Ramazan’da dini temalı programların, reytinglerde en üst sıralarda yer alması, dinî konularda insanların medyanın etkisine açık olduğunu gösteren önemli ölçütlerden biri. Ramazan’da yaşanan yoğun manevî duygular, medyayı izleme konusunda da insanların dinî temalı programları takip etmesine neden oluyor. Peki, Ramazan ayında medya, insanların dinî evrenlerini, dindarlıklarını, dinsel öğelere ilişkin algısını nasıl etkiliyor? Ramazan ayında yayınlanan reklamlar, insanların tüketimini nasıl yönlendiriyor?
Ramazan’da medyanın etkilerini Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. vejdi bilgin ile konuştuk.
İslamvemedya.com: Ramazan başlamadan evvel, yayınlanan haberler ilk olarak oruç tutulacak saatlerin uzunluğu, pide zammı, Ramazan’ın sağlığa etkileri, hangi besinlerin tüketilmesi gerektiği gibi konulardan oluşuyor. Sizce bu yaklaşım, Ramazan’a yönelik algıda nasıl bir etki oluşturur?
Vejdi Bilgin: Dinî tartışmalar dışındaki medya gündeminin Ramazan ve oruç konusunda insanlar üzerinde olumlu ya da olumsuz bir etkiye neden olduğu kanaatinde değilim. Hatta oruç tutanlar açısından özellikle beslenme konusunun faydalı olduğunu düşünüyorum. Zira Türk toplumunun beslenme alışkanlıkları çoğunlukla sağlıklı değil ve bu olumsuz durum gittikçe yaygınlaşıyor. Yani eskiye göre daha fazla besin tüketiyor, öğünlerimizdeki yiyecekleri çeşitlendiriyor, sofralarımızdaki tatlı çeşitleri artırıyor, sun’i içeceklere daha fazla rağbet ediyoruz. Bunlar genel anlamda sağlığa zararlı olduğu gibi, esasında oruç tutmayı da psikolojik ve fizyolojik yönden zorlaştırıyor. Bundan dolayı özellikle beslenme ile ilgili yayınların olumlu olduğunu söylemek gerek. Şüphesiz beslenme uzmanları arasında uzun süreli açlığın, dolayısıyla orucun insan sağlığına zararlı olduğunu düşünenler de var. Ancak bunlar özellikle Ramazan arefesinde veya içinde medyaya çıkıp görüş bildirmiyorlar.
“Ramazan reklamlarıyla kalıcı tüketim kalıpları oluşturulmaya çalışılıyor”
İslamvemedya.com: Diğer taraftan, medya kuruluşlarında “Ramazan” temalı reklamlar yayınlanıyor. Bu temayı içeren reklamların genel gayesi de tüketime sevk etmek.Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Vejdi Bilgin: Şirketler ve reklamcılar her fırsatı kâra dönüştürmek amacında olduklarından dolayı Ramazan’ı asla es geçmiyorlar. Özellikle içecek reklamlarının hemen oruç teması etrafında yeniden şekillendiğini görüyoruz. Hatta doğrudan oruçla alakası olmadığını düşündüğümüz tüketim alanları bile, örneğin cep telefonu ile iletişim bir anda Ramazan reklamlarının içine giriveriyor. Ramazan reklamlarında bir tarafta din ve maneviyat, diğer tarafta aile, komşuluk, yardımlaşma gibi unsurlar yoğun bir şekilde yer aldığı için, kanaatimce insanlar üzerinde tüketim açısından daha etkili oluyor. Burada şüphesiz sadece Ramazan’a özgü bir tüketim de amaçlanmıyor, kalıcı tüketim kalıpları oluşturulmaya çalışılıyor. Birey için, örneğin bir asitli içecek sadece susuzluğunu gideren bir ürün olarak değil, aynı zamanda orucunu açtığı o ulvi duygunun bir parçası olarak hem daha da güzelleşiyor (!) hem de meşrulaşıyor.
“Ramazan bir ibadet ayı olduğu kadar tüketim ve eğlence ayı olarak da algılanıyor”
İslamvemedya.com: Reklamlardan söz etmişken, Ramazana özgü televizyon programlarında bir taraftan örneğin israfın hükmü anlatılırken, reklam arasında belki de israfa yol açabilecek, insanları israfa sevk edebilecek reklamlar yayınlanıyor. Bu durum, insanların din algısını nasıl etkileyebilir?
