“Muhammed: Allah’ın Elçisi” adlı film, Peygamber algısını etkiler mi?
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar, “Hz. Muhammed: Allah’ın Elçisi” filmi hakkında açıklamalarda bulundu.
TRT Diyanet’te yayınlanan Dini Haber Analiz programında Özafşar, filmi tarihsel, pedagojik, sosyo-politik pek çok açıdan değerlendirdi. Gerek Batı’da gerekse İslam dünyasında peygamberler hakkında yapılan filmlerin her zaman tartışma konusu olduğunu ifade eden Özafşar’ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
“Tarihte, Peygamberlerin figürleri üzerinden şirk kültürü olduğu görülmüştür” “
Tarihe baktığımızda dini geleneklerde daha çok peygamberlerin yahut, azizlerin, yahut yüksek şahsiyetlerin figürleri üzerinden bir şirk kültürünün olduğu görülmüştür. O bakımdan İslami gelenekte Hazreti Peygamberin de müşahhaslaştırılması, kişiselleştirilmesi başka bir objeye, nesneye indirgenmesine karşı bir reaksiyon ortaya çıkmıştır. Bunu diyanetenve edeben, İslam’ın ana yolu dediğimiz geniş kitle tarih boyunca doğru bulmamıştır, daha soyut bir yaklaşıma, yani resimde soyut yaklaşıma izin vermiştir.
Sedd-i Zerai prensibinin tasvir meselesindeki işlevi
Moğolların İslam’ı kabul etmesinden sonra ki Moğol saltanatları dönemlerinde, Selçuklular dönemlerinde, Osmanlı döneminde ve benzeri İran’da özellikle İran’da birtakım sanatsal etkinliklere konu edinilmiştir ve görece müsamahalı yaklaşılmıştır. Orada da farklı tercihler olmuştur, yani Hazreti Peygamber’in yüzü gösterilmemiş özellikle, gösterilse bile ya bir gülle tasvir edilmiş yahut da bir ışık halesiyle tasvir edilmiştir. Ama saray çevrelerinde, özellikle yüksek edebiyat çevrelerinde, bu anlamda görece bir toleransın olduğunu söyleyebilirim. Ama İslam fıkhı açısından baktığımızda buna “seddenlizerîa” deriz. Yani, din dilinde, yani şirke ve tapınmaya araç edilebilir, arıcı edilebilir kaygısıyla, endişesiyle tevhit ve tenzih düşüncesini etkileyebilir, olumsuz etkileyebilir düşüncesiyle böyle bir yaklaşıma müsamahalı bakılmamıştır.
“Şia’nın Hazreti Peygamber’in çocukluk algısı filme yansımış”
Bu filmin senaryosunu yazan zat Şii kültüründen geliyor, bu filmin çekildiği coğrafya İran. Ama buradaki ana unsur, eksen tabi ki bir Şia florasının içerisine gerçekleşiyor, Şii kültür atmosferi içerisinde gerçekleşiyor. Bir sanat adamı MecidMecidi bunu aşmaya çalışıyor, gayret ediyor, ama fiili olarak ister istemez bir Şii tandans kendini gösteriyor, hem senaryoda bunu görüyorsunuz, hem tiplemelerin seçiminde bunu görüyorsunuz. Bir anlamda Şii kültürün ve Şii dilinin, Şii ifade biçiminin, Şia’nın sahip olduğu ifade biçiminin filmde ortaya çıktığını görüyorsunuz, hem olayların kronolojik olarak akışında bunu görüyorsunuz, hem de sadece Şii kültürünün geçmişi algılamasını değil, aynı zamanda bugün İran’ın dünyadaki ilişkileri açısından etkin tarih açısından da Şia’nın dünyayla ve kurduğu ilişkilerin yansıdığını görüyorsunuz, gerek İsrail’le olan ilişkileri, gerek Batıyla olan ilişkileri. İkili açıdan bunun yansıdığını ben şahsen düşünüyorum.Birisi, bu karşıtlık ve gerilimin bilinçaltını yansıtıyor, yani İran’ın dünyadaki bugün etkin tarihindeki uluslararası ilişkilerde ve toplumlar arası, kültürler arası ilişkilerindeki etkin tarihinin bilinçaltı yansımış oluyor.Bir diğeri de, karşı kültürün, öteki kültürün İslam’a yönelik ve Müslümanlara yönelik eleştirilerini boşa çıkartma ve öteleme kaygısının yattığını görüyoruz. Dolayısıyla burada iki yönden mevcut kültürün etkili olduğunu ben şahsen düşünüyorum. O bakımdan genel siyer kitaplarında, tarih kaynaklarında yer almayan yahut onunla çelişen unsurlar var deniliyor. Bir anlamda Şia’nın tarihsel perspektifi, Asr-ı Saadet algısı, Hazreti Peygamber’in çocukluk algısı bir anlamda tabi ki filme yansımış oluyor.
Filme gitmek insanları vebal açısından bağlar mı?
O kişilerin kendi tercihidir. Ama bilinçsel ve zihinsel bir mesafe veya en azından kendi dindarlıkları açısından bundan olumsuz etkileneceğini düşünüyorsa, onların tabi ki ona göre bir tutum geliştirmesi gerekir. Ama neticede şimdi bugün tabi bu kadar dijital teknolojinin ortaya çıktığı, dijital ürünlerin ortaya çıktığı, işte televizyon kültürünün bu kadar yaygınlaştığı, ellerimizdeki telefonlarda bile videoları izleme imkanının olduğu bir çağda bundan kaçınması mümkün değil. İnsanların bu gibi fenomenlerden kaçınarak kendilerini korumalarını düşünmelerini ben şahsen doğru bulmuyorum. Bilakis onları eleştirerek, onu tenkit ederek ve bir eleştirel kritik yaklaşımla ele alıp değerlendirerek bunları aşmak gerektiğini ben şahsen düşünüyorum.
