Dijital çağ baş döndürücü bir hızla gelişmeye, insanlar da ona aynı hızda uyum sağlamaya devam ediyor. Yeni yeni sosyal medya mecraları, yeni platformlar uygulamalar derken “metaverse” ile mesele bambaşka bir boyuta evirilecek gibi görünüyor. Bugün çevremizde yapabileceğimiz basit bir gözlemle sosyal medya mecralarını 7’den 77’ye her yaştan ve farklı farklı sosyolojik gruplardan insanların kullandığını tespit etmek mümkün. Kimi mecrayı gençler daha çok kullanırken kimilerini daha ileri yaştaki bireyler tercih ediyor ama hemen hemen tüm sosyolojik gruplara hitap edebilecek bir mecra bulunuyor ve bu mecralar da insanlar her gün saatlerce vakit harcayabiliyor; yani neredeyse yaşamın olmazsa olmazı oldukları kabul ediliyor. Ne kadar benimsemiş, kabullenmiş ve kanıksamışız! Düşünsenize dünyada 2005’ten önce Youtube, 2006’tan önce Facebook ve Twitter, 2010’dan önce ise Instagram yoktu ama algısal anlamda baktığımızda bunlar hayatımızın çok kadim enstrümanları gibi duruyor. Öyle ya da böyle her insanın hayatının bir yerinde yer alabiliyor hatta artık firmaların işe alırken çalışan adaylarının sosyal medya hesaplarına baktıkları, sosyal medyanın bir nevi CV işlevi gördüğü söyleniyor.
Toplumsal hayatın bu denli merkezinde yer alan dijital medya toplumsal hayatın vazgeçilmez bir parçası olan dinî hayattan ne kadar uzak kalabilir ki? Öncelikle meseleye kişisel ölçekte baktığımızda bir birey günlük hayatta nasıl bir kişiliğe, dünya görüşüne ve değerlere sahipse, dijital dünyasında da büyük oranda onu yansıtıyor. Örneğin dindar bir kişi genellikle sosyal medyasında da dünya görüşüne uygun paylaşımlarda bulunuyor hatta bazı kullanıcılar sosyal medya hesaplarını sadece dinî paylaşımlar için kullanabiliyor. Haldun Narmanlıoğlu’nun [1] “Sanal Cemaatte Çevrimiçi İbadet” isimli makalesinde detaylı bir şekilde anlattığı ve “sanal cemaat” olarak kavramsallaştırdığı üzere dua vb. dini ayinleri sosyal medya mecraları üzerinden gerçekleştiren kişilerin sayısı hiç azımsanmayacak kadar çok. Dindar bireylerin sosyal medyaya uzak olmadığını söylemek hiç de zor değil. Peki, bu konuda dini cemaatler ne durumda? Dilerseniz bu soruya kuruluşundan yakın geçmişine dek medyaya / medya araçlarına mesafe konusunda katı tutumuyla bilinen cemaatlerden biri olan İsmailağa Camiası üzerinden cevap vermeye çalışalım.
Ben yüksek lisans tezimi İsmailağa Camiası’nın medyaya bakışındaki dönüşüm üzerine yazdım[2]. Nitel bir araştırmamı aralarında Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü gibi isimlerin olduğu İsmailağa Camiası’ndan 11 kanaat önderi ile derinlemesine mülakat yöntemiyle gerçekleştirdim. Araştırmanın sonucunda ise İsmailağa Camiası’nın* medyaya bakışında bir dönüşümün yaşandığı lakin bunun fikrî plandan ziyade fiiliyatta gerçekleştiği ortaya çıktı. Camianın önde gelen isimleri bu dönüşümü bir fıkıh terimi olan “umûmü’l belvâ” ile açıklıyorlar. “Umûmü’l belvâ” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinde; Toplumda yaygınlaştığı için bilinmemesi, kaçınılması çok zor olan, zarurete dönüşen şeyler olarak tanıyor. İsmailağa Câmiası, medyaya, dijital medyaya uzun yıllar sıkı bir direnç gösterse de toplumda hızla yaygınlaşan akıllı telefonları camia mensuplarının kullanıyor olması ve akıllı telefon kullanıcısı olan müritlerin sosyal medyaya da intibak sağlaması ile zaten ister istemez kendini dijital dünyanın içinde bulmuştu. Mülakat yaptığım kanaat önderlerinden biri bunu “Biz İsmailağa Vakfı olarak resmi web sitesi ve sosyal medya hesaplarını açmadan önce camia mensuplarının çoğu zaten interneti ve sosyal medyayı aktif olarak kullanmaya başlamıştı.” sözleriyle açıklıyor.