Vejdi Bilgin: Türkiye’nin son yıllarda artan sosyo-ekonomik refahına paralel olarak girdiğimiz ciddi tüketim eğilimi Ramazan’da hız kaybetmediği gibi daha artıyor. Maalesef Ramazan bir ibadet ayı olduğu kadar tüketim ve eğlence ayı olarak da algılanıyor. Bireyler Ramazan ayında –açlığın da verdiği bir psikoloji ile- normal zamanda var olan tüketim kalıplarının üzerine çıkıyorlar. Bunu ev dışındaki maliyetli iftarlar, ayrıca ailelerin veya kurumların verdiği zengin iftar davetleri takip ediyor. Ayrıca bir de özellikle belediyelerin düzenlediği Ramazan eğlenceleri var. Bu belediyelerin muhafazakâr olması ve kamu kaynaklarıyla bu eğlenceleri düzenliyor olmaları da çok önemli bir konu.Kısa yaz gecelerinde eğlencelerin teravih saatiyle çakışması da kaçınılmaz. Tüketimden eğlenceye kadar hepsinin “iyi niyet”le yapılıyor olması Ramazan’ın manevi havasının başka bir boyuta doğru kaymasını engellemiyor.
“Televizyonlarda bazı hocalar, popüler kültür yıldızı ile reyting konusunda yarışır düzeye geldi” İslamvemedya.com: Ramazan ayına özgü programlarla veya daha genel olarak, dinî temalı televizyon programlarıyla özdeşleşen isimler var. Bir yerde televizyonun etkisiyle birlikte bu isimler, hocalar popülerleşiyorlar. Bu popüler hal, dinin anlatılmasını hangi yönde etkiler?
Vejdi Bilgin: Özel televizyon kanallarının 1990’lı yıllardan itibaren hayatımıza girmesi daha önce öngörmediğimiz bazı sonuçları doğurdu. 1970-80’lerde belli bir İslâmî bilince bürünen insanlar popüler kültüre ve onun aracısı olan teknolojik aygıtlara karşıydılar. Dolayısıyla gün gelip popüler kültür yıldızları içerisinde “hoca”ların da yer alacağını düşünemezlerdi. Bugün artık bu gerçeklik ile karşı karşıyayız. Türk televizyonlarında bazı hocalar pek çok popüler kültür yıldızı ile reyting konusunda yarışır düzeye geldi. Genel anlamda düşündüğümüzde hocaların birer popüler kültür ikonu olmaları, içinde yer aldıkları medyayı ve popüler kültür dünyasını meşrulaştırmaktadır. Hatta bazı hocalar sinema filminde yer alacak kadar bu işi büyütmüşlerdir. Dar anlamda, yani salt dinî açıdan konuya baktığımızda ise dinî ilginin ayakta tutulması, dinî bilgilenme ve eğlence programlarına alternatif oluşturabilmek açısından olumlu işlevlerden bahsedebiliriz. Burada aktarılan bilginin niteliği de önemlidir. Bugün ulusal televizyonlarda yer alan hocalar genel olarak Ehl-i Sünnet çizgisinden çıkmamaktadırlar. Ancak yerel kanallara doğru inildiğinde marjinal fikirlere rastlamakta veya dinin bir reklam/tüketim aracı olarak kullanılabildiğini görmekteyiz. Ayrıca bazı dinî konuların halk karşısında tartışmaya açılması da olumsuz etkilere neden olmaktadır.
“Teknoloji ile yaşanan dindarlık dinin öngördüğü insan modelinin önüne set çekiyor”
İslamvemedya.com: Geçmişte hocaların dizinde Kur’an okuyan/dinleyen bireyler varken günümüzde televizyondan/telefondan Kur’an okuyan dindar bireyler var. Bu nasıl bir dönüşümün işareti?Teknoloji endeksli dindarlık anlayışı mı doğuyor acaba?İletişim araçlarının dindarlığa etkileri konusunda neler söylemek istersiniz?
