Hepimiz Medyayız*
McLuhan’a göre insan eliyle oluşturulmuş, yeterince gelişmemiş her yapı, dönüp kullanıcıyı kendi içine alma eğilimi gösterir. Teknoloji, insan duyularından herhangi birini öne çıkarmaya zorlar; aynı anda öteki duyularsa ya zayıflatılır ya da geçici olarak tümüyle ortadan kaldırılır. Bu süreç, insanoğlunun kendi uzantılarına, ilahi niteliğin bir biçimi olarak tapınma eğilimini bir kez daha hayata geçirir. Yeterince ileri gidildiğinde de böylelikle insanoğlu “kendi makinesinin bir yaratığı” haline gelir (McLuhan & Powers, 2001: 123).
İnsanoğlunu “kendi makinesinin yaratığı” şeklinde tasavvur etmek, bugün teneffüs ettiğimiz dijital kültürel havanın hayatlarımızdaki etkisini özetliyor aslında: Hepimiz artık medyayız. Geleneksel medya karşısındaki edilgen yapımızdan sıyrılarak sanal evrenin kapladığı medyaların (bilgisayar, akıllı telefon vd. aygıtlar) içine kendimizi bırakıverdiğimiz günden beri de böyleyiz.
Bu halimizi tahlil edelim: Sanal âlemde kurduğumuz, ad ve soyadımızdan müteşekkil medyamızı, çeşitli medya gündemlerine göre belirleyerek günümüzü inşa ediyoruz. Bu inşa, sanal hayatımızla sınırlı kalabildiği gibi zaman zaman da gerçek hayatımızı belirliyor. Reklamsız yapamıyoruz sonra. Kişiliğimizin, gündelik hayatımızın, yemeklerimizin, fikirlerimizin, ailemizin, imkânlarımızın, an ve anılarımızın reklamını yapıyor; beğeni, yorum vs. girişimlerle reklamımızın etkilerini ölçüyor; hangi unsurların reklam olarak kullanılabileceğini zihinsel olarak kurguluyor ve reklam stratejilerine göre hareket ediyoruz. Etkileyebileceğimiz insan sayısına odaklanarak, kendi ad ve soyadımıza sponsor oluyoruz. Dahası, tıpkı geleneksel bir medya kuruluşunda olduğu gibi, kişilik göstergesi telakki edilen medyamız, vazgeçilmez bir erk olarak kabul gördü. Bilgisayar bilimci Pollack, bilgisayarlarımızın artık vücudumuzun bir parçası olacağını öngörüyordu. Bilgisayar teknolojisiyle hayatımıza müdahil olan teknik gelişmelerle birlikte, doğrudur, sanal evrenle bütünleşmiş medyalar vücudumuzun parçası olarak benimsendi ve vücudumuzu kaplamaya devam ediyor. Bütün medyayı yeniden yapım olarak tanımlayarak medyanın, insanın icra edebileceği yeteneklerin ötesinde hızlandırılmış birtakım biyolojik yeteneklerin modeli olduğunu belirtmişti McLuhan. Bu açıdan tekerlek ayağın uzantısı, kitap gözün uzantısı, elbise derinin uzantısıydı (McLuhan & Powers, 2001: 144). Bu tespit, itirazlara rağmen, sosyal ağlarla birlikte giderek güç kazanıyor.
Kişisel medya hesaplarımızla, medyaya dönüştüğümüz gibi, ad ve soyadlarıyla sosyal ağlarda varlık gösteren diğer isimleri de herhangi bir medya kuruluşu gibi görüyoruz. Nasıl mı? Gerçek hayatta ilişkilerimizi sürdürmekte herhangi bir sakınca görmediğimiz birini “silmek” ile uydudan ekranımıza ulaşan kanalı silmek arasında; kumandadan kanal değiştirmek ile taşınabilir telefon ekranlarını kaydırmak arasında herhangi bir ayrım yok. Baudrillard’a göre sanal işlem sürecinde, sanal mekanizmaya belli bir ölçüde gömüldüğünüzde insanla makine arasında fark kalmıyordu. Çünkü işlemsel sürecin her iki tarafında makinenin (makine/makineleşmiş insan) yer aldığı görülüyor; belki de kullanıcının tamamıyla makinenin bir parçası olduğu söylenebiliyordu. Bu açıdan makinenin oluşturduğu bir sanal gerçekliğe dönüşen insan, onun işlemsel ikizi gibi çalışıyordu (Baudrillard, 2005: 80).
