Ramazan’da bir lokantanın camında “Oruç tut, sıhhat bul” şeklinde bir ilan gördünüz mü? Ben görmedim. “Din, ticarete alet edilemez” bahsinden hareketle böyle bir reklamı uygun bulmayanlar olabileceği gibi, yorumunu “günlük kazancını temin etme gereksiniminin doğal sonucu” etrafında görenler de olabilir. Herhangi bir lokantanın camında “Oruç tut, sıhhat bul” şeklinde bir orucu teşvik eden bir ilan görmedim; ancak Ramazan’ı bir reklam unsuru haline getirerek, tüketimi teşvik eden, kışkırtan pek çok ilan ve reklam gördüm. Burada “medya Ramazanı” ndaki bazı reklam ve içeriklere dikkatinizi çekmek istiyorum.
Özkır’ın belirttiği üzere toplumun büyük kesiminin oruç tutması, Ramazan ayı gelince ülke geneline yayılan uhrevi atmosfer, medyanın tutumunda etkili olur. Kitlelerin nabzını tutabilmek, hem daha fazla satış yapabilmek hem de izlenebilmek için gereklidir. İşin içinde büyük oranda ticari kaygıların olduğu da söylenebilir (Özkır, 2014).
Medyada ekonomik kaygılarının, diğer kaygılara oranla daha ağır bastığı dikkate alındığında – ki medyanın büyük kısmında reklam gelirleri, satış vesair etkenlerden daha önemlidir – Ramazan’da da mezkûr kaygının hakim olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu noktada sorunlu diyebileceğimiz bazı görüntü ve içeriklerle karşı karşıya kalabiliriz.
Medyada, İslamî olanı ile İslam’a göre uygun olmayanın yan yana yer alması bilinen bir durumdur. Bu husus Ramazan’da da maalesef sürmektedir.
Eline gazeteyi alan kişi, bir sayfada Ramazan’ın dünyevi hayattan uzaklaşmak için fırsat olduğunu; Ramazan’ın af, rahmet ve bereket ayı oluşundan bahisle nefsin arzu ve heveslerine gem vurulmasının gerektiğini okurken, yan sayfada nefsani duygulara hitap eden bir reklamla pek ala karşılaşabilir.
Böylesi bir karşılaşmayı, medyanın yapısıyla, medya düzeniyle açıklamaya girişilecek olursa, meşrulaştırmayı konuşmak gerekir. Yani, eğer yukarıdaki verdiğimiz örnekten hareketle, medyanın hem “dini olanı” hem de “dine aykırı olanı” yan yana vermesinde bir beis görülmeyecekse, bu medyada yer alan her türlü içeriğin, medya sistemiyle bağlantılı olarak meşru görülmesi anlamı taşır.
Bostancı, medya ve tebliğ konusuna eleştirel bir perspektif sunduğu makalesinde medyada siyaset, iktisat, spor, magazin konularının art arda, yan yana geldiğini hatırlatarak, bu sıralanışın “bilme biçimlerine” etkisini anlatmakta ve konumuza ilişkin şu hususların altını çizmektedir:
“Eline gazeteyi alan okuyucu, bir siyasi liderin turizm üzerine görüşlerinden cinayet haberlerine, futbol karşılaşmalarından müzik dünyasına, nihayet İslam’la ilgili çeşitli konulara kısa bir süre içinde peş peşe göz atmak durumunda kalacaktır. Bu geçişler okuyucunun bilme biçiminde tüm haberlerin eşdeğerliliği gibi bir etki yaratacak, Peygamberin bir hadisini okumanın ardından domatesin pazarda kaç liraya satıldığını öğrendiğinde anlatılanlar arasında bir anlam ve mahiyet farkı gözetemeyecektir.” (Bostancı, 2004),
Yani, okuyucu nezdinde dini olan basitleşebilir, dini olmayan ise doğal, meşru bir hale gelebilir. İnananların nezdinde bu, riskli bir durumdur. Gazetedeki bir dini metni, öğrenme ve tatbik etme gayesiyle okumak isteyen bir kimse, bu tatbiki zorlaştıracak bir içeriğe maruz kalabilir.
Konuya ilişkin fotoğrafı netleştirmek için daha uç bir örnek vereceğim. Sadece bir sayfalık bir gazete düşünün. Gazetenin bir sayfasında alkollü içki tüketmenin dini hükmü, sonuçları, sorumluluğu, bireye, aileye ve topluma zararları ve nihayetinde ahirete yönelik cezai yaptırımı dini terminolojiyle anlatılsın. Diğer sayfasında ise bir alkollü içki reklamı yer alsın. Tuhaf görünür değil mi?
Veya, bir sayfada İslam’ın hükümleri çerçevesinde tesettürün erkek-kadın, birey-toplum için gerekliliğine bir sayfa boyunca temas edilsin, öteki sayfada da müstehcen bir reklam yer alsın. Tuhaf değil mi?
Genellikle ana damar medyada rastlanılan bu ilginç durum, Ramazan’da daha bariz bir şekilde görünür. Çünkü Ramazan’a kadar, din üzerine uzun süreli herhangi bir gündemi bulunmayan medya organlarında din, otuz küsur gün boyunca gündemin baş sırasında yer almaktadır. Hal böyle olunca, seküler bir yaşam tarzının yansıtıldığı medya organlarında dini olan, sonradan iliştirilmiş bir unsur gibi durmaktadır. Bu noktada Özkır’ın “medya dini olanı içeren, dini olanı araç olarak kullanan bir muhtevaya sahip” (Özkır, 2014) şeklindeki tespiti yerinde görünmektedir.