Bunun üzerine İsmalağa’nın boş bıraktığı medya mecraları camia dışından kişiler tarafından doldurulmaya çalışılınca camia da dijital medyaya girmeyi bir zaruret olarak görerek hızla bu alanda çalışmalara başladı. “İsmailağa” ismiyle farklı kişi ve kişiler tarafından çok sayıda web sitesi ve sosyal medya hesapları kurulmuştu. İsmailağa Camii İlim ve Hizmet Vakfı hukukî yollara başvurarak bunlarla mücadele etti ve 2014 yılında resmi web sitesini ve sosyal medya hesaplarını kurdu. 1950’li yıllarda temelleri atılan bir cemaatin medya çalışmalarına bu kadar geç başlaması üzerine düşünülmesi gereken bir konu olarak karşımızda duruyor. Nitekim mülakat yaptığım kanaat önderlerinden çoğu “Biz çok geç kaldık.” minvalinde açıklamalar yapıyorlar.
Bu ve bu kabilden cümleler derin bir pişmanlık taşırken görüştüğüm kanaat önderlerinin bazıları da tam aksi yönde görüş beyan ediyor. Camianın lideri yani tarikat şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu sağlık sorunları nedeniyle camianın yönetimiyle eskisi gibi ilgilenmediği için irşat, tebliğ, eğitim vb. hizmetlerin yönetimi maksadıyla kurduğu istişare heyetindeki (benim bu yazıda kanaat önderi diye zikrettiğim) hoca efendiler arasında dahi büyük görüş ayrılıkları bulunuyor. Çoğu “Geç bile kaldık, bu dijital dünyanın içinde evvelden beri olmalıydık.” derken önemli bir kısmı da “Bu dijital dünya bize uygun değil, faydasından çok zararı var. Biz onu dönüştüremeyiz bilakis o bizi dönüştürür.” diyor. Hakikaten bu mevzunun çok derin bir dilemma olduğunu, uzun uzun, etraflıca ele alınıp, değerlendirilip tartışılması gereken bir sorunsal olduğunu söylemek mümkün. Kanaatimce tümden reddetmek de bu dijital rüzgâra tamamıyla kapılmak da elbette doğru değil. Peki, bu işin mutedil bir çözümü yok mu?
İslam itidal dinidir. Her işte orta yolu ve dengeyi gözeten ve hayatı o denge ile kuşatan bir dindir ve hayatın içinde bir dindir. [3] İslam’da ruhbaniyet olmadığı gibi bazı istisnaî tasavvufî akımlar hariç uzlete de pek rastlanmaz ki onlardaki de geçici / süreli uzletlerdir. Günümüzde günlük hayat; evde, işte, okulda ve sokakta olduğu kadar sanal âlemde de akmaktadır. Bir Müslümanın bu gerçekliği göz ardı etmesi ne kadar doğru olabilir? Sonuç olarak dışında olduğumuz hiçbir olguyu yönetemeyiz. Teknolojik gelişmelere geç kalanlar o alanda söz sahibi de olamıyor. Bilindiği üzere dijital medya teknolojilerinin kurucularının hiç biri İslam dünyasından değil dolasıyla İslam dünyası bu alanda söz sahibi olamıyor ve sadece kendilerine sunulanı tüketmekle yetiniyor. Kurucusu veya mucidi olmasak da içerek üreticisi olabilirsek en azından meydanı hepten boş bırakmamış oluruz diye düşünüyorum. Gayri İslamî içeriklerle mücadele edebilecek İslami içerikler üretmek, bu konuda bir strateji ve politika sahibi olmak İslam dünyası için önemli bir sınav konusu olarak karşımızda durmaktadır. Bu mesele başıboş kendi halinde bırakılacak bir mesele değil bilakis eğitimleri verilerek profesyonel içerik üreticileri yetiştirilmesinden tutun da daha birçok teknik detayı olan bir alandır. Bu yüzden de sivil inisiyatifin yanı sıra kurumsallaşması gereken bir yönü de vardır.
