Yrd. Doç. Dr. Mustafa Kayapınar/Siyah Sanat Televizyonun bilinçaltı, satırarası, gerçek mizacı hakkında tefekkürün zaruretini şu söz gayet net anlatmaktadır: “Toplumun hastalıklarının gerçek teşhisi televizyonda sunulan dünyanın ciddi bir gözden geçirilmesinden başlayabilir” Yine çoğu insanın malumatını ve dünyada neler olup bittiğine dair algısını televizyondan edindiğini hesaba kattığımızda problemin boyutlarını tahmin edebiliriz. “Fransız yenilikçi ressam Marcel Duchamp New York’taki bir sanat sergisine sergilenmek üzere bir klozet koyduğunda bir olgunun önemine dikkat çekmişti: ister insan yapımı ister tabii olsun, bir nesne alışılmış konumundan çıkarılıp bir kaide üzerine veya bir çerçeve içine konulduğunda ‘Bana bakın, ben burada seyredilmek için varım’ demeye başlar.” Martin Esslin. Televizyon da bir çerçevedir. Çerçeve içine giren unsurlar kaçınılmaz olarak anında seyirlik bir malzemeye yani şova dönüşür. En ciddi konuların en ciddi aktörleri bile. Televizyon için genelde üç temel işlev varsayılır: haber verme, eğitme, eğlendirme. Birinci işlev en acıklı olanıdır. Çünkü seyirci gerçekleri öğrenme aldanışı içerisinde en büyük manipülasyonlara maruz kalır. Bunun sebebi seyircinin haber programlarını, doğrudan, birebir hakikat olarak algılamasıdır. Haberler ve belgesel filmlerde olduğu gibi televizyondaki görüntüler ne kadar “gerçeklikten” alınmış olursa olsun kurgulanmış gerçekliktir. Zira her biri dramatikleştirme işleminden geçirilir. İkinci işlev için aslında eğitime katkıda bulunmak yahut televizyondan eğitim amaçlı yararlanmak demek daha doğru olacaktır. Televizyondan çok şey öğrendiğimiz doğrudur. Ancak bu malumatın mahiyetini tahlile cesaretimiz var mı? Dramatik tarzı kullanan TV yayınları çizgisel değil, duyguları bombardıman eden veri yığınları şeklinde seyreder. Drama mücerret, katıksız sözlü muhtevayı aktarmak için en elverişsiz yöntemdir. Dramada suret, söze hâkim olur. Bu da daha çok bilinçaltı duygusal bir etkiye sahiptir. Söz ve düşünce birbirini besleyen ayrılmaz ikili olduğuna göre dramatik tarz kullanan TV’nin düşünce ve bilgi, daha ötesi “hikmet” aktarmaya uygun bir araç olmadığını söyleyebiliriz. Bir başka, aslında daha büyük engel ise, insanların onu bir eğlence aracı olarak algılamalarının kemikleşmiş bir hal almasıdır. Seyirciler her türlü programa “eğlencelik” kriteriyle not vermektedir. Eğlendirme işlevini bihakkın yerine getirdiğine şüphe yok. Hatta haber verme ve eğitim-öğretim iddiasında olan program türleri günbegün eğlence rengine boyanmakta ve türler arasındaki çizgiler kaybolmaktadır. Bunun sağlaması için herhangi bir TV kanalının ana haber bültenine göz atmak yeterli olacaktır. Seyirci üzerine boca edilen enformasyon ne kadar haber verici; ne kadar eğitici ve ne kadar magazinsel ve eğlendirici. Televizyon tabiatı gereği izleyicinin ilgisini sürekli canlı tutacak, yani reytingi düşürmeyecek bir yayın politikasını dayatır. Bu da genellikle kültürel, ahlaki yozlaşma sonucunu doğurur. Televizyonun bu marazi mizacı zihni ve kalbî birtakım enfeksiyonlara yol açar. Daima seyirlik, hareketli, hızlı, mütemadi bir malzeme isteyen ve kusan bu alet, hep uçlarda gezer. İfrat kişiler, olaylar, fikirler. Zira seyircinin ilgisi ve reyting ancak böylesi anormalliklerle sağlanabilmektedir. Daha marjinal, daha tuhaf, daha şiddetli, daha saçma, daha, daha… Freni olmayan tehlikeli bir araç. Bu psikopat ruhlu cihazı sakinleştirebilir misiniz? Halisane niyetleriniz için ne kadar uygun bir vasata dönüştürebileceksiniz. Teskin