Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Abdurrahman Kurt’un 2009 yılında yaptığı akademik bir çalışma, medyada misyonerlik propagandasını gözler önüne serdi.
Prof. Dr. Abdurrahman Kurt, “Televizyonda Misyonerlik” başlıklı akademik bir çalışma hazırladı. 2007’den itibaren yayın yapan bir Hıristiyan televizyon kanalının yayınlarını ele alan çalışma, 2009 yılında Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi’nde yayınlandı.
Kurt, makalesinde organize Hıristiyan grupların misyonerlik faaliyetlerini, küresel ölçekte elektronik medya yoluyla da gerçekleştirdiğini dile getirdi. Özellikle televizyon alanında Hıristiyan misyonerlerin yoğun bir çalışma yaptığını ifade eden Kurt, bu çalışmalarda “tele-vaizlerin” yaptıkları televizyon programlarını ve misyonerlik faaliyetlerinde hangi medyatik yöntemleri kullandıklarını ayrıntılı bir şekilde açığa çıkardı.
Hıristiyan “tele-vaizler”
Prof. Dr. Kurt, makalesinde “tele-vaizlik” kavramını açıkladı. Küresel televizyon kanallarında gösteri alanındaki dinî yayın egemenliğinin Kuzey Amerikalı Evanjeliklerin elinde bulunduğunu kaydeden Kurt, “Tele-vaizlik (televangelism), Avrupalı olmaktan ziyade Yeni Dünya’ya ait bir faaliyettir. Elektronik ortamlarda hizmet veren Amerikan tele-vaizleri, 1960’lar ve 1970’lerde muhafazakâr Protestan teolojisindeki bariz uyanışın bir parçasıdırlar. Tele-vaizlik yayınlarının çekiciliği açısından en belirgin gösterge, mezhep birliği ve bağlılığıdır. Teolojik tercihleri başka yöne yönelenler içinse tele-vaizlik sınırlı bir çekiciliğe sahiptir. Yayın, vaiz ve izleyici uyumunun bir de finansman boyutu var. Televizyon izleyicilerinin bağışlarıyla desteklendikleri düşünülürse, bu uyum televizyon vaizlerinin ayakta kalması için hayati önem taşır.*” ifadelerini kullandı.
Kurt, Evanjeliklerin Amerikan’ın her tarafında bir ağ gibi kurdukları kilise ve vakıfların yanı sıra medyaya da büyük ağırlık verdiğini belirterek vaizlerin televizyon kanallarına transfer edildiğini söyledi.
“Günümüzde Evanjelizmin yükselişinde bahsedilen kanalların ve burada görev yapan “ateşli hatiplerin” rolü yadsınamaz.” diyen Kurt, misyonerlik faaliyetlerinde kullanılan medyatik yöntemler hakkında şunları kaydetti:
“Tarafsızız diyerek Hz. Peygambere asılsız isnatta bulunuyorlar”
“Popüler dinî kültürün uzantısı sayılabilecek bu türden programlarda sadece Hıristiyani öğretiler işlendiği halde, Kanalhayat ve Arapça yayın yapan Al-Hayat’ın başka bazı programlarında, geleneksel oryantalist bakış açısıyla, dolaylı ya da doğrudan İslam inancı karalanmakta ve İslam’ın Hıristiyanlıktan sapma bir din olduğu mesajı verilmektedir. Örneğin, İslam’dan döndüğünü belirten Mısırlı Kıpti bir kadın (bazen bu kadın yine Kıpti bir erkek ile yer değiştiriyor) ile Zekeriya Butrus isimli yine Mısırlı Kıpti papazın “İmana Dair Sorular” isimli programdaki karşılıklı söyleşileri İslam’a sözde saygı sınırları içindedir. Ancak Butrus, bir kısım oryantalistin ileri sürdüğü itham ve iftiraları kullanarak Hz. Peygamber’e asılsız isnatlarda bulunmaktan kaçınmıyor. Misyonerler genellikle bu tür iftiralarını “Biz tarafsız davranıyoruz, tarihi hakikatleri ortaya çıkarıyoruz” ya da “kurtuluş yolunu öğretiyoruz” diyerek tarafsızlık kisvesi altında yapıyorlar ve bununla da aslında İslam’ın İlahi kaynaklı bir din olmadığı imajını vermek istiyorlar. Böylelikle hem kendi dindaşlarının İslam’a yönelimini önlemeye hem de Müslüman şahısların inançlarını zayıflatmak suretiyle onları misyon için hazır hale getirmeye çalışıyorlar”
