Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu’nun sunduğu 12 Mayıs tarihli iftar programında Arthur isminde bir çocuk, canlı yayında kelime-i şahadet getirerek Müslüman olmuştu. Televizyonda bu ihtidanın yayınlanması çeşitli görüşlerin de ortaya konulmasını beraberinde getirdi.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk, Karar gazetesinde yayınlanan köşe yazısında bu konuyu değerlendirdi.
Televanjelizm ne demek?
"Televangelizm ve televizüel ihtida gösterisi" başlıklı yazısında ilk olarak teleevanjelizm kavramına açıklık getiren Öztürk, “Hıristiyanlık öğretisini yaymak veya daha doğru bir ifadeyle evanjelik propaganda yapmak için medyayı, özellikle televizyonu kullanarak vaizlik yapmaya “televangelizm” denir; televizyonu vaaz aracı olarak kullanan figürler de “televagenlist” diye nitelendirilir” tanımlamasını yaptı.
Televizyon Öldüren Eğlence ve İslamî Rap
Öztürk, yazısında Neil Postman’ın medya ve din açısından önemli kaynaklardan biri olan eserine de atıfta bulunarak, “Televizyon öteden beri kitleleri eğlendirmek ve aynı zamanda korkunç bir endüstriyel reklam bombardımanı altında bütün her şeyi çarçabuk elde edip metaya dönüştürmeyi kitlelerin yaşam tarzı hâline getirmek gibi bir seküler amaca hizmet etmektedir. Bu noktada Neil Postman’ın “Televizyon: Öldüren Eğlence” adlı kitabını hatırlatmak faydalı olabilir. Televizyon ekranlarından topluma yansıyan her şey, eğlenceli şekilde tüketilmesi gereken birer metaya dönüşmektedir. Nitekim çok isabetli bir değerlendirmeye göre “televizyon programı profesyonel meşgaledir ve televizyondaki bir programa yönelen seyirci ilgisi (reyting), ister dizi, ister yarışma, ister futbol, ister magazin, ister güldürü ve isterse din dolayımıyla olsun, yabana atılmaz bir maddi kaynak üretir.” Bu bakımdan, “İslâmî Pap” veya “Rap ilâhî” gibi gösterilerle renklendirilen sözde dinî içerikli televizyon programları ticarete endeksli bir etkinliktir.”
Ekranda din
Öztürk, televizyon ekranının katı olan her şeyi sulandırıp cıvıklaştıran bir yapısı bulunduğuna temas etti. “Bu yüzden, ekran ve din konusundaki şu tespitlere (Postman’ın) katılmamak mümkün değildir” diyen Öztürk şöyle devam etti:
“Ekranda din, diğer her şey gibi seyre, gösteriye, şova dönüktür. Ekranda din, kültür endüstrisinin bir alt-kolu olan inanç-endüstrisi çerçevesinde alınır-satılır bir metaya dönüşür. Ve ekranda din, mabedin tevazuuna değil, medyanın taşkınlığına yatkınlaştırır inananları... Bu da kulluk şuurunu değil meşhurluk arzusunu kamçılayan bir dinamiktir.”
“Hiç yakışmadı”
Hatipoğlu’nun programında Arthur’un Müslüman oluşu ile ilgili çeşitli tartışmaların yapıldığını dile getiren Öztürk, şunları söyledi:
“Çocuk kendi isteği ve ailesinin muvakatiyle İslam’ı kabullenmiş olsa dahi bir ihtida merasiminin tüm dünyanın gözüne sokar gibi icra edilmesi hiç ama hiç yakışık almadı. Kaldı ki ihtida ettiği söylenen insan, 13 yaşında bir çocuktur. Henüz reşit olmamıştır. Hâl böyle olunca, uzun ve karmaşık bir süreci gerektiren din değiştirme konusunda tartışılan “kişinin etkilenimi duygusal mıdır yoksa entelektüel midir?” gibi kritik meselelerin hiçbirini bu bağlamda tartışma imkânı yoktur.
Keza inanılan dinin tatmin edici görülmemesi, bilgi ve hayat tecrübesinin gelişmesi, başka bir dine bağlı kimse ile evlenme isteği gibi faktörlerden söz etme imkânı da yoktur. Çünkü burada mevzu bahis olan mühtedi(!) henüz 13 yaşında bir çocuktur.
