Biten, medyada yer bulan görüntüleri çeşitli şekillerde yasaklamak yerine, İslamî bilinçle medya içeriklerini değerlendirecek nesillere ihtiyaç olduğunu söyledi.
İslamvemedya.com’a konuşan Mehmet Biten, insanların bilinçli bir şekilde medyayı takip etmesi gerektiğini belirterek “Siz isteseniz de istemeseniz de insanların ulaşmak istedikleri her şeye ulaşması artık çok kolay. Hatta harama ulaşmak, helale ulaşmaktan daha kolay. Burada ne devreye giriyor? İşte burada insanın tavrı, edası devreye giriyor. Bir birey dinen uygun olmayan bir durumla, görüntüyle karşılaştığı zaman, hangi durumu tercih edecek? Bunu seçecek yetiye ulaştırmak lazım. Bu noktaya gelinmesi lazım.” diye konuştu.
“Medyaya karşı tepkiselliğimizin nedeni dini kimliğimiz mi?”
Medya karşısında tepkiselliğin kaynağının önemli olduğunu vurgulayan Biten, “Tepkiselliğimiz neden kaynaklanıyor? Örneğin televizyonda çıkan müstehcen bir görüntüye karşı tepkiselliğimiz cinsî kimliğimizden mi kaynaklanıyor, yoksa dini kimliğimizden mi? Bunu doğru bir şekilde ortaya koymamız lazım. O kodu, doğru bir şekilde yerine yerleştirdiğimizde, problemler aşılıp gidecek. Bir insan televizyonun karşısındayken, kirli bir reklam başladığında, tepkiselliğini dile getirecek bir duygu, ruh oluşması lazım. O etkiyi içinde bulması, yakalaması lazım.”dedi.
“Bireysel refleksler yerine, bütüncül yaklaşımlar geliştirilmeli”
Biten, insanları medyaya karşı doğru bir bilince ulaştırmak yerine, bireysel baskı ve reflekslerle bir yere varılamayacağını kaydetti. “Toplumun yozlaşmasındaki en önemli neden, bastırılmış duyguların, baskı ortamından çıkıldığı anda yerine getirilme isteğidir” diyen Biten şöyle devam etti:
“Bugün insanlara zor bir yaşam biçimi sunuyorsun. İslam, en zor yaşanılacak çağını yaşıyor belki de. Haramların bu kadar mubahlaştığı, haramlara kadar kolay ulaşılabildiği bir noktada, bundaki en önemli etkenlerden birisi medyadır. Bu aygıtı nasıl kullanacağız? Bütün temel espri burada aslında. Bu aygıtlara hüküm mü edeceğiz, yoksa bu aygıtlar mı bize hükmedecek? Hangimiz dönüşecek. Bu aygıt mı bizi dönüştürecek, yoksa biz bu aygıtı mı dönüştüreceğiz.”
“İçerik değişmedikten sonra, sahipliğin değişmesinin hiçbir manası yok”
90’lı yıllarda İslamî camiadaki “Bizim de medyamız olmalı” şeklindeki serzenişleri hatırlatarak bugün hangi konumda bulunduğumuza temas eden Biten şunları söyledi:
“90’lı yıllarda medyamız olsun, medyamız olsun diyip duruyorduk. Bugün istemediğimiz kadar medyamız var da, neyi değiştirebiliyoruz? Neyi dönüştürebiliyoruz? Hangi noktadayız? Bu topluma o gün baktığımız noktadan bakabiliyor muyuz? Medyanın ihtiyacını duyduğumuz yerde, bugün birçok medyamız var, ancak o gün aktarmak istediklerimizi bugün aktarabiliyor muyuz? Belki en önemli soru bu. Böyle bir derdimiz kaldı mı? Bizim insanlara dair bir endişemiz var mı? Biz artık, o eski biz miyiz? Sadece sahiplik değişmesi, içeriği değiştirmiyor. İçerik baki kaldıktan sonra, değişikliğin hiçbir manası yok. Şimdi başörtülü karakterlerin bulunduğu diziler yapılıyor. Eskiden başörtülüler neden yok diye eleştiriyordu insanlar. Şimdi başrolde başörtülü karakterler var. Ne değişiyor? Bir tane oyuncunun başına eşarp örtmesi mi meseleydi?"
