Akademisyen, yazar ve eleştirmenler, sinema ve din bağlamında önemli tespitlerde bulundu.
“Hollywood” ile “Cahiliye şairlerinin” ortak özelliği
Dergide Yusuf Kaplan ile yapılan mülakat dikkat çekti. Kaplan Amerika hegemonyasının kurulması, korunması ve sürdürülmesinde Hollywood’un etkisini vurguladı. “Hollywood sinema değildir; Hollywood siyasi teolojidir”, “Hollywood, kitleleri uyuşturan bir afyondur. Hem de küresel ölçekte kullanılan, ayartıcı bir afyondur” sözlerini kullanan Kaplan, Hollywood sinemasıyla cahiliye şairlerinin ortak noktası üzerine şöyle konuştu:
“Sinemanın, kurucu bir işlev üstlenmesi, yaşanan varoluşsal krizin anlamlandırılmasında ve aşılmasında belirleyici, kilit rol oynaması anlamına gelir. Büyük form olmasından ötürü böyledir bu. Büyük formların işlevleri budur. Tarihte büyük formlar nelerdir mesela. Yani oradan yola çıkarak bir iki örnek vereyim.
Mesela İslam’ın doğuşunda şiir var. Modernliğin doğuşunda resim sanatı var. Şiir de, resim sanatı da büyük formdur. İslam’ın doğuşunda şiir cahiliye döneminde zirve noktasına çıkmış, tavan yapmış. Cahiliye şiiri çok güçlü… Kur’an-ı Kerim’in muhatap aldığı en güçlü beşerî dil, şiir dilidir. Yani Şuara suresinde lanetlenen şairlerin lanetlenmelerinin nedeni, o beşerî dili, biraz önce sözünü ettiğim anlamda mevcut yapıları pekiştirecek, hâkim yapıları, zorba söylemleri, sorgulamadan, tartışmadan, sadece insanları ayartarak pekiştirecek şekilde kullanma çabasıdır.”
Sinema, vahyin soluğu ile canlanırsa...
Enver Gülşen de sinema ve hakikat arasındaki bağa temas etti. Yaptığı bir atıfla sinemanın gücüne değinen Gülşen, şunları yazdı:
“Kâl dili, bize Efendimiz’in (s.a.v) Nur Dağı’na gittiğini, Hira Mağarası’nda inzivaya çekilip tefekküre daldığını sık sık ifade eder. Bir “bilgi” olarak bunu öğretenlerin hiçbirisi, Hira Mağarası sakini yapmaz insanı. Zira anlatanların kahir ekseriyetinin kendisi de Hira Mağarası sakini değildir! İşte sinema, eğer kendini vahyin soluğu ile canlandırırsa, alttaki “fragmanlı” ucundan, üstteki “bütünleşmeye” ve hâl ucuna doğru yolculuğa başlayacak, kulağınız, kalbiniz, ruhunuzu kâinatın yüreğine dayayıp, sizi Hira Mağarası sakini yapabilecektir. Sinemanın asıl gücü tam da buradadır. Sizi, filmin konusuyla ya da teknik imkânlarıyla değil, bizatihi hâl dilini inşa ve ifşa edebilmekteki gücüyle Hira Mağarası’na tefekküre çekecek, hangi çağda olursanız olun sizi Efendimiz’in (s.a.v) komşusu yapacaktır.
Biten: “Sinema, topluma karşı silah olarak kullanıldı.”
Derginin Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Biten, insanın hakikati aramak için başvurduğu yollardan birinin de sanat olduğunu hatırlattı. "Sanat, sis perdesi dağıldıktan sonra insanın hakikatle yüz yüze kalmasının, kendini tüm yalınlığıyla bulmasını sağlayan bir vasıtadır. Sinema ise bu vasıtaların en dinamik ve en etkileyici olanıdır.” diyen Mehmet Biten, görsel sanatların insanı hakikatten ve hikmetten uzaklaştırmaya çalışanlar tarafından bir silah olarak kullanıldığını yazdı. Biten şunları kaydetti:
“Görsel sanatlar yıllarca insanı hakikatten ve hikmetten uzaklaştırmaya çalışanlar tarafından bir silah olarak topluma karşı kullanılmaya çalışılmış ve insanın anlam alanına büyük darbeler indirmiştir. Elitist sanatçı tayfası tarafından, seküler hayat tarzı İslam medeniyetinin göz bebeğini tahrif ettikten sonra 3. Dünyanın bakir ülkelerine bir dost edası ile ihraca yönelmiş ve sömürgeci misyonerlerin yapamadığı tahrifatı yapmayı başarmıştır. Benliğin üzerine çöken bu iğdiş edici tavır karşısında sinema da hakikat arayışı velud bir imkân sunuyor.”
Tezcan : “Tebliğ filmlerinde, görüntü dili yaya kaldı.”
Gülcan Tezcan da Milli Sinema Akımı üzerine görüşlerini aktardı. Tezcan Yeşilçam’da din ve dindarın sunumundan, yönetmen ve yapımcıların dini temalı filmlere ilgisine varana dek pek çok konuda değerlendirmede bulundu. "Batı kaynaklı pek çok sanat dalı gibi sinemaya da uzun süre mesafeli duran ve temkinli yaklaşan dindarlar yedinci sanatın etki gücünü fark ettiklerinde ilk elde “tebliğ” amaçlı olarak film çekmeye başladılar” diyen Tezcan, tebliğ filmleri hakkında ise şu eleştiride bulundu:
"Tebliğ çerçevesinde sinemaya bakanlar biraz da yapımcıların dayatmasıyla filmlerinde kahramanlarına bir ayet ya da hadis-i söyletme kolaycılığını tercih ederken görüntünün dilini kullanarak derdini anlatma yolunda yaya kaldılar. Oysa kuru bir propaganda aracı olarak görmek yerin Kur’an-ı Kerim’deki kıssaların anlatım dili doğru okunabilse sinema sanatına hakkı söyletmek için çok daha etkin ve etkileyici bir pencere açılabilirdi.”
Dergide ayrıca Murat Çelik, Lütfi Bergen, İshak Koç, Salim Nacar'ın sinema üzerine makaleleri yer aldı.