“Televangelik ihtida”
Öte yandan, hem insanın hem dinî inancın onuru vardır. Televangelik ihtida gösterisi insan onurunu incitmenin yanında çocuğun ailesinin müntesip olduğu kurumsal dinî inancı da rencide etmiştir. Ayrıca televizyon ekranında 13 yaşındaki bir çocuğa ihtida töreni düzenlemek, farklı dinler ve inançların bir arada yaşama kültürünü örselediği gibi dinler arasında mafyatik tarzda rekabet ve didişmeye de yol açacak bir girişimdir. Bu noktada “muzaffer komutan” edasıyla davranmak ilk planda biz müslümanlar açısından gurur okşayıcı olabilir; fakat benzer bir ihtida gösterisini tersinden düşündüğümüzde, ortaya çıkacak manzaranın bizi nasıl inciteceğini anlamak hiç zor olmayabilir. Daha açıkçası, bir televizyon programında “13 yaşındaki Muhammed ve Mehmet isimli bir müslüman çocuğun Hıristiyanlığı kabul ettiğine dair bir gösteri izlesek, acaba ne hissederdik?” diye empati (duygudaşlık) kurmak meselenin sağduyulu şekilde anlaşılmasına yardımcı olabilir.”
“Televizüel gösteri”
Din, inanç, iman gibi kavramlar son derece saygın ve değerlidir; din insan hayatında kutsalın tecrübesidir ve bu tecrübe özellikle iman düzeyinde mahrem olup hiçbir şekilde göstermelik değildir; dolayısıyla televizüel gösterilere hiç açık değildir. Çünkü iman kalbin amelidir. Bu yüzden, varsayalım ki ihtida talebi çocuktan gelmiş, aile bu talebe iştirak etmiştir... Böyle bir durumda ille de bir ihtida ritüeline ihtiyaç varsa, bu konuda yakışık alan şey, hem pedagoglar ve çocuk psikologlarıyla konuşmak ve hem de ihtida işlemini psiko-pedagojik bir duyarlılıkla televizyon ekranlarında değil de tarihî camilerimizdeki huzur ve sükûn ortamına benzer bir ortamda gösterişten uzak şekilde yapmak olsa gerektir.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk, Karar gazetesinde yayınlanan köşe yazısında bu konuyu değerlendirdi.
Televanjelizm ne demek?
"Televangelizm ve televizüel ihtida gösterisi" başlıklı yazısında ilk olarak teleevanjelizm kavramına açıklık getiren Öztürk, “Hıristiyanlık öğretisini yaymak veya daha doğru bir ifadeyle evanjelik propaganda yapmak için medyayı, özellikle televizyonu kullanarak vaizlik yapmaya “televangelizm” denir; televizyonu vaaz aracı olarak kullanan figürler de “televagenlist” diye nitelendirilir” tanımlamasını yaptı.
Televizyon Öldüren Eğlence ve İslamî Rap
Öztürk, yazısında Neil Postman’ın medya ve din açısından önemli kaynaklardan biri olan eserine de atıfta bulunarak, “Televizyon öteden beri kitleleri eğlendirmek ve aynı zamanda korkunç bir endüstriyel reklam bombardımanı altında bütün her şeyi çarçabuk elde edip metaya dönüştürmeyi kitlelerin yaşam tarzı hâline getirmek gibi bir seküler amaca hizmet etmektedir. Bu noktada Neil Postman’ın “Televizyon: Öldüren Eğlence” adlı kitabını hatırlatmak faydalı olabilir. Televizyon ekranlarından topluma yansıyan her şey, eğlenceli şekilde tüketilmesi gereken birer metaya dönüşmektedir. Nitekim çok isabetli bir değerlendirmeye göre “televizyon programı profesyonel meşgaledir ve televizyondaki bir programa yönelen seyirci ilgisi (reyting), ister dizi, ister yarışma, ister futbol, ister magazin, ister güldürü ve isterse din dolayımıyla olsun, yabana atılmaz bir maddi kaynak üretir.” Bu bakımdan, “İslâmî Pap” veya “Rap ilâhî” gibi gösterilerle renklendirilen sözde dinî içerikli televizyon programları ticarete endeksli bir etkinliktir.”