“TV ekranlarında karşılaştığımız görüntüler, hanelerin yansımasıdır”
Neyi muhafaza ediyoruz? Muhafaza ettiğimiz şey ne? Bu kronik rahatsızlığı muhafaza ediyorsak, bu tutuculuktur, muhafaza etmek değildir. Kadim değerlerimizi, geleneğimizi taşımak muhafaza etmekse, bu ikisi arasında tezat vardır. Bu muhafazakarlık algısıyla ancak bu kadar olur. Ancak şunu dikkatten kaçırmamak gerekiyor. Bu da, toplumun bütün öbeklerinin beraberce birbirini etkilediği bir şey. O televizyon ekranında karşılaştığımız şey, hanelere de düşmüş bir yansıması"
İslamvemedya.com’a konuşan Mehmet Biten, insanların bilinçli bir şekilde medyayı takip etmesi gerektiğini belirterek “Siz isteseniz de istemeseniz de insanların ulaşmak istedikleri her şeye ulaşması artık çok kolay. Hatta harama ulaşmak, helale ulaşmaktan daha kolay. Burada ne devreye giriyor? İşte burada insanın tavrı, edası devreye giriyor. Bir birey dinen uygun olmayan bir durumla, görüntüyle karşılaştığı zaman, hangi durumu tercih edecek? Bunu seçecek yetiye ulaştırmak lazım. Bu noktaya gelinmesi lazım.” diye konuştu.
“Medyaya karşı tepkiselliğimizin nedeni dini kimliğimiz mi?”
Medya karşısında tepkiselliğin kaynağının önemli olduğunu vurgulayan Biten, “Tepkiselliğimiz neden kaynaklanıyor? Örneğin televizyonda çıkan müstehcen bir görüntüye karşı tepkiselliğimiz cinsî kimliğimizden mi kaynaklanıyor, yoksa dini kimliğimizden mi? Bunu doğru bir şekilde ortaya koymamız lazım. O kodu, doğru bir şekilde yerine yerleştirdiğimizde, problemler aşılıp gidecek. Bir insan televizyonun karşısındayken, kirli bir reklam başladığında, tepkiselliğini dile getirecek bir duygu, ruh oluşması lazım. O etkiyi içinde bulması, yakalaması lazım.”dedi.
“Bireysel refleksler yerine, bütüncül yaklaşımlar geliştirilmeli”
Biten, insanları medyaya karşı doğru bir bilince ulaştırmak yerine, bireysel baskı ve reflekslerle bir yere varılamayacağını kaydetti. “Toplumun yozlaşmasındaki en önemli neden, bastırılmış duyguların, baskı ortamından çıkıldığı anda yerine getirilme isteğidir” diyen Biten şöyle devam etti:
“Bugün insanlara zor bir yaşam biçimi sunuyorsun. İslam, en zor yaşanılacak çağını yaşıyor belki de. Haramların bu kadar mubahlaştığı, haramlara kadar kolay ulaşılabildiği bir noktada, bundaki en önemli etkenlerden birisi medyadır. Bu aygıtı nasıl kullanacağız? Bütün temel espri burada aslında. Bu aygıtlara hüküm mü edeceğiz, yoksa bu aygıtlar mı bize hükmedecek? Hangimiz dönüşecek. Bu aygıt mı bizi dönüştürecek, yoksa biz bu aygıtı mı dönüştüreceğiz.”
“İçerik değişmedikten sonra, sahipliğin değişmesinin hiçbir manası yok”
90’lı yıllarda İslamî camiadaki “Bizim de medyamız olmalı” şeklindeki serzenişleri hatırlatarak bugün hangi konumda bulunduğumuza temas eden Biten şunları söyledi:
“90’lı yıllarda medyamız olsun, medyamız olsun diyip duruyorduk. Bugün istemediğimiz kadar medyamız var da, neyi değiştirebiliyoruz? Neyi dönüştürebiliyoruz? Hangi noktadayız? Bu topluma o gün baktığımız noktadan bakabiliyor muyuz? Medyanın ihtiyacını duyduğumuz yerde, bugün birçok medyamız var, ancak o gün aktarmak istediklerimizi bugün aktarabiliyor muyuz? Belki en önemli soru bu. Böyle bir derdimiz kaldı mı? Bizim insanlara dair bir endişemiz var mı? Biz artık, o eski biz miyiz? Sadece sahiplik değişmesi, içeriği değiştirmiyor. İçerik baki kaldıktan sonra, değişikliğin hiçbir manası yok. Şimdi başörtülü karakterlerin bulunduğu diziler yapılıyor. Eskiden başörtülüler neden yok diye eleştiriyordu insanlar. Şimdi başrolde başörtülü karakterler var. Ne değişiyor? Bir tane oyuncunun başına eşarp örtmesi mi meseleydi?"
“TV ekranlarında karşılaştığımız görüntüler, hanelerin yansımasıdır”
Neyi muhafaza ediyoruz? Muhafaza ettiğimiz şey ne? Bu kronik rahatsızlığı muhafaza ediyorsak, bu tutuculuktur, muhafaza etmek değildir. Kadim değerlerimizi, geleneğimizi taşımak muhafaza etmekse, bu ikisi arasında tezat vardır. Bu muhafazakarlık algısıyla ancak bu kadar olur. Ancak şunu dikkatten kaçırmamak gerekiyor. Bu da, toplumun bütün öbeklerinin beraberce birbirini etkilediği bir şey. O televizyon ekranında karşılaştığımız şey, hanelere de düşmüş bir yansıması"