İsmail Kaplan'ın yazısı
Teknoloji ile gelenekler, inançlar, dil, kısaca kültür her zaman iç içe olmuştur. Hem kültür ihtiyaç duyduğu teknolojiyi meydana getirmiş, hem de teknolojilerin gelişimi kültürel değişimleri ortaya çıkarmıştır. Olumlu ve olumsuz bağlamlarda eleştirilen bu etkileşim elbette teknolojinin çok daha hızlı biçimde ilerleyip dönüştüğü günümüzde hayatımızın merkezinde yer almayı ve farklı zeminlerde tartışılmayı hak eden bir konudur.
Müslümanlar özellikle maddi kültür unsurlarını üretmek konusunda dünyanın batısına kıyasla yavaş davranmaya başladıkları günlerden beri (bu tarihi yaklaşık olarak sanayi devrimine denk gelen dönemle somutlaştırabiliriz) kültürel değişimlerin inananlar ve Müslüman topluluklar üzerindeki etkilerini yoğun olarak tartışıyorlar. Geçtiğimiz yüzyılda kitle iletişim araçları bağlamında yürütülen tartışmalar bunun en somut örnekleri. Özellikle televizyonun ve fotoğrafın çok yakın dönemlere kadar Türkiye’deki dindar toplulukların bazıları tarafından makbul sayılmaması buna örnek gösterilebilir. Bugün ise yapılan çalışmalar, bahsedilen dini grupların 20-30 yıl öncesine göre kitle iletişim teknolojileri konusunda farklı yaklaşımları olduğuna işaret ediyor.
Uzun süren yok sayma ve reddetme dönemi sonrasında özellikle iletişim teknolojilerinin çok kısa bir zaman aralığında dini gruplar arasında yaygınlaşması, güçlü bir dalga etkisine neden oldu. Bu dalganın bir etkisi olarak da bugün tecrübe ettiğimiz medyatikleşme sürecine ulaştık. Teknolojiden din bağlamında nasıl yararlanılabileceği konusunda başlayan tartışmalar bugün Metaverse’te İslam’ın nasıl konumlandırılacağı tartışmalarına ulaşmış durumda.
Uzun zaman net biçimde cevaplanamayan soruların yanında bir diğer kaygı verici olgu ise, her yeni gelişmeye bir alternatif üretme çabası ve İslam’ı, tüm teknolojik gelişmeler karşısında, bu çağa ait dil ile uyumlaştırma gayreti. İslam’ın mesajlarını bugünün insanına ulaştırmak noktasında herhangi bir alanda verilen her gayret takdire şayan fakat kökeni bugünün seküler dünya görüşü ve hayat tarzına dayanan teknolojilerin, yapısal herhangi bir değişikliğe uğramadan, dini mesajların kitlelere ulaştırılması amacıyla kullanılması ne ölçüde mümkün ve sağlıklı?
Biçimin içerik üzerinde oluşturacağı etkiyi hesaba katmayan çalışmaların istenen ve beklenen amaca ulaşmama ihtimali hayli yüksek. Bunun etkisini özellikle dini içerikli televizyon programlarında ve dijital medyada oluşturulan içeriklerin sunum ve algılanma biçimlerinde çok defa tecrübe ettik. Maalesef dijital ortamın geliştirdiği dili ve duyarlılığı göz ardı edip klasik yöntemleri bu mecraya taşımak, dini mesaj ile hedeflenen amacı değil, tam tersi etkileri ortaya çıkarabiliyor. Diğer yandan bu dile uyum sağlamak adına biçim değişikliğine gitmek, dini mesajı diğer medya mesajlarından biri seviyesine indiriyor. Bu dengeyi bulmak ve korumak, özellikle yeni iletişim teknolojileri ve mecraları üzerine çalışan herkesin omzunda hissetmesi gereken bir yük.
Elbette tüm sorumluluğu medyaya yüklemek büyük bir haksızlık olacak. Sadece teknolojinin değil, alışkanlıkların ve hayat koşullarının da değişmesi ile birlikte insanların dünyayı algılama ve kendilerini dünya üzerinde konumlandırma biçimleri de değişikliğe uğradı. Bu durum, insanların manevi alana dair yaklaşımını da değiştirdi. Son birkaç on yılda new age dinlerin dünya çapında popülerlik kazanması, insanın dine ve maneviyata dair yaklaşımını işaret ediyor. İslam özelinle medyatikleşmenin yol açtığı tehlikelerden bir tanesi de işte bu noktada yatıyor: çağın ve dijital medyanın dilini yakalamak isterken, seküler maneviyatın diline hapsolma tehlikesi.
Bütün bu tehditlerin ve tehlikelerin ortasında, medyayı İslami mesajın iletilmesi ve anlaşılması için en uygun biçimde nasıl kullanabiliriz? Bu sorunun gündemimizden hiç düşmemesi gerekiyor.