Kavram manipülasyonu
“Diğer misyonerler gibi Butrus da inkültürasyon (karşı kültürlerin içine kendi değerlerini koyma) yöntemini kullanarak çoğu kez İslam’ın terminolojisiyle insanları, özellikle de Müslümanları etkilemek istemektedir. İnkültürasyon kavramı, terim olarak, Hıristiyan mesajının ve hayat tarzının farklı toplumların kültürlerine uyumlu hale getirilmesi demektir. Bu yöntem ile hem farklı kültürel değerler Hıristiyanlığa uydurulmakta hem de Hıristiyanlık farklı kültürlere uygun hale getirilmektedir. İnkültürasyon yöntemini Pavlus’un da kullandığı bilinmektedir. Pavlus, bazen Yahudi bazen de putperest (pagan) gibi davranarak Hıristiyan mesajının farklı kültürlere adaptasyonu için çaba göstermiştir. Bu çerçevede misyonerler, sanki bizden biri imiş gibi davranarak bize Müslüman İsa’yı, Meryem’i ve Allah’ı anlatmaktadırlar. Müslümanlara yönelik hazırladıkları kitaplarda Hz. İsa’dan bahsederken başlangıçta “Tanrı’nın oğlu” ifadesi yerine daha çok “Mesih” sıfatını; Hıristiyanlığın imajını olumlulaştırmak amacıyla papaz, rahip gibi kavramlardan ziyade aziz, pastör, eğitmen vb. terimleri ya da Kitab-ı Mukaddes cümleleri için de Kur’anî bir kavram olan “ayet” kelimesini özenle kullanmayı tercih etmektedirler. Böylece İslam’dan uzaklaşan kimse kendi halkıyla beraber kaldığını, kendi kültürüyle birlikte yaşadığını sanacak ama gerçekte İncil ile daha iyi iletişim kurabilecektir.”
“İslam dünyasını hedefleyen misyonerler Kur’an-ı Kerim’e sıkça başvuruyor”
“Bu yöntemin televizyon söyleşilerinde de çoğunlukla geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim İslam dünyasına hitap eden misyonerler Kur’an-ı Kerim’e sıkça başvurmakta ve kendi görüşlerinin doğruluğunu ispatlama uğruna ayetleri kullanmaktadırlar. Sözgelimi Butrus, “Kur’an kendinden öncekileri doğrulayıcı bir kitaptır” ayetinden “Kur’an’ın Kitab-ı Mukaddes’e tanıklık ettiği” sonucunu çıkarıyor.”
Misyonerlik faaliyetlerinde “inkültürasyon”
“Yine Rabb’ın İsa’da bedenlenmesini, “Allah’ın dağa tecelli ettiğini” belirten Kur’an ayetini kanıt göstererek, Allah dağa nasıl tecelli etmişse İsa’da da o şekilde bedenlenmiştir, “Eski Ahit’in tahrif edildiğine dair ayetler bulunduğu halde Havariler tarafından yazılan dört İncil’in tahrif edildiğine dair Kur’an’da tek bir ayet bile yoktur” diyor. Kur’an’dan yararlanma, İslam dünyasına yönelik misyonerlik faaliyetlerinde inkültürasyonun bir uzantısı olarak sıkça başvurulan bir yöntemdir. Onlar bu tür yöntemle, Hz. İsa’yı öven Kur’an ayetlerini ya da İslam âlimlerinin sözlerini kanıt göstererek Hıristiyanlığın orijinal bir din olduğunu vurguluyorlarken gerçekte İslam’ın ilâhi bir din olmadığını ima etmekteler.”