Vejdi Bilgin: Teknolojik aygıtlar insan ilişkilerinde uzun bir süredir yerini aldı. Bir insandan emir almıyor ya da vermiyor, bu ilişkiyi bir makineyle yaşıyoruz. Alıcı-satıcı ilişkisi de değişiyor; artık makineden bir şeyler satın alıyoruz. Maaşımızı mutemet denilen bir insandan değil bir ATM cihazından çekiyoruz. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bu gelişme dinî alanda da kendini gösterdi. Artık mevlidleri evdeki TV’den dinlemeye, Kur’an’ı CD’lerden öğrenmeye, mukabeleleri TV karşısında takip etmeye, namazı akıllı seccadeyle kılmaya başladık. Bu durum ilk bakışta dinî öğrenme ve yaşama konusunda imkânların artması gibi görünüyor. Zira herkes bir mukabele için camiye gidemeyebilir, iyi bir mevlidhan ile karşılaşmayabilir, Kur’an öğrenmek için gideceği Kur’an kursu ile çalışma saatleri uyuşmayabilir. Ancak daha derinlemesine olarak konuya baktığımızda iki önemli problem görüyoruz: İnsanın teknoloji ile girdiği ilişki doğasını yozlaştırıyor, ayrıca teknoloji ile yaşanan dindarlık dinin öngördüğü insan modelinin önüne set çekiyor. İnsan ancak kendisi gibi kanlı-canlı varlıklarla, velev ki bunlar hayvan olsun, ilişkisini sürdürdüğü müddetçe insandır. Yüz yüze ilişkilerin olmadığı, duygu ve düşünce etkileşimi olmayan bir dünyada varlığını sürdüren insan bir süre sonra insanî doğasına yabancılaşmakta, psiko-patolojik bir varlık haline gelmektedir. Bu varlık bencilliğe, yalnızlık ve güvensizliğe, takıntı ve saplantılara, suça ve günaha daha açık bir yapıya bürünmektedir. Dinin öngördüğü dindarlık da insanın ancak “insanca” ilişkiler içinde olduğu bir düzlemde gerçekleşir. Hemcinsine ve dindaşına yabancılaşmışizole bir dinî hayat, dinin arzu ettiği insan ve toplum modelini oluşturmaya engeldir.“Yeni dindar” din-kardeşi ile iletişime geçmeden, dinî mekanların ve grupların havasını solumadan, toplumsal sorumluluk ve yaptırım atmosferine girmeden bir dinî hayat arzu etmektedir. Kiminin “ekran dindarlığı” kimin “teknolojik dindarlık” dediği bu durum ilk bakışta bize pek çok imkan sunuyor gibi gözükse de, esasında din, dindarlık ve dindaşlığın kökünü kazımaktadır diyebiliriz.
“Teknoloji riyazeti” nin vakti gelmiştir
İslamvemedya.com: Eklemek istediğiniz başka bir husus var mı?
Vejdi Bilgin: Gündelik hayatta, özellikle de Ramazan’da nefsimizi nasıl ki dünyevi arzulardan uzak tutmak için gayret gösteriyorsak teknoloji bağımlılığından da uzak tutmalıyız. Doğrudan dinle alakası olmayanlar buna “teknoloji detoksu” diyorlar. Biz buna “teknoloji riyazeti” diyebiliriz. Teravih aralarında bile mesajlarımıza veya sosyal medyaya bakmaktan kendimizi alıkoyamıyorsak bu riyazetin vakti gelmiş demektir.
Ramazan’da medyanın etkilerini Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. vejdi bilgin ile konuştuk.
İslamvemedya.com: Ramazan başlamadan evvel, yayınlanan haberler ilk olarak oruç tutulacak saatlerin uzunluğu, pide zammı, Ramazan’ın sağlığa etkileri, hangi besinlerin tüketilmesi gerektiği gibi konulardan oluşuyor. Sizce bu yaklaşım, Ramazan’a yönelik algıda nasıl bir etki oluşturur?
Vejdi Bilgin: Dinî tartışmalar dışındaki medya gündeminin Ramazan ve oruç konusunda insanlar üzerinde olumlu ya da olumsuz bir etkiye neden olduğu kanaatinde değilim. Hatta oruç tutanlar açısından özellikle beslenme konusunun faydalı olduğunu düşünüyorum. Zira Türk toplumunun beslenme alışkanlıkları çoğunlukla sağlıklı değil ve bu olumsuz durum gittikçe yaygınlaşıyor. Yani eskiye göre daha fazla besin tüketiyor, öğünlerimizdeki yiyecekleri çeşitlendiriyor, sofralarımızdaki tatlı çeşitleri artırıyor, sun’i içeceklere daha fazla rağbet ediyoruz. Bunlar genel anlamda sağlığa zararlı olduğu gibi, esasında oruç tutmayı da psikolojik ve fizyolojik yönden zorlaştırıyor. Bundan dolayı özellikle beslenme ile ilgili yayınların olumlu olduğunu söylemek gerek. Şüphesiz beslenme uzmanları arasında uzun süreli açlığın, dolayısıyla orucun insan sağlığına zararlı olduğunu düşünenler de var. Ancak bunlar özellikle Ramazan arefesinde veya içinde medyaya çıkıp görüş bildirmiyorlar.
