“2000’li Yıllarda Muhafazakâr Kesimde Görülen Sinema İlgisi” başlıklı sunumda, 1950’li yıllardan itibaren bugüne kadar, muhafazakârların sinemayla ilişkisi üzerinde duruldu. O bildiriden bazı notlar şöyle:
“Hazretli Filmler”den Milli Sinema Akımına
2000’li yıllar öncesinde Türkiye’de muhafazakâr kesimin sinema ile kurduğu ilişkiyi başlıca iki dönemde ele almak mümkündür. Bunların ilki, “Hazretli Filmler Akımı Dönemi” ve ikincisi “Milli Sinema Akımı Dönemi”dir. Türk toplumunun genel olarak sinemanın ülkemize gelmesinden itibaren sinemaya ilgi gösterdiği söylenebilirse de, bir toplumsal grup olarak muhafazakâr seyircinin sinemaya kitlesel düzeyde ilgisinin ilk olarak 1950’lerin ortasından başlayıp 1970’lerin ortasına kadar devam eden “Hazretli Filmler Akımı” çerçevesinde gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Bu akım çerçevesinde çekilen filmlerin, peygamberlerin, halifelerin, evliyaların hayatlarını ve dini olayları konu edinmeleri muhafazakâr seyirciyi cezbetmiştir; ancak bu filmlerin dini karakterlerin hayat hikayelerini, önemli tarihsel olayları ve dini öğretileri işlemedeki başarısızlıkları, muhafazakâr kitleyi tatmin etmekte başarısız olmuştur. Muhafazakâr kitlenin sinemaya olan ilgisinin Hazretli Filmler döneminden sonraki evresi ise, 1970’de ilk sinema filmini üreten, 1990’ların ortalarına kadar çok sayıda film yapan, 1996-2005 yılları arasında sinemadan uzaklaşıp 2005’ten sonra yeniden eser vermeye başlayan “Milli Sinema Akımı” olmuştur. Milli Sinemacı yönetmenler, Hazretli Filmleri çeken yönetmenlerden farklı olarak sinemada eser verirken dini/politik bir anlam yüklemişlerdir.
“Milli Sinemacıların en fazla problem edindikleri konu, özel sektörden gelecek sermaye desteğiydi”
Milli Sinemacıların, 1990’lı yılların başında en fazla problem edindikleri konuların başında, sinema alanında özel sektörden gelecek sermaye desteğiydi. 2000’lerin başından itibaren bu sorun yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlamıştır. Muhafazakâr sinemacılar, sinemaya gösterdikleri ilginin artışıyla beraber, diğer kesimlerden sinemacılar gibi, Kültür Bakanlığı’nın sinemacılar için oluşturduğu fonlardan destek almaya başlamışlardır Albaraka Türk’ün sinema alanındaki katkısına 2014 yılında Murat Pay’ın yönetmenliğini, Semih Kaplanoğlu’nun yönetmenliğini üstlendiği “Maşuk’un Nefesi” adlı belgesel filme sağladığı sponsorluk desteğini örnek verebiliriz. Filmle, 600 yıllık bir geçmişi olan “mevlid”in ve günümüzde unutulmaya yüz tutan “meşk geleneğinin” hatırlatılması hedeflenmiştir.
Diyanet sinemaya nasıl bakıyor?
Bu dönemde muhafazakâr kitlede sinemaya bakışı etkileyen unsurlardan biri de din adamlarının sinema hakkında eskiye oranla daha olumlu bir söylem içinde bulunmalarıdır. Örneğin Türkiye’deki resmi dini otorite olarak tanımlanabilecek olan Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 2004 yılında düzenlenen II. Uluslar Arası Dini Yayınlar Kongresi’nde; sinemanın önemli bir sanat dalı olduğu vurgulanmış, daha nitelikli sinema eserleri verilebilmesi için iletişim fakültelerinde İslâm ve din adamı imgesi gibi konularda çalışmalara yer verilmesi, dinî film senaryoları dalında yarışmalar düzenlenmesi, kazanan projelerin filme dönüştürülebilmesi için gerekli finansmanın temin edilmesi, periyodik olarak ulusal ve uluslararası dinî film festivalleri düzenlenmesi ve bu konularda devletin radyo televizyon kurumu olan TRT ile Diyanet İsleri Başkanlığı’nın işbirliği içerisinde olmaları tavsiye edilmiştir.