Daha kötüsü, zaman zaman Ramazan temasının İslam’ın haram kıldığı bazı unsurlara alet edilmesidir. Bu konuda ilk akla gelen örnek, “düşük faizli” banka reklamları.
“Reklamlarında dini sembolleri de kullanan bankalar, Ramazan’ı bile bir “fırsat vasıtası” olarak kullanmaktan çekinmiyorlar. Bazı bankalar “Ramazan kredileri” kapsamında 3 ay öteleme ve 60 aya kadar vade seçeneği sunarken, bazı bankaların ise kampanyalarında Ramazan ayına özel ekstra bonus kazanma fırsatı bulunuyor. Ramazan sonuna kadar sürecek olan faiz kampanyalarıyla bonus puanlar, hediye çekleri ve düşük faiz (!) imkanları sunularak haram cazip hale getiriliyor. Diğer taraftan bu durum, muhafazakar ekranlarda da boy gösteriyor. Ayet ve hadislerin yer aldığı sayfalarda banka reklamlarının olması, faizi meşrulaştırmanın yanında, her türlü haramdan uzaklaşmamız gereken bir ayda inananlar haram girdabına çekiliyor. Televizyon ve gazeteler bin yandan Ramazan’a ilişkin vaaz-ü nasihatta bulunurken diğer yandan insanların kendilerini muhasebeye çekmeleri gereken bir ayda, Kur’an’da ayetle sabir bir şekilde yasaklanan ve lanetlenen faizin, Müslümanlara cazip hale getirilerek servis edilmesi, Ramazan’ın idrakiyle ters düşüyor (Yolcu, 2014).
Ramazan (!) eğlenceleri
Ramazan, gün boyu insanların bunalıp eziyet çektiği, iftarın ardından insanların eğlenmek için zaman, mekân ve fırsat aradıkları bir ay mıdır? Gecesi ve gündüzüyle Ramazan’ın her anını değerlendirerek başında rahmet sonunda mağfireti kazanmak isteyenler için elbette anlamsız bir sorudur bu.
Gelgelelim, gerek düzenlenen etkinliklerde gerekse özellikle alışveriş merkezlerinin reklamlarında “Ramazan eğlenceleri” sıklıkla yinelenir. Bu, gerek cadde kenarlarındaki reklam panolarında gerekse evimizin baş köşesindeki “reklam panosunda” göreceğimiz bir metindir.
Hayatın monotonluğu ve rutin çalışmalarından sıkılan insanların hayattan medyaya kaçarak, hayatın stres ve geriliminden uzaklaşıldığı algısı, Ramazan’ın manevi havasını gün boyunca farklı veçheleri ile soluma fırsatı bulunan insanlar, bu manevi havadan bunalıyorlar da eğlenecek yer mi arıyorlar?
Ağzından ateşler püskürten bir animatörün fotoğrafı ilginçtir, “Hoşgeldin Ramazan” başlığı taşıyordu. Bu tür bir anın Ramazan ile ilgisini kurmak, doğrusu garip geliyor.
Ramazan’da eğlenceye kaçış söylemini modern zamanların, çalışma ve şehir hayatının, insanlar üzerinde bıraktığı iz olarak tanımlayarak, beyhude çabalara girmenin yersiz olduğu kanaatindeyim. “Canım zaten insanlar sabahtan akşama kadar aç susuz bekliyorlar. Akşamlarını da eğlenerek geçirsinler” tarzı bir kabullenişi, doğrusu algılayamıyorum. Çünkü 12 aylık zaman diliminin sadece 1 ayını oruçla geçiriyor insanlar Tıpkı 24 saatin 1 saatini namazla geçirmek gibi.
2012 yılında yapılan bir araştırmada, “Bütün Ramazan ayı boyunca oruç tutanların oranı % 53, 1” iken, “Ramazan ayı ve diğer dini günlerde oruç tutanların oranı % 10,2” dir.
Dolayısıyla, bir aylık rahmeti, eğlence ve benzeri eylem ve söylemlerle, tüketim için talep üretmek, çok iyi niyetli olmasa gerek.
Sonuç olarak Ramazan, maalesef, medyanın isteyerek veya istemeyerek, bilerek veya bilmeyerek araçsallaştırdığı, meşru olmayanı meşrulaştırdığı hatta cazip hale getirdiği bir zaman dilimini oluşturuyor. Bu tür içerikler karşısında görev yine okuyucu/izleyici/takipçiye düşüyor; birey ve kitlelerin medyayı şuurlu bir biçimde takip etmesi gerekiyor.
Kaynakça
Baştürk, O. (2014, Haziran 28). Ramazan'da Sosyal Hayat. Hürriyet, s. 14.
Bostancı, M. (2004). Televizyon Dilindeki İslam. Ankara: Odak Yayınevi.
Özkır, Y. (2014). Medyanın Din Bilgisi. B. Ö. Mete Çamdereli içinde, Medya ve Din (s. 13-31). İstanbul: Köprü Kitapları.
Yolcu, R. (2014, Temmuz 3). Bankalar İçin Faiz Vakti. Milli Gazete, Manşet.