Ramazan ayı bereketi, huzuru, heyecanı ve sükunetiyle geldi.
Öteki ramazan ayı ise israfı, karmaşası, şovları ile...
Her ramazan ayında bu zıtlıklar ve klişeleri yaşıyoruz malum. Ramazan ayı, yetinmeyi yeniden hatırladığımız, aç, susuz kaldığımız, mütevazi sofralarımızda her ne kadar -bu yıl covid-19 sebebiyle yaşayamasak da- eşi, dostu, akrabayı, ihtiyaç sahiplerini ağırladığımız, en önemlisi de Kuran’ı okuma, anlama çabasına girerek iç dünyamıza yöneldiğimiz bir zaman dilimi. Elbette salgın hayatımızı önemli oranda olumsuz etkiledi. Fakat şerrin içindeki hayırları görebilirsek eğer salgın, Ramazan ayındaki israfı, karmaşayı ve şovları da olabildiğince önledi. Hem israf sofralarının, şaşaalı iftar, sahur davetlerinin olmayışı hem de “evde kal”ışımızı bir ibadet ve itikaf fırsatına dönüştürebilmemiz açısından Covid-19 salgını aslında öze dönüş için bir fırsat olarak da değerlendirilebilir.
İtikaf yapılabilecek bir ay olarak da gösterişten, gürültüden, benlik hevesinden belki de en uzakta olabileceğimiz Ramazan ayı aynı zamanda ibadetlerimizde daha da derinleşmeye vesile... Yani bu ayda olabildiğinde yüzeysellikten, rutinlerden, abartıdan uzaklaşılarak Kur’an’ı yeniden ve tekrar tekrar keşfetmemiz gerekiyor.
Hal böyleyken, Ramazan medyaya nasıl yansıyor? İstediğimiz, yaşadığımız Ramazan’ı ekranlarda görebiliyor muyuz? Maalesef hayır. Ramazan aksine, medyada yıllardır haber ve programlarla farklı bir biçimde sunuluyor. Ramazan’ın ruhundan uzak, hatta Ramazan’ın ruhuna muhalif içerikler karşımıza çıkıyor. Üstelik klişeleriyle birlikte… Ramazan’da sağlıklı beslenme, güllaç tarifi, oruç baba türbesi, Ramazan alışverişi vb. yığınla her yıl yapılan haber klişelerinin dışında bir de diğer ramazan içeriklerinin kısırlığı, yavanlığı, aynılığı sorunu var karşımızda. Üstelik bu içeriklerin Ramazan’ın mahiyeti ile zıtlık oluşturduğunu görüyoruz.
Her gün yemek tariflerinin ve “yemekteyiz” programlarının, reklamlarda gıda tüketiminin pompalandığı televizyonlarda tüketimin en asgari düzeye indiği ibadet biçimi olan oruç, dönüştürülerek ekranlara geliyor. Medyada gün boyu tutulan oruca değil de iftara ve sahura odaklanılan içerikler üretiliyor. Ramazan aslında oruç iken medyada Ramazan, Ramazan alışverişi, iftar ve sahur, daha doğrusu “yemek” olarak karşımıza çıkıyor.
Böyle zıtlıkları birçok medya içeriğinde görürsünüz Ramazan’da. İtikaf ve ibadet ayı olan Ramazan, medyada “ramazan eğlenceleri”dir, “ramazan nostaljisi”dir. Ramazan Kur’an’ı okumaya, anlamaya çalışmak iken medyada ramazan; hocaların size dini anlatması, vaizi merkeze alan programlarla dinin soslanarak, farklı kostümler giydirilerek sunulması, ilgi çekmediği durumlarda farklı şovlar, içerikler eklenerek renklendirilmesidir.
Soslu Din
Peki din hangi yollarla soslanır?