Ekranda din
Öztürk, televizyon ekranının katı olan her şeyi sulandırıp cıvıklaştıran bir yapısı bulunduğuna temas etti. “Bu yüzden, ekran ve din konusundaki şu tespitlere (Postman’ın) katılmamak mümkün değildir” diyen Öztürk şöyle devam etti:
“Ekranda din, diğer her şey gibi seyre, gösteriye, şova dönüktür. Ekranda din, kültür endüstrisinin bir alt-kolu olan inanç-endüstrisi çerçevesinde alınır-satılır bir metaya dönüşür. Ve ekranda din, mabedin tevazuuna değil, medyanın taşkınlığına yatkınlaştırır inananları... Bu da kulluk şuurunu değil meşhurluk arzusunu kamçılayan bir dinamiktir.”
“Hiç yakışmadı”
Hatipoğlu’nun programında Arthur’un Müslüman oluşu ile ilgili çeşitli tartışmaların yapıldığını dile getiren Öztürk, şunları söyledi:
“Çocuk kendi isteği ve ailesinin muvakatiyle İslam’ı kabullenmiş olsa dahi bir ihtida merasiminin tüm dünyanın gözüne sokar gibi icra edilmesi hiç ama hiç yakışık almadı. Kaldı ki ihtida ettiği söylenen insan, 13 yaşında bir çocuktur. Henüz reşit olmamıştır. Hâl böyle olunca, uzun ve karmaşık bir süreci gerektiren din değiştirme konusunda tartışılan “kişinin etkilenimi duygusal mıdır yoksa entelektüel midir?” gibi kritik meselelerin hiçbirini bu bağlamda tartışma imkânı yoktur.
Keza inanılan dinin tatmin edici görülmemesi, bilgi ve hayat tecrübesinin gelişmesi, başka bir dine bağlı kimse ile evlenme isteği gibi faktörlerden söz etme imkânı da yoktur. Çünkü burada mevzu bahis olan mühtedi(!) henüz 13 yaşında bir çocuktur.
“Televangelik ihtida”
Öte yandan, hem insanın hem dinî inancın onuru vardır. Televangelik ihtida gösterisi insan onurunu incitmenin yanında çocuğun ailesinin müntesip olduğu kurumsal dinî inancı da rencide etmiştir. Ayrıca televizyon ekranında 13 yaşındaki bir çocuğa ihtida töreni düzenlemek, farklı dinler ve inançların bir arada yaşama kültürünü örselediği gibi dinler arasında mafyatik tarzda rekabet ve didişmeye de yol açacak bir girişimdir. Bu noktada “muzaffer komutan” edasıyla davranmak ilk planda biz müslümanlar açısından gurur okşayıcı olabilir; fakat benzer bir ihtida gösterisini tersinden düşündüğümüzde, ortaya çıkacak manzaranın bizi nasıl inciteceğini anlamak hiç zor olmayabilir. Daha açıkçası, bir televizyon programında “13 yaşındaki Muhammed ve Mehmet isimli bir müslüman çocuğun Hıristiyanlığı kabul ettiğine dair bir gösteri izlesek, acaba ne hissederdik?” diye empati (duygudaşlık) kurmak meselenin sağduyulu şekilde anlaşılmasına yardımcı olabilir.”
“Televizüel gösteri”
Din, inanç, iman gibi kavramlar son derece saygın ve değerlidir; din insan hayatında kutsalın tecrübesidir ve bu tecrübe özellikle iman düzeyinde mahrem olup hiçbir şekilde göstermelik değildir; dolayısıyla televizüel gösterilere hiç açık değildir. Çünkü iman kalbin amelidir. Bu yüzden, varsayalım ki ihtida talebi çocuktan gelmiş, aile bu talebe iştirak etmiştir... Böyle bir durumda ille de bir ihtida ritüeline ihtiyaç varsa, bu konuda yakışık alan şey, hem pedagoglar ve çocuk psikologlarıyla konuşmak ve hem de ihtida işlemini psiko-pedagojik bir duyarlılıkla televizyon ekranlarında değil de tarihî camilerimizdeki huzur ve sükûn ortamına benzer bir ortamda gösterişten uzak şekilde yapmak olsa gerektir.