Günümüzde artık, insanlar karşılıklı ilişkilerden ziyade medya ile dolayımlanmış ilişkilere sıcak bakıyorlar. Oldukça bilindik örnekle anımsatacak olursak, kandil ve bayram mesajlarını medyamızdan paylaşarak, akrabalık bağlarını koparmama ilkesini yerine getirmiş; otomatik metinlerden müteşekkil duygu, düşünce ve hatta dualarımızı kişisel medyalarımızdan, kişisel medyalara göndererek dini birtakım vecibelerimizi eda etmiş olduğumuzu var sayıyoruz. Bu hadise, esasında insanın, medyaya dönüşme sürecini hızlandırıyor. Çünkü bu haliyle mesaj aktarımı, insandan insana iletişimden daha çok, medyadan başka bir medyaya şeklinde tezahür ediyor.
Suretler (Surrogates-2009) filmini konumuz açısından hatırlatmakta yarar var. Film, insanların fiziksel olarak kusursuz robot versiyonlarına sahip olmaları ve kendi odalarından çıkmadan günlük hayatlarını robotlar tarafından sürdürmeleri üzerine tasarlanmıştır. Filmde insanlar, kendi bedenlerini kullanmak yerine, kendi odaları dışındaki bütün işlerini, ilişkilerini bu suretlerle sağlamaktadır. Örneğin yaşlı ve hasta bir polis memuru odasına kurulu düzenek sayesinde, genç olarak tasarlanmış suretini kullanarak sokaklardaki görevini yerine getirmektedir. Sağlığını yitirmiş genç bir sporcu, dinç ve atik olarak hazırlanmış sureti sayesinde spor yapabilmektedir. Sağlığını yitirmiş, fiziksel sorunları bulunan insanların yanında herhangi bir derdi olmayan diğer insanlar tarafından da kullanılan suretler, günlük hayatta insanlığın yerine geçmeye başlamış, dünya gerçek insanların yerine suretlerinin dolaştığı bir mekana dönüşmüştür. Suretler, bugünkü dijital kültürü yansıtması, insan ilişkilerinin varacağı boyutu hatırlatması bakımından kayda değer bir filmdir. Çünkü, yazı boyunca aktaracağımız örneklerde görüleceği gibi bugün medyalar, insan ilişkilerinin yerini almış boyuttadır.
Rahmetliyi etiketlemek
Bilge lider Aliya, kitle kültürü ile medya arasındaki ilişkiye temas ederken “İnsanın ruhu, kitlenin ise sadece ihtiyaçları vardır.” (İzzetbegoviç, 1992) değerlendirmesinde bulunur. Sanal âlemdeki kitlelerin önemli bir ihtiyacı dijital kimlikleridir. Kimlik bilindiği gibi, toplumsal bir varlık olarak insanın nasıl bir kimse olduğunu gösteren belirti, nitelik ve özelliklerin bütünü anlamına gelmektedir (TDK, 2016). Medyalaşma sürecinin ilk adımı kimlik oluşturmaktır. Bireyler, söylemleri etrafında hazırladıkları kimliklerini sunar ve sanal âlemde yaşatırlar.
Dijital kimliklerin ilginç ve bir o kadar da insanî bakış açısını duruma uğratan bir örneği, vefat eden kimselerin “etiketlenmesi” olayıdır. Âdemoğlu, dünya âleminden ahiret âlemine göçüyor, lakin dijital kimlikleri nedeniyle sanal âlemde etiketlenmekten kendini kurtaramıyor. Zira ölmek, gömülmek, münker ve nekirle karşılaşmak, dijital kimliklerimizin etiketlenmesinden bizi azat etmiyor. Televizyon veya sinemadaki görüntüleriyle hayatımızın bir köşesine dâhil olan oyuncular, nasıl ebedi âleme göçtükleri halde, yıllar sonra televizyon âleminde hayatlarını sürdürüyor, insanlara mesaj aktarmaya devam ediyorlarsa, artık sokaktaki adamın e-hâli de aynı şekilde ağlarda yerini koruyor, görüntüsüyle insanların hayatlarını etkileyebiliyor. İnsan ölüyor, lakin dijital kimliği yaşıyor. İzleniyor. Takip ediliyor. “Hepimiz medyayız” derken ölsek de medyamızın bizi hayatta bırakma (!) tarafına özellikle atıf yapmak istiyorduk. Babası, kardeşi, iş arkadaşı, yakını vefat eden kimse, evvela müteveffanın medyasını etiketleyerek, özlemini, hasretini, duasını, üzüntüsünü sunar oldu. Bu durum, özellikle vefat yıldönümlerinde daha da ilginç bir hâl alıyor. Vefat eden kişi günümüzde, dijital kimliğiyle birlikte anılıyor. Örneğin bir evlat, rahmet-i Rahman’a kavuşan biricik babasını anarken, onun sosyal medyadaki hesabını etiketleyerek bunu yapıyor. İnsanoğlu böyle böyle medyaya dönüşüyor.