*Söz konusu dini grup “cemaat” yerine “camia” kavramını tercih ettiği için yazıda o şekilde kullanılmıştır.
Dipnotlar:
[1]Doğan, N. K. Şener ve M. Çamdereli (Ed.), Dijitalleşen Din-Medya ve Din 2, İstanbul: Köprü Kitapları
[2] Çelik, Mahmut. İsmailağa Cami İlim ve Hizmet Vakfı’nın Medyaya Bakışındaki Dönüşüm Ve Günümüzdeki Medya Kullanım Pratikleri. İstanbul: Marmara Üniversitesi, Yüksek Lisan, 2021.
[3] Orta yolu tutmam ile ilgili: Buhârî, Îmân 29. Ayrıca bk. Nesâî, Îmân 28.
Toplumsal hayatın bu denli merkezinde yer alan dijital medya toplumsal hayatın vazgeçilmez bir parçası olan dinî hayattan ne kadar uzak kalabilir ki? Öncelikle meseleye kişisel ölçekte baktığımızda bir birey günlük hayatta nasıl bir kişiliğe, dünya görüşüne ve değerlere sahipse, dijital dünyasında da büyük oranda onu yansıtıyor. Örneğin dindar bir kişi genellikle sosyal medyasında da dünya görüşüne uygun paylaşımlarda bulunuyor hatta bazı kullanıcılar sosyal medya hesaplarını sadece dinî paylaşımlar için kullanabiliyor. Haldun Narmanlıoğlu’nun [1] “Sanal Cemaatte Çevrimiçi İbadet” isimli makalesinde detaylı bir şekilde anlattığı ve “sanal cemaat” olarak kavramsallaştırdığı üzere dua vb. dini ayinleri sosyal medya mecraları üzerinden gerçekleştiren kişilerin sayısı hiç azımsanmayacak kadar çok. Dindar bireylerin sosyal medyaya uzak olmadığını söylemek hiç de zor değil. Peki, bu konuda dini cemaatler ne durumda? Dilerseniz bu soruya kuruluşundan yakın geçmişine dek medyaya / medya araçlarına mesafe konusunda katı tutumuyla bilinen cemaatlerden biri olan İsmailağa Camiası üzerinden cevap vermeye çalışalım.
Ben yüksek lisans tezimi İsmailağa Camiası’nın medyaya bakışındaki dönüşüm üzerine yazdım[2]. Nitel bir araştırmamı aralarında Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü gibi isimlerin olduğu İsmailağa Camiası’ndan 11 kanaat önderi ile derinlemesine mülakat yöntemiyle gerçekleştirdim. Araştırmanın sonucunda ise İsmailağa Camiası’nın* medyaya bakışında bir dönüşümün yaşandığı lakin bunun fikrî plandan ziyade fiiliyatta gerçekleştiği ortaya çıktı. Camianın önde gelen isimleri bu dönüşümü bir fıkıh terimi olan “umûmü’l belvâ” ile açıklıyorlar. “Umûmü’l belvâ” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinde; Toplumda yaygınlaştığı için bilinmemesi, kaçınılması çok zor olan, zarurete dönüşen şeyler olarak tanıyor. İsmailağa Câmiası, medyaya, dijital medyaya uzun yıllar sıkı bir direnç gösterse de toplumda hızla yaygınlaşan akıllı telefonları camia mensuplarının kullanıyor olması ve akıllı telefon kullanıcısı olan müritlerin sosyal medyaya da intibak sağlaması ile zaten ister istemez kendini dijital dünyanın içinde bulmuştu. Mülakat yaptığım kanaat önderlerinden biri bunu “Biz İsmailağa Vakfı olarak resmi web sitesi ve sosyal medya hesaplarını açmadan önce camia mensuplarının çoğu zaten interneti ve sosyal medyayı aktif olarak kullanmaya başlamıştı.” sözleriyle açıklıyor.