Birinci yöntem, vaizler dini kıssaları yoğun duygulu anlatımlarla adeta yaşıyormuş ve yaşatıyormuşçasına izleyiciye anlatır. Asla yaşanılamayacak hayatlar asla yaşanamayacak örneklerle anlatılır. Bugün ile bağ koparılır. Fonda duygusal bir müzik çalar. Kameranın şiirsel görüntü geçişleri ile izleyici adeta Asr-ı Saadet dönemine ışınlanır.
Diğer bir yöntem izleyiciden gelen soruları cevaplandırmaktır. Özellikle absürt sorular seçilir ki şaşırma, kınama gibi duygular harekete geçebilsin. Sorular çoğu zaman soru olmaktan çıkıp günah çıkarmaya dönüşür, günah sevap hesaplamalarının yapıldığı “bir kelime bir işlem” yarışmasında bulursunuz kendinizi. Maksat dinin özü ile ilgilenmek değil, duyguları coşturmak, birtakım kurallar bütününden ibaret olduğunu düşündüğü dinin kuralları hakkında bilgi almak, sonra da bu kuralların kaçını uyguladığını hesaplayarak cennete ya da cehenneme kaç puan alarak gideceğini düşünmektir...
Dini programlar da eğlence formatında verildiği için izleyiciden karmaşık mesajları çözümlemesi beklenmiyor ve onların mesajları kolayca tüketmeleri için çoğu zaman paparazzi basitliğine inilebiliyor. Bu yüzden günah çıkarmalara sıkça rastlıyoruz. Örneğin, “eşimi aldattım, vicdan azabı çekiyorum, ne yapmalıyım?” tarzı soruların sorulması, bu programlarda inilen düzeyin ve bilinçaltı (subliminal) mesajların bir göstergesi...
Dönüşen Vaizlik
Vaizlerin bir TV yıldızı gibi karşılandığı bu programların dışında vaiz, günlük hayatında da bir starın karşılaşabileceği davranışlarla karşılaşıyor. Kendileri ile fotoğraf çektirmek isteyenler, imza isteyenler, bir şehre gittiğinde havaalanında kalabalıkların karşılaması gibi durumlar gerçekleşiyor. Bunlar bizi dinin değil din temsillerinin rağbet gördüğü bir alana çekiyor.
Neil Postman bize bu noktada soyut ve Tanrısal olan yerine halka hitap eden vaizin öne çıkarılarak putlaştırıldığını söylüyor. Tabi bu abartılı yaklaşımın Batı’daki televanjelizm örnekleri karşısında söylendiğini unutmamak lazım. Fakat bu, vaizlerin birer tapınma nesnesi olma potansiyelini yok etmiyor.
Televizyon vaizliği, dini bilginin yayılmasını hızlandırıyor ancak hız ile içerik kaybına yol açıyor ve değer yargılarının dine göre değil, vaize göre şekillenmesine neden oluyor. Yani vaizin etrafında reyting kaygılarının yön vererek şekillendirdiği magazinel, yüzeysel, günü kurtarma peşinde bir din anlayışı sunuluyor.
Din vaize göre şekillenirken vaiz de medyaya göre şekil alıyor. Dini bir araç olan vaizlik, medyanın araçları ile karşılaştırıldığında kitlelere hitap etme şekli açısından benzerlik gösterse de televizyondaki biçiminin medyaya karışarak dini temsilden ziyade medyanın aracı konumuna düşüyor. Televizyonculuk çerçevesiyle bakıldığında televizyon vaizliğinin kendi görevini yerine getirmeye çalışırken medyanın kuralları ile çatıştığını görüyoruz. Yani vaiz bir yandan dinin esaslarını anlatmaya çalışırken bir yandan da medyanın esasları arasında bir denge sağlamaya çalışıyor. Din böylece kendi özünden uzaklaştırılıyor.
Çünkü medyanın din algısı ile toplumun din algısı benzerdir. Medya halkın indirgemeci ve magazinel dini yaklaşımını daha da köpürterek ve süsleyerek sunar. Bu sebeple Ramazan’da sakız çiğnemek, denize girmek, makyaj yapmak, kolonya sürmek sürekli tartışılarak dinin sadece bunlardan ibaret olduğu algısı yerleştirilir. Medyatik din, dini konuların ciddiyetinden uzaktır. Bu sebeple ekranda neyin anlatıldığının bir önemi yoktur, nasıl anlatıldığı önemlidir.