İslamî kaynakları, kendi amaçları için bir kanıt olarak kullanıyorlar
“Kanalhayat ve Al-Hayat isimli iki kanaldaki Mısırlı papaz ve pastörler, İslam’ın hazcı ve savaşçı bir din olduğunu ileri sürerken Kitab-ı Mukaddes’in konuyla ilgili sözlerini genellikle örtbas etme çabasında görünüyorlar. Onlar bunları iddia ederken “Kendileri camdan evde oturanlar başkalarının evini taşlamaya kalkmamalıdırlar” ilkesinden de habersiz görünüyorlar. Ayrıca, genel olarak İslam’ın kaynağına, vahiy kurumuna ve Peygamberine ilişkin görüşleri temelsiz itham ve karalamalardan öteye geçmiyor. Onlar Arapçayı iyi bilmelerini bir avantaj gibi göstererek, İslami kaynakları ya kendi amaçları için birer kanıt olarak kullanıyorlar ya da onları anlamak istedikleri gibi anlayarak çarpıtma yolunu tercih ediyorlar.”
“İslam, şiddet ve şehvet düşkünlüğünü teşvik eden bir din gibi lanse ediliyor”
“İslam dünyasına yönelik son yıllarda yayına başlamış olan uluslar arası Hıristiyan televizyon kanallarının azami ölçüde yararlanmaya çalıştıklarını gözlemekteyiz. Bunlar İslam dünyasıyla hiç kıyaslanmayacak ölçüde televizyon yayıncılığı yoluyla genellikle Hıristiyanları bilinçlendirmeyi amaçlamaktadırlar. Ancak içlerinden bazıları sadece böyle bir amaçla yetinmemekte; buna ilâveten, İslam’ı şiddet ve şehvet düşkünlüğünü teşvik eden bir din gibi göstermek suretiyle Hıristiyanlıktan İslam’a geçişleri asgariye indirmeyi ve biraz umutsuzca olsa da kendilerine bağlanacak yeni müntesipler bulmayı da hedeflemektedirler.”
Makalenin tamamına kaynağından ulaşmak için lütfen tıklayınız…
Prof. Dr. Abdurrahman Kurt, “Televizyonda Misyonerlik” başlıklı akademik bir çalışma hazırladı. 2007’den itibaren yayın yapan bir Hıristiyan televizyon kanalının yayınlarını ele alan çalışma, 2009 yılında Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi’nde yayınlandı.
Kurt, makalesinde organize Hıristiyan grupların misyonerlik faaliyetlerini, küresel ölçekte elektronik medya yoluyla da gerçekleştirdiğini dile getirdi. Özellikle televizyon alanında Hıristiyan misyonerlerin yoğun bir çalışma yaptığını ifade eden Kurt, bu çalışmalarda “tele-vaizlerin” yaptıkları televizyon programlarını ve misyonerlik faaliyetlerinde hangi medyatik yöntemleri kullandıklarını ayrıntılı bir şekilde açığa çıkardı.
Hıristiyan “tele-vaizler”
Prof. Dr. Kurt, makalesinde “tele-vaizlik” kavramını açıkladı. Küresel televizyon kanallarında gösteri alanındaki dinî yayın egemenliğinin Kuzey Amerikalı Evanjeliklerin elinde bulunduğunu kaydeden Kurt, “Tele-vaizlik (televangelism), Avrupalı olmaktan ziyade Yeni Dünya’ya ait bir faaliyettir. Elektronik ortamlarda hizmet veren Amerikan tele-vaizleri, 1960’lar ve 1970’lerde muhafazakâr Protestan teolojisindeki bariz uyanışın bir parçasıdırlar. Tele-vaizlik yayınlarının çekiciliği açısından en belirgin gösterge, mezhep birliği ve bağlılığıdır. Teolojik tercihleri başka yöne yönelenler içinse tele-vaizlik sınırlı bir çekiciliğe sahiptir. Yayın, vaiz ve izleyici uyumunun bir de finansman boyutu var. Televizyon izleyicilerinin bağışlarıyla desteklendikleri düşünülürse, bu uyum televizyon vaizlerinin ayakta kalması için hayati önem taşır.*” ifadelerini kullandı.