ettiğinizi varsayalım. Bu virüsü kapmış seyirciyi tedavi edip, sizin sakin televizyonunuzu “okumaya” ikna edebilecek misiniz? Bu kısırdöngünün neticesi, değerlerin aşınması, aşağılanması ve kültürün bozulmasıdır. Bir diğer enfeksiyon ise tıpkı bilgisayar oyunlarında olduğu gibi seyircinin gerçeklerden ve onlarla yüzleşmekten kaçmasına yardım ve yataklık etmesidir. Tek tipleşme, renklerin kaybolması, zihinsel, duygusal fakirleşme, mekanikleşip yapaylaşma seyircinin televizyondan kaptığı diğer önemli patolojik özelliklerdir. Televizyon en gelişmiş gıybet nakil aracıdır. İnsanların çoğunda başkalarının hayatı hakkında hastalıklı bir merak mevcuttur. Televizyon da bu ilkel, habis duyguyu besleyerek güç kazanır. Mahrem dünyalara en fazla giren bir araç olduğundan tecessüse ve röntgenciliğe en meyilli araçtır. Televizyonun en büyük iğvalarından biri de musluktan akan su gibi, hiç kesintiye uğramayan, bitmez-tükenmez gibi görünen yayın akışıyla hayatın da sonu olmayan bir süreç olduğu yanılgısına yol açması; binaenaleyh ölümü unutturan bir afyon etkisine sahip olmasıdır. (Bkz. 24 saat yapan televizyonlar) Tahlilci ve tenkitçi yaklaşım, televizyonun bu karmaşık fonksiyonu sebebiyle dumura uğrar. Tefekkür engellenir. İbret ve sonuçlar çıkarmak neredeyse imkânsızlaşır. Yakaza hali tatile uğrar. Bu sürekli yayın akışı doymak bilmeyen bir canavar gibi program üretimini zorunlu kılmaktadır. Kemiyet keyfiyeti, nicelik niteliği imha etmekte ve rezil, berbat, pespaye bir malzeme yığını ortaya çıkmaktadır. Giderek seyircinin en ilkel taraflarına hitap eden, en kolay, en ucuz üretilebilen programlar piyasayı dolduracaktır. Daha Türkçesi uzun ömürlü televizyonculuk yapmayı tasarlayanların böyle bir handikapı baştan hesaba katmaları gerekir. Evlerin en mutena, mahrem yerlerine destursuz konuşlanmıştır. Seyirciler açısından kolay ulaşılabilir bir konumdadır. Televizyonun seyirci ile ilişkisindeki en tahripkâr taraf ise, tam bir sahtekâr ve manipülatör olduğu halde son derece dürüst, gerçekçi bir imaja sahip olmasıdır. Daha doğrusu seyirci televizyonda görünenlerin -ne fazla ne eksik- olduğu gibi göründüğünü zanneder. Bu tıpkı fotoğrafta olduğu gibi makinenin objektifliği hususunda körü körüne bir inançtan kaynaklanmaktadır. Objektif, ne kadar objektif? Televizyon aygıtının tarafsız, yorumsuz olmadığının en önemli delilleri, keyfi ya da kasti bir surette bir kısım unsurları alıp bir kısmını dışlayarak sunuş yapmasını sağlayan bir “çerçeve”ye, kurgu marifetiyle bilinçli bir “seçme, ayıklama” niteliğine sahip olmasıdır. Görünmesini istediği şeyi istediği kadar gösterir; istemediğini ise tecrit ederek çerçeve dışında bırakır. Tamam, televizyonda veya fotoğrafta görülenler dünyada var olan “şeyler”i göstermektedir. Ama bu görüntü ve sesler muhatabına ulaşıncaya dek o kadar çok operasyona maruz kalırlar ki kimyaları, tabiatları fesada uğrar. Seyircinin dramı hatta trajedisi de burada başlar: Düşünün bir, tereddütsüz doğruluğuna, dürüstlüğüne kalıbınızı koyduğunuz bir yakınınızın yıllardır size söylediklerinde bir tane bile doğru yok. Bu derin aldanış ve körlük, içine sürüklenilen bataklığın derinliğini her geçen gün artırır. Televizyonun bu seçiciliği ve tecridine şöyle bir örnek verebiliriz: Hazzetmediğiniz bir partinin mitingini haber olarak veriyorsunuz, meydanın boş ve seyrek bölümlerinin görüntülerini, negatif ayrıntılarla birlikte verirsiniz. Tersi bir durum da mümkün: Sempati duyduğunuz partiyi, mitinginde in cin top oynamış da olsa