Din adamlarının sinemaya bakışı
2000’li yıllarda, sinema konusunda din adamları, konunun öneminin farkında olarak, önceki yıllara göre daha olumlu ve yapıcı görüşler beyan etmişlerdir. Örneğin, 2009 yılında kamuoyunda Cübbeli Ahmet Hoca olarak tanınan Ahmet Mahmut Ünlü, kendisine Gazeteci Fatih Altaylı tarafından yöneltilen “Sinemaya gitmez misiniz?” sorusuna, vakit bulamadığı için gidemediğini söylemiştir. Altaylı, akabinde, “Günah diye mi gitmezsiniz, yoksa vakitsizlikten mi?” diye sorunca Ünlü, “İçerik günahsa günah olur. Sinema günah, televizyon günah diye bir şey denmez, alettir… İslami bir film olur, siyerden bir şey olur, yani niye günah olacak? O da kültürel bir şey olur. Yani şirk, itikat bozukluğu yoksa… müstehcen, tahrik edici unsurlar yoksa…” diye cevaplamıştır. Türkiye’nin önde gelen İslam hukuku uzmanlarından Prof. Dr. Hayrettin Karaman da, “Sinema ve televizyon hem göze hem de kulağa hitap eden önemli birer haber, öğretim, eğitim ve eğlence vâsıtasıdır. Bu vâsıtaların kendilerine haram demek mümkün değildir, onlarda gösterilen ve duyurulan şeylere bakarak hüküm vermek gerekir.” ifadeleriyle, sinema sanatının, kendi bakış açısına göre, olumlu bir şekilde kullanılmasının da mümkün olduğunu belirtmektedir. Bu gibi düşünce ve kanaatler Türkiye’de muhafazakâr çevrenin sinemaya olan mesafeli yaklaşımında yumuşamaya neden olmuştur.
“Hazretli Filmler”den Milli Sinema Akımına
2000’li yıllar öncesinde Türkiye’de muhafazakâr kesimin sinema ile kurduğu ilişkiyi başlıca iki dönemde ele almak mümkündür. Bunların ilki, “Hazretli Filmler Akımı Dönemi” ve ikincisi “Milli Sinema Akımı Dönemi”dir. Türk toplumunun genel olarak sinemanın ülkemize gelmesinden itibaren sinemaya ilgi gösterdiği söylenebilirse de, bir toplumsal grup olarak muhafazakâr seyircinin sinemaya kitlesel düzeyde ilgisinin ilk olarak 1950’lerin ortasından başlayıp 1970’lerin ortasına kadar devam eden “Hazretli Filmler Akımı” çerçevesinde gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Bu akım çerçevesinde çekilen filmlerin, peygamberlerin, halifelerin, evliyaların hayatlarını ve dini olayları konu edinmeleri muhafazakâr seyirciyi cezbetmiştir; ancak bu filmlerin dini karakterlerin hayat hikayelerini, önemli tarihsel olayları ve dini öğretileri işlemedeki başarısızlıkları, muhafazakâr kitleyi tatmin etmekte başarısız olmuştur. Muhafazakâr kitlenin sinemaya olan ilgisinin Hazretli Filmler döneminden sonraki evresi ise, 1970’de ilk sinema filmini üreten, 1990’ların ortalarına kadar çok sayıda film yapan, 1996-2005 yılları arasında sinemadan uzaklaşıp 2005’ten sonra yeniden eser vermeye başlayan “Milli Sinema Akımı” olmuştur. Milli Sinemacı yönetmenler, Hazretli Filmleri çeken yönetmenlerden farklı olarak sinemada eser verirken dini/politik bir anlam yüklemişlerdir.