Kurt, Evanjeliklerin Amerikan’ın her tarafında bir ağ gibi kurdukları kilise ve vakıfların yanı sıra medyaya da büyük ağırlık verdiğini belirterek vaizlerin televizyon kanallarına transfer edildiğini söyledi.
“Günümüzde Evanjelizmin yükselişinde bahsedilen kanalların ve burada görev yapan “ateşli hatiplerin” rolü yadsınamaz.” diyen Kurt, misyonerlik faaliyetlerinde kullanılan medyatik yöntemler hakkında şunları kaydetti:
“Tarafsızız diyerek Hz. Peygambere asılsız isnatta bulunuyorlar”
“Popüler dinî kültürün uzantısı sayılabilecek bu türden programlarda sadece Hıristiyani öğretiler işlendiği halde, Kanalhayat ve Arapça yayın yapan Al-Hayat’ın başka bazı programlarında, geleneksel oryantalist bakış açısıyla, dolaylı ya da doğrudan İslam inancı karalanmakta ve İslam’ın Hıristiyanlıktan sapma bir din olduğu mesajı verilmektedir. Örneğin, İslam’dan döndüğünü belirten Mısırlı Kıpti bir kadın (bazen bu kadın yine Kıpti bir erkek ile yer değiştiriyor) ile Zekeriya Butrus isimli yine Mısırlı Kıpti papazın “İmana Dair Sorular” isimli programdaki karşılıklı söyleşileri İslam’a sözde saygı sınırları içindedir. Ancak Butrus, bir kısım oryantalistin ileri sürdüğü itham ve iftiraları kullanarak Hz. Peygamber’e asılsız isnatlarda bulunmaktan kaçınmıyor. Misyonerler genellikle bu tür iftiralarını “Biz tarafsız davranıyoruz, tarihi hakikatleri ortaya çıkarıyoruz” ya da “kurtuluş yolunu öğretiyoruz” diyerek tarafsızlık kisvesi altında yapıyorlar ve bununla da aslında İslam’ın İlahi kaynaklı bir din olmadığı imajını vermek istiyorlar. Böylelikle hem kendi dindaşlarının İslam’a yönelimini önlemeye hem de Müslüman şahısların inançlarını zayıflatmak suretiyle onları misyon için hazır hale getirmeye çalışıyorlar”
Kavram manipülasyonu
“Diğer misyonerler gibi Butrus da inkültürasyon (karşı kültürlerin içine kendi değerlerini koyma) yöntemini kullanarak çoğu kez İslam’ın terminolojisiyle insanları, özellikle de Müslümanları etkilemek istemektedir. İnkültürasyon kavramı, terim olarak, Hıristiyan mesajının ve hayat tarzının farklı toplumların kültürlerine uyumlu hale getirilmesi demektir. Bu yöntem ile hem farklı kültürel değerler Hıristiyanlığa uydurulmakta hem de Hıristiyanlık farklı kültürlere uygun hale getirilmektedir. İnkültürasyon yöntemini Pavlus’un da kullandığı bilinmektedir. Pavlus, bazen Yahudi bazen de putperest (pagan) gibi davranarak Hıristiyan mesajının farklı kültürlere adaptasyonu için çaba göstermiştir. Bu çerçevede misyonerler, sanki bizden biri imiş gibi davranarak bize Müslüman İsa’yı, Meryem’i ve Allah’ı anlatmaktadırlar. Müslümanlara yönelik hazırladıkları kitaplarda Hz. İsa’dan bahsederken başlangıçta “Tanrı’nın oğlu” ifadesi yerine daha çok “Mesih” sıfatını; Hıristiyanlığın imajını olumlulaştırmak amacıyla papaz, rahip gibi kavramlardan ziyade aziz, pastör, eğitmen vb. terimleri ya da Kitab-ı Mukaddes cümleleri için de Kur’anî bir kavram olan “ayet” kelimesini özenle kullanmayı tercih etmektedirler. Böylece İslam’dan uzaklaşan kimse kendi halkıyla beraber kaldığını, kendi kültürüyle birlikte yaşadığını sanacak ama gerçekte İncil ile daha iyi iletişim kurabilecektir.”