Sizi Ciddiyete Davet Ediyorum
Neil Postman’ın da kaydettiği gibi televizyon karmaşık, ciddi, düşünme gerektiren şeyleri izleyiciye aktarmak için pek uygun bir araç değil. Bu sebepledir ki din içerikli programlarda ünlü kişiler konuk ediliyor, bol bol alkış alınıyor, verilen mesajlar önemsizleştirilerek sunulduğu için de izlenme oranları yüksek oluyor.
Dinler, kolay ve eğlenceli bir tarzda sunulduklarında bambaşka bir dine dönüşüyor. Oysa medyatik bir kalıba sokularak yozlaştırılan din, artık özünde yapay/sahte bir dindir. Sürekli eğlendirilen kafası boşaltılan ya da boşalmış kafaların toplandığı televizyonda din de mutasyona uğrar ve duygular ön plana geçer.
İnsanların medyadaki dini içerik ve mesajları doğru ve sağlıklı biçimde anlayabilmesi için her şeyden önce bunların doğal mesajlar olmadıklarını, doğal içeriklermiş̧ gibi görünse de özünde tümünün kurgulanmış̧ olduklarını bilmesi gerekiyor. Medyanın başarısı sanki böyle bir kurgu yokmuş gibi onu doğallaştırmasında yatıyor.
Medya özü itibariyle seküler ve ticari bir platform... Ve medyada sunulan her şey bu ticaretin bir ürünü... Tek ideolojisi şov olan medyanın spotları altında dini olabildiğince pamuklara sarıp insanlarla en saf halini buluşturmak için çabalamak gerekiyor.
Öteki ramazan ayı ise israfı, karmaşası, şovları ile...
Her ramazan ayında bu zıtlıklar ve klişeleri yaşıyoruz malum. Ramazan ayı, yetinmeyi yeniden hatırladığımız, aç, susuz kaldığımız, mütevazi sofralarımızda her ne kadar -bu yıl covid-19 sebebiyle yaşayamasak da- eşi, dostu, akrabayı, ihtiyaç sahiplerini ağırladığımız, en önemlisi de Kuran’ı okuma, anlama çabasına girerek iç dünyamıza yöneldiğimiz bir zaman dilimi. Elbette salgın hayatımızı önemli oranda olumsuz etkiledi. Fakat şerrin içindeki hayırları görebilirsek eğer salgın, Ramazan ayındaki israfı, karmaşayı ve şovları da olabildiğince önledi. Hem israf sofralarının, şaşaalı iftar, sahur davetlerinin olmayışı hem de “evde kal”ışımızı bir ibadet ve itikaf fırsatına dönüştürebilmemiz açısından Covid-19 salgını aslında öze dönüş için bir fırsat olarak da değerlendirilebilir.
İtikaf yapılabilecek bir ay olarak da gösterişten, gürültüden, benlik hevesinden belki de en uzakta olabileceğimiz Ramazan ayı aynı zamanda ibadetlerimizde daha da derinleşmeye vesile... Yani bu ayda olabildiğinde yüzeysellikten, rutinlerden, abartıdan uzaklaşılarak Kur’an’ı yeniden ve tekrar tekrar keşfetmemiz gerekiyor.
Hal böyleyken, Ramazan medyaya nasıl yansıyor? İstediğimiz, yaşadığımız Ramazan’ı ekranlarda görebiliyor muyuz? Maalesef hayır. Ramazan aksine, medyada yıllardır haber ve programlarla farklı bir biçimde sunuluyor. Ramazan’ın ruhundan uzak, hatta Ramazan’ın ruhuna muhalif içerikler karşımıza çıkıyor. Üstelik klişeleriyle birlikte… Ramazan’da sağlıklı beslenme, güllaç tarifi, oruç baba türbesi, Ramazan alışverişi vb. yığınla her yıl yapılan haber klişelerinin dışında bir de diğer ramazan içeriklerinin kısırlığı, yavanlığı, aynılığı sorunu var karşımızda. Üstelik bu içeriklerin Ramazan’ın mahiyeti ile zıtlık oluşturduğunu görüyoruz.