Sanal Kabristan
Daha da ilginci “sanal kabristan”ların ziyaretçi akınına uğramasıdır. Türkiye’de yerel derneklerce kurulduğu gibi bazı belediyeler tarafından da hazırlanan, desteklenen ve özellikle mübarek gün ve gecelerde, bayram arifelerinde yoğun ilgi gösterilen sanal kabristanlar bulunuyor. Bu kabristana Müslümanlar online olarak erişiyor, rahmetlinin mezarlığını isim arayarak buluyor, daha sonra da bir “tık” ile ya dua gönderiyor ya da online hocaya Kur’an-ı Kerim okutturuyor. Tıklamanın ardından da “Allah kabul eylesin” mesajıyla karşılaşıyor. Bu sanal kabristan uygulaması, el açıp, içli içli âlemlerin Rabbine dua ve yakarışta bulunmanın yerine ikame ediliyor.
Dijital medya vaizliği
“Hepimiz medyayız” derken bir başka vurgunun yapılması gereken husus, dijital medya vaizliğinin yükselişidir. Belirli bir sürecin ardından kazanılan dini eğitim ve öğretim yerine dijital yerliler, dijital medya vaizlerinin dinsel argümanları yeni medya unsurlarıyla derleyerek sunmasına değer atfediyor. Ne kadar etkili, faydalı, kalıcı oldukları, bireyin dini evrenine ne kadar katkı sağladıkları elbette tartışılabilir. Lakin gençler, buradan bir şekilde besleniyor. Anlık olarak ulaşılabilen, görseller iliştirilmiş, özellikte Batı’da yetişen dijital medya vaizlerinin oluşturduğu dini söylem gençlerce benimsenmiş görünüyor. Bu da haliyle geleneksel ilişkilerin, toplulukların, tarikatların yerine dijital topluluk veya tarikatların ikame edileceğini gösteriyor. Türkiye özelinde, geçmişte, televizyonun evlere girmesine – sadece dini içerikli yayınlar izlense bile – şiddetle karşı çıkılan tarikatlarda yetişen neslin evlatları, bugün dijital medya vaizlerinin oluşturduğu söylem içinde dini dünyasını inşa ediyor. Bununla birlikte mezkûr tarikatların da sosyal ağlarda medyaları bulunuyor, bu medyalar tarikat veya topluluğun adıyla sanal âlemde yer buluyor. Küresel çağda var olmanın çarelerine ilişkin kitabında Atasoy Müftüoğlu, “modern-seküler kültürün, insanı, teknik bir malzemeye dönüştürdüğünü” ifade eder (Müftüoğlu, 2015: 60). Özlüce gerek bireysel gerekse topluluk olarak, hepimiz medyaya evrilme sürecini hızlı bir şekilde aşıyoruz.
Nurettin Topçu merhum, ahlakın ve değerin teknolojiyi öncelemesi gerektiğini, aksi durumda teknolojinin insanlık için bir felaket olabileceğini belirmişti. Teknoloji öncelikli dijital kültürün sonucu bu olacak gibi gözüküyor.
KAYNAKÇA
Baudrillard, J. (2005). Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği. (O. Adanır, Çev.) Ankara: Doğu Batı Yayınları.
İzzetbegoviç, A. (1992). Doğu ile Batı Arasında İslam. İstanbul: Nehir Yayınları.
McLuhan, M., & Powers, B. R. (2001). Global Köy. İstanbul: Scala Yayıncılık.
Müftüoğlu, A. (2015). Küresel Çağda Varolmak. Ankara: Hece Yayınları.
TDK. (2016). kimlik md. www.tdk.gov.tr. adresinden alınmıştır
Bu yazı Anadolu Gençlik Dergisinin internet sitesinden iktibas edilmiştir. Kaynağından okumak için lütfen tıklayınız.