“İslam dünyasını hedefleyen misyonerler Kur’an-ı Kerim’e sıkça başvuruyor”
“Bu yöntemin televizyon söyleşilerinde de çoğunlukla geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim İslam dünyasına hitap eden misyonerler Kur’an-ı Kerim’e sıkça başvurmakta ve kendi görüşlerinin doğruluğunu ispatlama uğruna ayetleri kullanmaktadırlar. Sözgelimi Butrus, “Kur’an kendinden öncekileri doğrulayıcı bir kitaptır” ayetinden “Kur’an’ın Kitab-ı Mukaddes’e tanıklık ettiği” sonucunu çıkarıyor.”
Misyonerlik faaliyetlerinde “inkültürasyon”
“Yine Rabb’ın İsa’da bedenlenmesini, “Allah’ın dağa tecelli ettiğini” belirten Kur’an ayetini kanıt göstererek, Allah dağa nasıl tecelli etmişse İsa’da da o şekilde bedenlenmiştir, “Eski Ahit’in tahrif edildiğine dair ayetler bulunduğu halde Havariler tarafından yazılan dört İncil’in tahrif edildiğine dair Kur’an’da tek bir ayet bile yoktur” diyor. Kur’an’dan yararlanma, İslam dünyasına yönelik misyonerlik faaliyetlerinde inkültürasyonun bir uzantısı olarak sıkça başvurulan bir yöntemdir. Onlar bu tür yöntemle, Hz. İsa’yı öven Kur’an ayetlerini ya da İslam âlimlerinin sözlerini kanıt göstererek Hıristiyanlığın orijinal bir din olduğunu vurguluyorlarken gerçekte İslam’ın ilâhi bir din olmadığını ima etmekteler.”
İslamî kaynakları, kendi amaçları için bir kanıt olarak kullanıyorlar
“Kanalhayat ve Al-Hayat isimli iki kanaldaki Mısırlı papaz ve pastörler, İslam’ın hazcı ve savaşçı bir din olduğunu ileri sürerken Kitab-ı Mukaddes’in konuyla ilgili sözlerini genellikle örtbas etme çabasında görünüyorlar. Onlar bunları iddia ederken “Kendileri camdan evde oturanlar başkalarının evini taşlamaya kalkmamalıdırlar” ilkesinden de habersiz görünüyorlar. Ayrıca, genel olarak İslam’ın kaynağına, vahiy kurumuna ve Peygamberine ilişkin görüşleri temelsiz itham ve karalamalardan öteye geçmiyor. Onlar Arapçayı iyi bilmelerini bir avantaj gibi göstererek, İslami kaynakları ya kendi amaçları için birer kanıt olarak kullanıyorlar ya da onları anlamak istedikleri gibi anlayarak çarpıtma yolunu tercih ediyorlar.”
“İslam, şiddet ve şehvet düşkünlüğünü teşvik eden bir din gibi lanse ediliyor”
“İslam dünyasına yönelik son yıllarda yayına başlamış olan uluslar arası Hıristiyan televizyon kanallarının azami ölçüde yararlanmaya çalıştıklarını gözlemekteyiz. Bunlar İslam dünyasıyla hiç kıyaslanmayacak ölçüde televizyon yayıncılığı yoluyla genellikle Hıristiyanları bilinçlendirmeyi amaçlamaktadırlar. Ancak içlerinden bazıları sadece böyle bir amaçla yetinmemekte; buna ilâveten, İslam’ı şiddet ve şehvet düşkünlüğünü teşvik eden bir din gibi göstermek suretiyle Hıristiyanlıktan İslam’a geçişleri asgariye indirmeyi ve biraz umutsuzca olsa da kendilerine bağlanacak yeni müntesipler bulmayı da hedeflemektedirler.”
Makalenin tamamına kaynağından ulaşmak için lütfen tıklayınız…