“Ramazan reklamlarıyla kalıcı tüketim kalıpları oluşturulmaya çalışılıyor”
İslamvemedya.com: Diğer taraftan, medya kuruluşlarında “Ramazan” temalı reklamlar yayınlanıyor. Bu temayı içeren reklamların genel gayesi de tüketime sevk etmek.Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Vejdi Bilgin: Şirketler ve reklamcılar her fırsatı kâra dönüştürmek amacında olduklarından dolayı Ramazan’ı asla es geçmiyorlar. Özellikle içecek reklamlarının hemen oruç teması etrafında yeniden şekillendiğini görüyoruz. Hatta doğrudan oruçla alakası olmadığını düşündüğümüz tüketim alanları bile, örneğin cep telefonu ile iletişim bir anda Ramazan reklamlarının içine giriveriyor. Ramazan reklamlarında bir tarafta din ve maneviyat, diğer tarafta aile, komşuluk, yardımlaşma gibi unsurlar yoğun bir şekilde yer aldığı için, kanaatimce insanlar üzerinde tüketim açısından daha etkili oluyor. Burada şüphesiz sadece Ramazan’a özgü bir tüketim de amaçlanmıyor, kalıcı tüketim kalıpları oluşturulmaya çalışılıyor. Birey için, örneğin bir asitli içecek sadece susuzluğunu gideren bir ürün olarak değil, aynı zamanda orucunu açtığı o ulvi duygunun bir parçası olarak hem daha da güzelleşiyor (!) hem de meşrulaşıyor.
“Ramazan bir ibadet ayı olduğu kadar tüketim ve eğlence ayı olarak da algılanıyor”
İslamvemedya.com: Reklamlardan söz etmişken, Ramazana özgü televizyon programlarında bir taraftan örneğin israfın hükmü anlatılırken, reklam arasında belki de israfa yol açabilecek, insanları israfa sevk edebilecek reklamlar yayınlanıyor. Bu durum, insanların din algısını nasıl etkileyebilir?
Vejdi Bilgin: Türkiye’nin son yıllarda artan sosyo-ekonomik refahına paralel olarak girdiğimiz ciddi tüketim eğilimi Ramazan’da hız kaybetmediği gibi daha artıyor. Maalesef Ramazan bir ibadet ayı olduğu kadar tüketim ve eğlence ayı olarak da algılanıyor. Bireyler Ramazan ayında –açlığın da verdiği bir psikoloji ile- normal zamanda var olan tüketim kalıplarının üzerine çıkıyorlar. Bunu ev dışındaki maliyetli iftarlar, ayrıca ailelerin veya kurumların verdiği zengin iftar davetleri takip ediyor. Ayrıca bir de özellikle belediyelerin düzenlediği Ramazan eğlenceleri var. Bu belediyelerin muhafazakâr olması ve kamu kaynaklarıyla bu eğlenceleri düzenliyor olmaları da çok önemli bir konu.Kısa yaz gecelerinde eğlencelerin teravih saatiyle çakışması da kaçınılmaz. Tüketimden eğlenceye kadar hepsinin “iyi niyet”le yapılıyor olması Ramazan’ın manevi havasının başka bir boyuta doğru kaymasını engellemiyor.
“Televizyonlarda bazı hocalar, popüler kültür yıldızı ile reyting konusunda yarışır düzeye geldi” İslamvemedya.com: Ramazan ayına özgü programlarla veya daha genel olarak, dinî temalı televizyon programlarıyla özdeşleşen isimler var. Bir yerde televizyonun etkisiyle birlikte bu isimler, hocalar popülerleşiyorlar. Bu popüler hal, dinin anlatılmasını hangi yönde etkiler?
Vejdi Bilgin: Özel televizyon kanallarının 1990’lı yıllardan itibaren hayatımıza girmesi daha önce öngörmediğimiz bazı sonuçları doğurdu. 1970-80’lerde belli bir İslâmî bilince bürünen insanlar popüler kültüre ve onun aracısı olan teknolojik aygıtlara karşıydılar. Dolayısıyla gün gelip popüler kültür yıldızları içerisinde “hoca”ların da yer alacağını düşünemezlerdi. Bugün artık bu gerçeklik ile karşı karşıyayız. Türk televizyonlarında bazı hocalar pek çok popüler kültür yıldızı ile reyting konusunda yarışır düzeye geldi. Genel anlamda düşündüğümüzde hocaların birer popüler kültür ikonu olmaları, içinde yer aldıkları medyayı ve popüler kültür dünyasını meşrulaştırmaktadır. Hatta bazı hocalar sinema filminde yer alacak kadar bu işi büyütmüşlerdir. Dar anlamda, yani salt dinî açıdan konuya baktığımızda ise dinî ilginin ayakta tutulması, dinî bilgilenme ve eğlence programlarına alternatif oluşturabilmek açısından olumlu işlevlerden bahsedebiliriz. Burada aktarılan bilginin niteliği de önemlidir. Bugün ulusal televizyonlarda yer alan hocalar genel olarak Ehl-i Sünnet çizgisinden çıkmamaktadırlar. Ancak yerel kanallara doğru inildiğinde marjinal fikirlere rastlamakta veya dinin bir reklam/tüketim aracı olarak kullanılabildiğini görmekteyiz. Ayrıca bazı dinî konuların halk karşısında tartışmaya açılması da olumsuz etkilere neden olmaktadır.