Teknoloji ile gelenekler, inançlar, dil, kısaca kültür her zaman iç içe olmuştur. Hem kültür ihtiyaç duyduğu teknolojiyi meydana getirmiş, hem de teknolojilerin gelişimi kültürel değişimleri ortaya çıkarmıştır. Olumlu ve olumsuz bağlamlarda eleştirilen bu etkileşim elbette teknolojinin çok daha hızlı biçimde ilerleyip dönüştüğü günümüzde hayatımızın merkezinde yer almayı ve farklı zeminlerde tartışılmayı hak eden bir konudur.
Müslümanlar özellikle maddi kültür unsurlarını üretmek konusunda dünyanın batısına kıyasla yavaş davranmaya başladıkları günlerden beri (bu tarihi yaklaşık olarak sanayi devrimine denk gelen dönemle somutlaştırabiliriz) kültürel değişimlerin inananlar ve Müslüman topluluklar üzerindeki etkilerini yoğun olarak tartışıyorlar. Geçtiğimiz yüzyılda kitle iletişim araçları bağlamında yürütülen tartışmalar bunun en somut örnekleri. Özellikle televizyonun ve fotoğrafın çok yakın dönemlere kadar Türkiye’deki dindar toplulukların bazıları tarafından makbul sayılmaması buna örnek gösterilebilir. Bugün ise yapılan çalışmalar, bahsedilen dini grupların 20-30 yıl öncesine göre kitle iletişim teknolojileri konusunda farklı yaklaşımları olduğuna işaret ediyor.
Uzun süren yok sayma ve reddetme dönemi sonrasında özellikle iletişim teknolojilerinin çok kısa bir zaman aralığında dini gruplar arasında yaygınlaşması, güçlü bir dalga etkisine neden oldu. Bu dalganın bir etkisi olarak da bugün tecrübe ettiğimiz medyatikleşme sürecine ulaştık. Teknolojiden din bağlamında nasıl yararlanılabileceği konusunda başlayan tartışmalar bugün Metaverse’te İslam’ın nasıl konumlandırılacağı tartışmalarına ulaşmış durumda.
Uzun zaman net biçimde cevaplanamayan soruların yanında bir diğer kaygı verici olgu ise, her yeni gelişmeye bir alternatif üretme çabası ve İslam’ı, tüm teknolojik gelişmeler karşısında, bu çağa ait dil ile uyumlaştırma gayreti. İslam’ın mesajlarını bugünün insanına ulaştırmak noktasında herhangi bir alanda verilen her gayret takdire şayan fakat kökeni bugünün seküler dünya görüşü ve hayat tarzına dayanan teknolojilerin, yapısal herhangi bir değişikliğe uğramadan, dini mesajların kitlelere ulaştırılması amacıyla kullanılması ne ölçüde mümkün ve sağlıklı?
Biçimin içerik üzerinde oluşturacağı etkiyi hesaba katmayan çalışmaların istenen ve beklenen amaca ulaşmama ihtimali hayli yüksek. Bunun etkisini özellikle dini içerikli televizyon programlarında ve dijital medyada oluşturulan içeriklerin sunum ve algılanma biçimlerinde çok defa tecrübe ettik. Maalesef dijital ortamın geliştirdiği dili ve duyarlılığı göz ardı edip klasik yöntemleri bu mecraya taşımak, dini mesaj ile hedeflenen amacı değil, tam tersi etkileri ortaya çıkarabiliyor. Diğer yandan bu dile uyum sağlamak adına biçim değişikliğine gitmek, dini mesajı diğer medya mesajlarından biri seviyesine indiriyor. Bu dengeyi bulmak ve korumak, özellikle yeni iletişim teknolojileri ve mecraları üzerine çalışan herkesin omzunda hissetmesi gereken bir yük.
Elbette tüm sorumluluğu medyaya yüklemek büyük bir haksızlık olacak. Sadece teknolojinin değil, alışkanlıkların ve hayat koşullarının da değişmesi ile birlikte insanların dünyayı algılama ve kendilerini dünya üzerinde konumlandırma biçimleri de değişikliğe uğradı. Bu durum, insanların manevi alana dair yaklaşımını da değiştirdi. Son birkaç on yılda new age dinlerin dünya çapında popülerlik kazanması, insanın dine ve maneviyata dair yaklaşımını işaret ediyor. İslam özelinle medyatikleşmenin yol açtığı tehlikelerden bir tanesi de işte bu noktada yatıyor: çağın ve dijital medyanın dilini yakalamak isterken, seküler maneviyatın diline hapsolma tehlikesi.
Bütün bu tehditlerin ve tehlikelerin ortasında, medyayı İslami mesajın iletilmesi ve anlaşılması için en uygun biçimde nasıl kullanabiliriz? Bu sorunun gündemimizden hiç düşmemesi gerekiyor.