imkanlarını avantaja çevirecek alternatif yayıncılığın güçlendirilmesi için kimin elinde ne varsa seferber etmesi gerekmektedir.