McLuhan’a göre insan eliyle oluşturulmuş, yeterince gelişmemiş her yapı, dönüp kullanıcıyı kendi içine alma eğilimi gösterir. Teknoloji, insan duyularından herhangi birini öne çıkarmaya zorlar; aynı anda öteki duyularsa ya zayıflatılır ya da geçici olarak tümüyle ortadan kaldırılır. Bu süreç, insanoğlunun kendi uzantılarına, ilahi niteliğin bir biçimi olarak tapınma eğilimini bir kez daha hayata geçirir. Yeterince ileri gidildiğinde de böylelikle insanoğlu “kendi makinesinin bir yaratığı” haline gelir (McLuhan & Powers, 2001: 123).
İnsanoğlunu “kendi makinesinin yaratığı” şeklinde tasavvur etmek, bugün teneffüs ettiğimiz dijital kültürel havanın hayatlarımızdaki etkisini özetliyor aslında: Hepimiz artık medyayız. Geleneksel medya karşısındaki edilgen yapımızdan sıyrılarak sanal evrenin kapladığı medyaların (bilgisayar, akıllı telefon vd. aygıtlar) içine kendimizi bırakıverdiğimiz günden beri de böyleyiz.
Bu halimizi tahlil edelim: Sanal âlemde kurduğumuz, ad ve soyadımızdan müteşekkil medyamızı, çeşitli medya gündemlerine göre belirleyerek günümüzü inşa ediyoruz. Bu inşa, sanal hayatımızla sınırlı kalabildiği gibi zaman zaman da gerçek hayatımızı belirliyor. Reklamsız yapamıyoruz sonra. Kişiliğimizin, gündelik hayatımızın, yemeklerimizin, fikirlerimizin, ailemizin, imkânlarımızın, an ve anılarımızın reklamını yapıyor; beğeni, yorum vs. girişimlerle reklamımızın etkilerini ölçüyor; hangi unsurların reklam olarak kullanılabileceğini zihinsel olarak kurguluyor ve reklam stratejilerine göre hareket ediyoruz. Etkileyebileceğimiz insan sayısına odaklanarak, kendi ad ve soyadımıza sponsor oluyoruz. Dahası, tıpkı geleneksel bir medya kuruluşunda olduğu gibi, kişilik göstergesi telakki edilen medyamız, vazgeçilmez bir erk olarak kabul gördü. Bilgisayar bilimci Pollack, bilgisayarlarımızın artık vücudumuzun bir parçası olacağını öngörüyordu. Bilgisayar teknolojisiyle hayatımıza müdahil olan teknik gelişmelerle birlikte, doğrudur, sanal evrenle bütünleşmiş medyalar vücudumuzun parçası olarak benimsendi ve vücudumuzu kaplamaya devam ediyor. Bütün medyayı yeniden yapım olarak tanımlayarak medyanın, insanın icra edebileceği yeteneklerin ötesinde hızlandırılmış birtakım biyolojik yeteneklerin modeli olduğunu belirtmişti McLuhan. Bu açıdan tekerlek ayağın uzantısı, kitap gözün uzantısı, elbise derinin uzantısıydı (McLuhan & Powers, 2001: 144). Bu tespit, itirazlara rağmen, sosyal ağlarla birlikte giderek güç kazanıyor.
Kişisel medya hesaplarımızla, medyaya dönüştüğümüz gibi, ad ve soyadlarıyla sosyal ağlarda varlık gösteren diğer isimleri de herhangi bir medya kuruluşu gibi görüyoruz. Nasıl mı? Gerçek hayatta ilişkilerimizi sürdürmekte herhangi bir sakınca görmediğimiz birini “silmek” ile uydudan ekranımıza ulaşan kanalı silmek arasında; kumandadan kanal değiştirmek ile taşınabilir telefon ekranlarını kaydırmak arasında herhangi bir ayrım yok. Baudrillard’a göre sanal işlem sürecinde, sanal mekanizmaya belli bir ölçüde gömüldüğünüzde insanla makine arasında fark kalmıyordu. Çünkü işlemsel sürecin her iki tarafında makinenin (makine/makineleşmiş insan) yer aldığı görülüyor; belki de kullanıcının tamamıyla makinenin bir parçası olduğu söylenebiliyordu. Bu açıdan makinenin oluşturduğu bir sanal gerçekliğe dönüşen insan, onun işlemsel ikizi gibi çalışıyordu (Baudrillard, 2005: 80).