çekimlerden yaptığınız ustaca seçimlerle ekranda güçlü gösterebilirsiniz. Cadılar tarafından televizyon kazanı içinde kaynatılan gerçek ve kurgu birbirinden ayırt edilemez bir kıvama gelir ve aralarındaki çizgiler de iyiden iyiye bulanıklaşır. Televizyon hastalarının alamet-i fârikası da zaten, kurgu ile gerçek, sanal ile hakikat arasındaki çizgiyi kaybetmeleri hatta tam bir tersyüz etme cinneti ile karşı karşıya kalmalarıdır. “Televizyon konuşan kafaları sevmez” cümlesi profesyonel televizyoncuların amentüsü hükmündedir. Derin düşüncelere, entelektüel mevzulara tahammülü yoktur. Sürekli değişen, ilginç, cazip, sıra dışı görüntülere karşı bitmez-tükenmez bir iştaha sahiptir. O yüzden spikerler konuşturdukları kişileri bir an evvel susturma çabası içine girerler. Şiddet iyi(!) televizyon üretir. Hangi programda olursa olsun merkezi işgal eder. Seyirci şiddete alıştıkça -ilaç kullanımında olduğu gibi- şiddetin etki uyandırabilmesi için dozun giderek artması gerekir. Televizyoncular cenaze levazımatçısı gibidirler. Nasıl ki levazımatçıların çok kar etmesinin yolu çok insanın ölmesinden geçiyorsa; televizyoncular da şiddeti, ölümleri, ifrat olayları paraya tahvil ederler. Televizyon şiddet ve kanla beslenen bir vampirdir. Katiller, hırsızlar, sapıklar velhasıl adi suçlular televizyon namına çalışıyor denebilir. Bu nevi kişi ve olayları yakalayan bir televizyoncunun gözleri parlar. Müsebbibi ise televizyonun tabiatıdır. Normal insanlar asla televizyon ve gazetelerin mevzusu olamazlar. Ama köprüden atlamaya teşebbüs eden, ortalık yerde birdenbire soyunan, psikopatça davranışlar sergileyen biri çok daha ilginç ve çekicidir televizyonlar için. Kaç asayiş olayının televizyonun mevcudiyetiyle meydana geldiğini ortaya koyabilseydik hayli şaşırtıcı bir durumla karşılaşırdık. Televizyon yalnızca olan-biteni olduğu gibi aktaran değil; bilakis olmasına neden olan, tetikleyen, çanak tutan bir cihaza dönüşmüştür. Ciddi bir soru: Ne yani bu tür olumsuz vakalar, kötü örnekler televizyonlar tarafından görmezden mi gelinmelidir? Televizyon hem seyircinin duygu ve bilgilerini hem de nesnesi olan kişilik, konu ve kavramları öğüten bir değirmendir. Onur, haysiyet, değer yutan koca ağızlı bir canavar. İyi de insan, kendisini yutmaya teşebbüs eden bir canavardan ürkmeli ve kurtulmak için hamle yapmalı değil midir? Efendim, kurbanını evvela bakışlarıyla hipnoz ederek tepkisiz kılan, akabinde herhangi bir dirençle karşılaşmaksızın afiyetle yiyen bir yılan türünden söz edildiğini duymuşsunuzdur. Televizyonun bir iletişim aracı olduğu iddiası da tam bir kuyruklu yalandır. O hep verir, almaz. Yani seyircinin tepkisini umursamaz. Burada aklıma Cem Yılmaz’ın Vizontele filmindeki ünlü repliği geldi: “Zeki Müren de bizi görecek mi?” Ne Zeki Müren, ne spiker, ne yönetmen ne de TV patronu bizi görüp duymayacak. Çünkü biz yalnızca seyirciyiz. Seyirci kalmakla mükellefiz. Televizyon yayıncılığında idealist olanlar için ciddi bir soru daha: Bu durumun üstesinden gelinebilir mi? Allah’tan ümit kesilmez. Ama bize göre televizyon tam bir klinik vaka. Eline geçirdiği her şeyi dönüştürüyor, fesada uğratıyor. Bu onun hamurunda var. Tabiatı, mizacı böyle. * Bu yazı, Siyah Sanat Dergisinin 2015 Mayıs sayısında yayınlanan "Televizyon Cihazının Gizli Gündemi" başlıklı yazıdan iktibas edilmiştir.
Televizyon ve Din
Yayınlanma: 02 Haziran 2015 - 21:24
Güncelleme: 13 Kasım 2019 - 19:01
Televizyonun Gizli Gündemi
Televizyon ve Din
02 Haziran 2015 - 21:24
Güncelleme: 13 Kasım 2019 - 19:01