“Teknoloji ile yaşanan dindarlık dinin öngördüğü insan modelinin önüne set çekiyor”
İslamvemedya.com: Geçmişte hocaların dizinde Kur’an okuyan/dinleyen bireyler varken günümüzde televizyondan/telefondan Kur’an okuyan dindar bireyler var. Bu nasıl bir dönüşümün işareti?Teknoloji endeksli dindarlık anlayışı mı doğuyor acaba?İletişim araçlarının dindarlığa etkileri konusunda neler söylemek istersiniz?
Vejdi Bilgin: Teknolojik aygıtlar insan ilişkilerinde uzun bir süredir yerini aldı. Bir insandan emir almıyor ya da vermiyor, bu ilişkiyi bir makineyle yaşıyoruz. Alıcı-satıcı ilişkisi de değişiyor; artık makineden bir şeyler satın alıyoruz. Maaşımızı mutemet denilen bir insandan değil bir ATM cihazından çekiyoruz. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bu gelişme dinî alanda da kendini gösterdi. Artık mevlidleri evdeki TV’den dinlemeye, Kur’an’ı CD’lerden öğrenmeye, mukabeleleri TV karşısında takip etmeye, namazı akıllı seccadeyle kılmaya başladık. Bu durum ilk bakışta dinî öğrenme ve yaşama konusunda imkânların artması gibi görünüyor. Zira herkes bir mukabele için camiye gidemeyebilir, iyi bir mevlidhan ile karşılaşmayabilir, Kur’an öğrenmek için gideceği Kur’an kursu ile çalışma saatleri uyuşmayabilir. Ancak daha derinlemesine olarak konuya baktığımızda iki önemli problem görüyoruz: İnsanın teknoloji ile girdiği ilişki doğasını yozlaştırıyor, ayrıca teknoloji ile yaşanan dindarlık dinin öngördüğü insan modelinin önüne set çekiyor. İnsan ancak kendisi gibi kanlı-canlı varlıklarla, velev ki bunlar hayvan olsun, ilişkisini sürdürdüğü müddetçe insandır. Yüz yüze ilişkilerin olmadığı, duygu ve düşünce etkileşimi olmayan bir dünyada varlığını sürdüren insan bir süre sonra insanî doğasına yabancılaşmakta, psiko-patolojik bir varlık haline gelmektedir. Bu varlık bencilliğe, yalnızlık ve güvensizliğe, takıntı ve saplantılara, suça ve günaha daha açık bir yapıya bürünmektedir. Dinin öngördüğü dindarlık da insanın ancak “insanca” ilişkiler içinde olduğu bir düzlemde gerçekleşir. Hemcinsine ve dindaşına yabancılaşmışizole bir dinî hayat, dinin arzu ettiği insan ve toplum modelini oluşturmaya engeldir.“Yeni dindar” din-kardeşi ile iletişime geçmeden, dinî mekanların ve grupların havasını solumadan, toplumsal sorumluluk ve yaptırım atmosferine girmeden bir dinî hayat arzu etmektedir. Kiminin “ekran dindarlığı” kimin “teknolojik dindarlık” dediği bu durum ilk bakışta bize pek çok imkan sunuyor gibi gözükse de, esasında din, dindarlık ve dindaşlığın kökünü kazımaktadır diyebiliriz.
“Teknoloji riyazeti” nin vakti gelmiştir
İslamvemedya.com: Eklemek istediğiniz başka bir husus var mı?
Vejdi Bilgin: Gündelik hayatta, özellikle de Ramazan’da nefsimizi nasıl ki dünyevi arzulardan uzak tutmak için gayret gösteriyorsak teknoloji bağımlılığından da uzak tutmalıyız. Doğrudan dinle alakası olmayanlar buna “teknoloji detoksu” diyorlar. Biz buna “teknoloji riyazeti” diyebiliriz. Teravih aralarında bile mesajlarımıza veya sosyal medyaya bakmaktan kendimizi alıkoyamıyorsak bu riyazetin vakti gelmiş demektir.