Her gün yemek tariflerinin ve “yemekteyiz” programlarının, reklamlarda gıda tüketiminin pompalandığı televizyonlarda tüketimin en asgari düzeye indiği ibadet biçimi olan oruç, dönüştürülerek ekranlara geliyor. Medyada gün boyu tutulan oruca değil de iftara ve sahura odaklanılan içerikler üretiliyor. Ramazan aslında oruç iken medyada Ramazan, Ramazan alışverişi, iftar ve sahur, daha doğrusu “yemek” olarak karşımıza çıkıyor.
Böyle zıtlıkları birçok medya içeriğinde görürsünüz Ramazan’da. İtikaf ve ibadet ayı olan Ramazan, medyada “ramazan eğlenceleri”dir, “ramazan nostaljisi”dir. Ramazan Kur’an’ı okumaya, anlamaya çalışmak iken medyada ramazan; hocaların size dini anlatması, vaizi merkeze alan programlarla dinin soslanarak, farklı kostümler giydirilerek sunulması, ilgi çekmediği durumlarda farklı şovlar, içerikler eklenerek renklendirilmesidir.
Soslu Din
Peki din hangi yollarla soslanır?
Birinci yöntem, vaizler dini kıssaları yoğun duygulu anlatımlarla adeta yaşıyormuş ve yaşatıyormuşçasına izleyiciye anlatır. Asla yaşanılamayacak hayatlar asla yaşanamayacak örneklerle anlatılır. Bugün ile bağ koparılır. Fonda duygusal bir müzik çalar. Kameranın şiirsel görüntü geçişleri ile izleyici adeta Asr-ı Saadet dönemine ışınlanır.
Diğer bir yöntem izleyiciden gelen soruları cevaplandırmaktır. Özellikle absürt sorular seçilir ki şaşırma, kınama gibi duygular harekete geçebilsin. Sorular çoğu zaman soru olmaktan çıkıp günah çıkarmaya dönüşür, günah sevap hesaplamalarının yapıldığı “bir kelime bir işlem” yarışmasında bulursunuz kendinizi. Maksat dinin özü ile ilgilenmek değil, duyguları coşturmak, birtakım kurallar bütününden ibaret olduğunu düşündüğü dinin kuralları hakkında bilgi almak, sonra da bu kuralların kaçını uyguladığını hesaplayarak cennete ya da cehenneme kaç puan alarak gideceğini düşünmektir...
Dini programlar da eğlence formatında verildiği için izleyiciden karmaşık mesajları çözümlemesi beklenmiyor ve onların mesajları kolayca tüketmeleri için çoğu zaman paparazzi basitliğine inilebiliyor. Bu yüzden günah çıkarmalara sıkça rastlıyoruz. Örneğin, “eşimi aldattım, vicdan azabı çekiyorum, ne yapmalıyım?” tarzı soruların sorulması, bu programlarda inilen düzeyin ve bilinçaltı (subliminal) mesajların bir göstergesi...
Dönüşen Vaizlik
Vaizlerin bir TV yıldızı gibi karşılandığı bu programların dışında vaiz, günlük hayatında da bir starın karşılaşabileceği davranışlarla karşılaşıyor. Kendileri ile fotoğraf çektirmek isteyenler, imza isteyenler, bir şehre gittiğinde havaalanında kalabalıkların karşılaması gibi durumlar gerçekleşiyor. Bunlar bizi dinin değil din temsillerinin rağbet gördüğü bir alana çekiyor.