Günümüzde artık, insanlar karşılıklı ilişkilerden ziyade medya ile dolayımlanmış ilişkilere sıcak bakıyorlar. Oldukça bilindik örnekle anımsatacak olursak, kandil ve bayram mesajlarını medyamızdan paylaşarak, akrabalık bağlarını koparmama ilkesini yerine getirmiş; otomatik metinlerden müteşekkil duygu, düşünce ve hatta dualarımızı kişisel medyalarımızdan, kişisel medyalara göndererek dini birtakım vecibelerimizi eda etmiş olduğumuzu var sayıyoruz. Bu hadise, esasında insanın, medyaya dönüşme sürecini hızlandırıyor. Çünkü bu haliyle mesaj aktarımı, insandan insana iletişimden daha çok, medyadan başka bir medyaya şeklinde tezahür ediyor.
Suretler (Surrogates-2009) filmini konumuz açısından hatırlatmakta yarar var. Film, insanların fiziksel olarak kusursuz robot versiyonlarına sahip olmaları ve kendi odalarından çıkmadan günlük hayatlarını robotlar tarafından sürdürmeleri üzerine tasarlanmıştır. Filmde insanlar, kendi bedenlerini kullanmak yerine, kendi odaları dışındaki bütün işlerini, ilişkilerini bu suretlerle sağlamaktadır. Örneğin yaşlı ve hasta bir polis memuru odasına kurulu düzenek sayesinde, genç olarak tasarlanmış suretini kullanarak sokaklardaki görevini yerine getirmektedir. Sağlığını yitirmiş genç bir sporcu, dinç ve atik olarak hazırlanmış sureti sayesinde spor yapabilmektedir. Sağlığını yitirmiş, fiziksel sorunları bulunan insanların yanında herhangi bir derdi olmayan diğer insanlar tarafından da kullanılan suretler, günlük hayatta insanlığın yerine geçmeye başlamış, dünya gerçek insanların yerine suretlerinin dolaştığı bir mekana dönüşmüştür. Suretler, bugünkü dijital kültürü yansıtması, insan ilişkilerinin varacağı boyutu hatırlatması bakımından kayda değer bir filmdir. Çünkü, yazı boyunca aktaracağımız örneklerde görüleceği gibi bugün medyalar, insan ilişkilerinin yerini almış boyuttadır.
Rahmetliyi etiketlemek
Bilge lider Aliya, kitle kültürü ile medya arasındaki ilişkiye temas ederken “İnsanın ruhu, kitlenin ise sadece ihtiyaçları vardır.” (İzzetbegoviç, 1992) değerlendirmesinde bulunur. Sanal âlemdeki kitlelerin önemli bir ihtiyacı dijital kimlikleridir. Kimlik bilindiği gibi, toplumsal bir varlık olarak insanın nasıl bir kimse olduğunu gösteren belirti, nitelik ve özelliklerin bütünü anlamına gelmektedir (TDK, 2016). Medyalaşma sürecinin ilk adımı kimlik oluşturmaktır. Bireyler, söylemleri etrafında hazırladıkları kimliklerini sunar ve sanal âlemde yaşatırlar.
Dijital kimliklerin ilginç ve bir o kadar da insanî bakış açısını duruma uğratan bir örneği, vefat eden kimselerin “etiketlenmesi” olayıdır. Âdemoğlu, dünya âleminden ahiret âlemine göçüyor, lakin dijital kimlikleri nedeniyle sanal âlemde etiketlenmekten kendini kurtaramıyor. Zira ölmek, gömülmek, münker ve nekirle karşılaşmak, dijital kimliklerimizin etiketlenmesinden bizi azat etmiyor. Televizyon veya sinemadaki görüntüleriyle hayatımızın bir köşesine dâhil olan oyuncular, nasıl ebedi âleme göçtükleri halde, yıllar sonra televizyon âleminde hayatlarını sürdürüyor, insanlara mesaj aktarmaya devam ediyorlarsa, artık sokaktaki adamın e-hâli de aynı şekilde ağlarda yerini koruyor, görüntüsüyle insanların hayatlarını etkileyebiliyor. İnsan ölüyor, lakin dijital kimliği yaşıyor. İzleniyor. Takip ediliyor. “Hepimiz medyayız” derken ölsek de medyamızın bizi hayatta bırakma (!) tarafına özellikle atıf yapmak istiyorduk. Babası, kardeşi, iş arkadaşı, yakını vefat eden kimse, evvela müteveffanın medyasını etiketleyerek, özlemini, hasretini, duasını, üzüntüsünü sunar oldu. Bu durum, özellikle vefat yıldönümlerinde daha da ilginç bir hâl alıyor. Vefat eden kişi günümüzde, dijital kimliğiyle birlikte anılıyor. Örneğin bir evlat, rahmet-i Rahman’a kavuşan biricik babasını anarken, onun sosyal medyadaki hesabını etiketleyerek bunu yapıyor. İnsanoğlu böyle böyle medyaya dönüşüyor.