Bunun üzerine İsmalağa’nın boş bıraktığı medya mecraları camia dışından kişiler tarafından doldurulmaya çalışılınca camia da dijital medyaya girmeyi bir zaruret olarak görerek hızla bu alanda çalışmalara başladı. “İsmailağa” ismiyle farklı kişi ve kişiler tarafından çok sayıda web sitesi ve sosyal medya hesapları kurulmuştu. İsmailağa Camii İlim ve Hizmet Vakfı hukukî yollara başvurarak bunlarla mücadele etti ve 2014 yılında resmi web sitesini ve sosyal medya hesaplarını kurdu. 1950’li yıllarda temelleri atılan bir cemaatin medya çalışmalarına bu kadar geç başlaması üzerine düşünülmesi gereken bir konu olarak karşımızda duruyor. Nitekim mülakat yaptığım kanaat önderlerinden çoğu “Biz çok geç kaldık.” minvalinde açıklamalar yapıyorlar.
Bu ve bu kabilden cümleler derin bir pişmanlık taşırken görüştüğüm kanaat önderlerinin bazıları da tam aksi yönde görüş beyan ediyor. Camianın lideri yani tarikat şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu sağlık sorunları nedeniyle camianın yönetimiyle eskisi gibi ilgilenmediği için irşat, tebliğ, eğitim vb. hizmetlerin yönetimi maksadıyla kurduğu istişare heyetindeki (benim bu yazıda kanaat önderi diye zikrettiğim) hoca efendiler arasında dahi büyük görüş ayrılıkları bulunuyor. Çoğu “Geç bile kaldık, bu dijital dünyanın içinde evvelden beri olmalıydık.” derken önemli bir kısmı da “Bu dijital dünya bize uygun değil, faydasından çok zararı var. Biz onu dönüştüremeyiz bilakis o bizi dönüştürür.” diyor. Hakikaten bu mevzunun çok derin bir dilemma olduğunu, uzun uzun, etraflıca ele alınıp, değerlendirilip tartışılması gereken bir sorunsal olduğunu söylemek mümkün. Kanaatimce tümden reddetmek de bu dijital rüzgâra tamamıyla kapılmak da elbette doğru değil. Peki, bu işin mutedil bir çözümü yok mu?
İslam itidal dinidir. Her işte orta yolu ve dengeyi gözeten ve hayatı o denge ile kuşatan bir dindir ve hayatın içinde bir dindir. [3] İslam’da ruhbaniyet olmadığı gibi bazı istisnaî tasavvufî akımlar hariç uzlete de pek rastlanmaz ki onlardaki de geçici / süreli uzletlerdir. Günümüzde günlük hayat; evde, işte, okulda ve sokakta olduğu kadar sanal âlemde de akmaktadır. Bir Müslümanın bu gerçekliği göz ardı etmesi ne kadar doğru olabilir? Sonuç olarak dışında olduğumuz hiçbir olguyu yönetemeyiz. Teknolojik gelişmelere geç kalanlar o alanda söz sahibi de olamıyor. Bilindiği üzere dijital medya teknolojilerinin kurucularının hiç biri İslam dünyasından değil dolasıyla İslam dünyası bu alanda söz sahibi olamıyor ve sadece kendilerine sunulanı tüketmekle yetiniyor. Kurucusu veya mucidi olmasak da içerek üreticisi olabilirsek en azından meydanı hepten boş bırakmamış oluruz diye düşünüyorum. Gayri İslamî içeriklerle mücadele edebilecek İslami içerikler üretmek, bu konuda bir strateji ve politika sahibi olmak İslam dünyası için önemli bir sınav konusu olarak karşımızda durmaktadır. Bu mesele başıboş kendi halinde bırakılacak bir mesele değil bilakis eğitimleri verilerek profesyonel içerik üreticileri yetiştirilmesinden tutun da daha birçok teknik detayı olan bir alandır. Bu yüzden de sivil inisiyatifin yanı sıra kurumsallaşması gereken bir yönü de vardır.
*Söz konusu dini grup “cemaat” yerine “camia” kavramını tercih ettiği için yazıda o şekilde kullanılmıştır.
Dipnotlar:
[1]Doğan, N. K. Şener ve M. Çamdereli (Ed.), Dijitalleşen Din-Medya ve Din 2, İstanbul: Köprü Kitapları
[2] Çelik, Mahmut. İsmailağa Cami İlim ve Hizmet Vakfı’nın Medyaya Bakışındaki Dönüşüm Ve Günümüzdeki Medya Kullanım Pratikleri. İstanbul: Marmara Üniversitesi, Yüksek Lisan, 2021.
[3] Orta yolu tutmam ile ilgili: Buhârî, Îmân 29. Ayrıca bk. Nesâî, Îmân 28.