“Milli Sinemacıların en fazla problem edindikleri konu, özel sektörden gelecek sermaye desteğiydi”
Milli Sinemacıların, 1990’lı yılların başında en fazla problem edindikleri konuların başında, sinema alanında özel sektörden gelecek sermaye desteğiydi. 2000’lerin başından itibaren bu sorun yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlamıştır. Muhafazakâr sinemacılar, sinemaya gösterdikleri ilginin artışıyla beraber, diğer kesimlerden sinemacılar gibi, Kültür Bakanlığı’nın sinemacılar için oluşturduğu fonlardan destek almaya başlamışlardır Albaraka Türk’ün sinema alanındaki katkısına 2014 yılında Murat Pay’ın yönetmenliğini, Semih Kaplanoğlu’nun yönetmenliğini üstlendiği “Maşuk’un Nefesi” adlı belgesel filme sağladığı sponsorluk desteğini örnek verebiliriz. Filmle, 600 yıllık bir geçmişi olan “mevlid”in ve günümüzde unutulmaya yüz tutan “meşk geleneğinin” hatırlatılması hedeflenmiştir.
Diyanet sinemaya nasıl bakıyor?
Bu dönemde muhafazakâr kitlede sinemaya bakışı etkileyen unsurlardan biri de din adamlarının sinema hakkında eskiye oranla daha olumlu bir söylem içinde bulunmalarıdır. Örneğin Türkiye’deki resmi dini otorite olarak tanımlanabilecek olan Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 2004 yılında düzenlenen II. Uluslar Arası Dini Yayınlar Kongresi’nde; sinemanın önemli bir sanat dalı olduğu vurgulanmış, daha nitelikli sinema eserleri verilebilmesi için iletişim fakültelerinde İslâm ve din adamı imgesi gibi konularda çalışmalara yer verilmesi, dinî film senaryoları dalında yarışmalar düzenlenmesi, kazanan projelerin filme dönüştürülebilmesi için gerekli finansmanın temin edilmesi, periyodik olarak ulusal ve uluslararası dinî film festivalleri düzenlenmesi ve bu konularda devletin radyo televizyon kurumu olan TRT ile Diyanet İsleri Başkanlığı’nın işbirliği içerisinde olmaları tavsiye edilmiştir.
Din adamlarının sinemaya bakışı
2000’li yıllarda, sinema konusunda din adamları, konunun öneminin farkında olarak, önceki yıllara göre daha olumlu ve yapıcı görüşler beyan etmişlerdir. Örneğin, 2009 yılında kamuoyunda Cübbeli Ahmet Hoca olarak tanınan Ahmet Mahmut Ünlü, kendisine Gazeteci Fatih Altaylı tarafından yöneltilen “Sinemaya gitmez misiniz?” sorusuna, vakit bulamadığı için gidemediğini söylemiştir. Altaylı, akabinde, “Günah diye mi gitmezsiniz, yoksa vakitsizlikten mi?” diye sorunca Ünlü, “İçerik günahsa günah olur. Sinema günah, televizyon günah diye bir şey denmez, alettir… İslami bir film olur, siyerden bir şey olur, yani niye günah olacak? O da kültürel bir şey olur. Yani şirk, itikat bozukluğu yoksa… müstehcen, tahrik edici unsurlar yoksa…” diye cevaplamıştır. Türkiye’nin önde gelen İslam hukuku uzmanlarından Prof. Dr. Hayrettin Karaman da, “Sinema ve televizyon hem göze hem de kulağa hitap eden önemli birer haber, öğretim, eğitim ve eğlence vâsıtasıdır. Bu vâsıtaların kendilerine haram demek mümkün değildir, onlarda gösterilen ve duyurulan şeylere bakarak hüküm vermek gerekir.” ifadeleriyle, sinema sanatının, kendi bakış açısına göre, olumlu bir şekilde kullanılmasının da mümkün olduğunu belirtmektedir. Bu gibi düşünce ve kanaatler Türkiye’de muhafazakâr çevrenin sinemaya olan mesafeli yaklaşımında yumuşamaya neden olmuştur.