Neil Postman bize bu noktada soyut ve Tanrısal olan yerine halka hitap eden vaizin öne çıkarılarak putlaştırıldığını söylüyor. Tabi bu abartılı yaklaşımın Batı’daki televanjelizm örnekleri karşısında söylendiğini unutmamak lazım. Fakat bu, vaizlerin birer tapınma nesnesi olma potansiyelini yok etmiyor.
Televizyon vaizliği, dini bilginin yayılmasını hızlandırıyor ancak hız ile içerik kaybına yol açıyor ve değer yargılarının dine göre değil, vaize göre şekillenmesine neden oluyor. Yani vaizin etrafında reyting kaygılarının yön vererek şekillendirdiği magazinel, yüzeysel, günü kurtarma peşinde bir din anlayışı sunuluyor.
Din vaize göre şekillenirken vaiz de medyaya göre şekil alıyor. Dini bir araç olan vaizlik, medyanın araçları ile karşılaştırıldığında kitlelere hitap etme şekli açısından benzerlik gösterse de televizyondaki biçiminin medyaya karışarak dini temsilden ziyade medyanın aracı konumuna düşüyor. Televizyonculuk çerçevesiyle bakıldığında televizyon vaizliğinin kendi görevini yerine getirmeye çalışırken medyanın kuralları ile çatıştığını görüyoruz. Yani vaiz bir yandan dinin esaslarını anlatmaya çalışırken bir yandan da medyanın esasları arasında bir denge sağlamaya çalışıyor. Din böylece kendi özünden uzaklaştırılıyor.
Çünkü medyanın din algısı ile toplumun din algısı benzerdir. Medya halkın indirgemeci ve magazinel dini yaklaşımını daha da köpürterek ve süsleyerek sunar. Bu sebeple Ramazan’da sakız çiğnemek, denize girmek, makyaj yapmak, kolonya sürmek sürekli tartışılarak dinin sadece bunlardan ibaret olduğu algısı yerleştirilir. Medyatik din, dini konuların ciddiyetinden uzaktır. Bu sebeple ekranda neyin anlatıldığının bir önemi yoktur, nasıl anlatıldığı önemlidir.
Sizi Ciddiyete Davet Ediyorum
Neil Postman’ın da kaydettiği gibi televizyon karmaşık, ciddi, düşünme gerektiren şeyleri izleyiciye aktarmak için pek uygun bir araç değil. Bu sebepledir ki din içerikli programlarda ünlü kişiler konuk ediliyor, bol bol alkış alınıyor, verilen mesajlar önemsizleştirilerek sunulduğu için de izlenme oranları yüksek oluyor.
Dinler, kolay ve eğlenceli bir tarzda sunulduklarında bambaşka bir dine dönüşüyor. Oysa medyatik bir kalıba sokularak yozlaştırılan din, artık özünde yapay/sahte bir dindir. Sürekli eğlendirilen kafası boşaltılan ya da boşalmış kafaların toplandığı televizyonda din de mutasyona uğrar ve duygular ön plana geçer.
İnsanların medyadaki dini içerik ve mesajları doğru ve sağlıklı biçimde anlayabilmesi için her şeyden önce bunların doğal mesajlar olmadıklarını, doğal içeriklermiş̧ gibi görünse de özünde tümünün kurgulanmış̧ olduklarını bilmesi gerekiyor. Medyanın başarısı sanki böyle bir kurgu yokmuş gibi onu doğallaştırmasında yatıyor.
Medya özü itibariyle seküler ve ticari bir platform... Ve medyada sunulan her şey bu ticaretin bir ürünü... Tek ideolojisi şov olan medyanın spotları altında dini olabildiğince pamuklara sarıp insanlarla en saf halini buluşturmak için çabalamak gerekiyor.
Ne güzel özetle mişsiniz.çok tşk.ler..âdeta düşündüklerimizi yazmış sınız.
Allah razı olsun
Kişileri ve hadiseleri bakmamız gereken yerden bakıp değerlendirmemizi sağlayan çok güzel bir yazı olmuş. Eline, emeğine, yüreğine sağlık. Nefsim adına istifade ettim. Allah razı olsun.