Sanal Kabristan
Daha da ilginci “sanal kabristan”ların ziyaretçi akınına uğramasıdır. Türkiye’de yerel derneklerce kurulduğu gibi bazı belediyeler tarafından da hazırlanan, desteklenen ve özellikle mübarek gün ve gecelerde, bayram arifelerinde yoğun ilgi gösterilen sanal kabristanlar bulunuyor. Bu kabristana Müslümanlar online olarak erişiyor, rahmetlinin mezarlığını isim arayarak buluyor, daha sonra da bir “tık” ile ya dua gönderiyor ya da online hocaya Kur’an-ı Kerim okutturuyor. Tıklamanın ardından da “Allah kabul eylesin” mesajıyla karşılaşıyor. Bu sanal kabristan uygulaması, el açıp, içli içli âlemlerin Rabbine dua ve yakarışta bulunmanın yerine ikame ediliyor.
Dijital medya vaizliği
“Hepimiz medyayız” derken bir başka vurgunun yapılması gereken husus, dijital medya vaizliğinin yükselişidir. Belirli bir sürecin ardından kazanılan dini eğitim ve öğretim yerine dijital yerliler, dijital medya vaizlerinin dinsel argümanları yeni medya unsurlarıyla derleyerek sunmasına değer atfediyor. Ne kadar etkili, faydalı, kalıcı oldukları, bireyin dini evrenine ne kadar katkı sağladıkları elbette tartışılabilir. Lakin gençler, buradan bir şekilde besleniyor. Anlık olarak ulaşılabilen, görseller iliştirilmiş, özellikte Batı’da yetişen dijital medya vaizlerinin oluşturduğu dini söylem gençlerce benimsenmiş görünüyor. Bu da haliyle geleneksel ilişkilerin, toplulukların, tarikatların yerine dijital topluluk veya tarikatların ikame edileceğini gösteriyor. Türkiye özelinde, geçmişte, televizyonun evlere girmesine – sadece dini içerikli yayınlar izlense bile – şiddetle karşı çıkılan tarikatlarda yetişen neslin evlatları, bugün dijital medya vaizlerinin oluşturduğu söylem içinde dini dünyasını inşa ediyor. Bununla birlikte mezkûr tarikatların da sosyal ağlarda medyaları bulunuyor, bu medyalar tarikat veya topluluğun adıyla sanal âlemde yer buluyor. Küresel çağda var olmanın çarelerine ilişkin kitabında Atasoy Müftüoğlu, “modern-seküler kültürün, insanı, teknik bir malzemeye dönüştürdüğünü” ifade eder (Müftüoğlu, 2015: 60). Özlüce gerek bireysel gerekse topluluk olarak, hepimiz medyaya evrilme sürecini hızlı bir şekilde aşıyoruz.
Nurettin Topçu merhum, ahlakın ve değerin teknolojiyi öncelemesi gerektiğini, aksi durumda teknolojinin insanlık için bir felaket olabileceğini belirmişti. Teknoloji öncelikli dijital kültürün sonucu bu olacak gibi gözüküyor.
KAYNAKÇA
Baudrillard, J. (2005). Şeytana Satılan Ruh ya da Kötülüğün Egemenliği. (O. Adanır, Çev.) Ankara: Doğu Batı Yayınları.
İzzetbegoviç, A. (1992). Doğu ile Batı Arasında İslam. İstanbul: Nehir Yayınları.
McLuhan, M., & Powers, B. R. (2001). Global Köy. İstanbul: Scala Yayıncılık.
Müftüoğlu, A. (2015). Küresel Çağda Varolmak. Ankara: Hece Yayınları.
TDK. (2016). kimlik md. www.tdk.gov.tr. adresinden alınmıştır
Bu yazı Anadolu Gençlik Dergisinin internet sitesinden iktibas edilmiştir. Kaynağından okumak için lütfen tıklayınız.