“Evet, teo-politik bir film”
Şimdi bunları eleştirecek, değerlendirecek ve aşacak bir yetkinliğe sahipseniz burada çekinmenize gerek yok. Altı çiziliyor, herkes de ifade ediyor ki, bu bir önemli sinema olayıdır, nitekim bütün dünyada tartışılıyor ve Hazreti Peygamber’le ilgili ortaya konulmuş iddialı bir yapıttır, ama bunun kültürel birtakım sınırlılıkla, kısıtlılıklarla malul olduğu da söyleniyor. Dolayısıyla bütün İslam dünyasının, Müslümanların mahşeri vicdanını temsil eden bir seviyeyi yakalayamadığı söyleniyor. Hatta teopolitik bir film deniyor, bazı yazarları öyle söylüyorlar, ki şahsen ben de öyle düşünüyorum, yani teopolitik bir film. Dolayısıyla şimdi bunu sosyo-politik veya sanatsal kritiğini eleştirisini yaparken bu özelliği üzerinde durmak lazım. Aynı zamanda tabi ki bir ülke bunu sponsorluğunu yapıyor, destekliyor, finanse ediyor. Bütün bunları bilerek, yani hem sanatsal açıdan, hem politik açıdan, hem düşünsel açıdan bütün bunları bilerek yaklaşmakta bir sakınca olmadığını ben şahsen düşünüyorum.
Pedagojik açıdan uygun bir film mi?
Hazreti Peygamber sıradan bir şahsiyet değil, yani yetişkinler için de, çocuklar için de hakikaten çok yüksek bir şahsiyet, öyle olduğu için onların imgelerini, onların algılarını olumsuz etkileyeceğini düşünüyorlarsa, ben bu konuda pedagojik açıdan uygun olmadığını söylerim. Nitekim bazı izleyenler bunu söylüyor. Gerçi filmde Hazreti Peygamber’in çocukluğunu gösteriyor, yüzünü göstermiyor, ellerini gösteriyor. Bunun bile bir aşama olduğunu ve ileride belki de kendisini gösterme girişimi olabileceğini söyleyenler var. Hatta bunun geleneksel İslam dünyasının geleneksel duruşunu değiştiren bir çaba olduğunu söyleyenler de var. Böyle olur mu, olmaz mı bilmiyorum. Ama pedagojik açıdan, yetişkinler için de aynı şey söz konusu, Hazreti Peygamber algılarını olumsuz etkileyecekse, onu sıradanlaştıracaksa bu konuda kendilerini korumaları gerektiğini ben de şahsen söyleyebilirim. Ailece izleme meselesi başka bir konu. Burası bir çocuk eğitimi ve çocuğun yönlendirilmesiyle alakalı bir konudur. Nasıl ki Allah tasavvurunu, Allah düşüncesini çocuklara öğretirken bile o yetişkinlik, erişkinlik süreçlerini dikkate alıyoruz, aynı şekilde Hazreti Peygamber’in de algısı ve tasavvuru konusunda aynı hassasiyeti gözetmemiz gerekir. Nitekim ana akım İslam yorumu tarih boyunca Sünni gelenek Hazreti Peygamber’in şemail dediğimiz, daha çok tasvir eden, onu resimleyen değil de tasvir eden bir yaklaşımı benimsemiştir, herhangi bir şahsa ve kişiye, biçime indirgemeyen yaklaşımı benimsemiştir ki o kendi zengin hayal dünyasında o yüce şahsiyetle kurabilsin.
“İslam tarihi algısının dışında, yeni bir İslam tarihi algısı inşa ediyor”
Sinema en nihayetinde bir kurgu diyebilirsiniz. Gerçi bu film tarihsel gerçekliklere sadakatini vaat ediyor. Başlangıçta onu ifade ediyor. Ama sinema yapıtı, sanat yapıtı neticede kurguya dayanır; ama gerçek bir şahsın hayatını yansıtıyorsanız o zaman da gerçeğe bağlı kalacağınızı ifade ediyorsanız sonuna kadar buna sadakat gerekir. Bizim en azından İslam dünyasında, Sünni İslam dünyasında yaygın olan siyer kaynaklarında yer almayan unsurlar var, birtakım ilişkiler var. Mesela Yahudi takibi, Hazreti Peygamber’in sürekli ama, özenle bir Yahudi takibine tutuluyor olması vurgusu tarihsel gerçeklikle tam örtüşmüyor. Aynı şekilde Hazreti Peygamber’in diyelim ki Şam dönüşünde deniz kenarında yaşadığı söylenen hadise, balıkların karaya vurması hadisesi, böyle bir husus tarih kaynaklarımızda yok. Aynı zamanda, Hazreti Peygamber’in çocukluğunda dahi etrafında bulunan birtakım figürler orada yer almıyor, onun için tarihi kıran bir yaklaşım var, yani yeni bir tarih inşa ediyor. Yani İslam dünyasında, Sünni İslam dünyasında yaygın olarak kabul edilen, bilinen erken İslam tarihi algısının dışında, yeni bir İslam tarihi algısı inşa ediyor, o bakımdan da buna dikkat etmek lazım. Bunlar kurgu olarak gözüküyor. Belki filme biraz gerilim katmak, biraz daha olağanüstü unsurlar katmak, biraz daha heyecanı artırmak için, filmin etkisini kuvvetlendirmek için bu yola başvurmuş olabilir. Tabi çok büyük kaynak ayrılmış ve iki plato kurulmuş çok büyük, 40 yıl, 50 yıl belki hizmet edecek bir plato kurulmuş, şaka değil tabi 6-7 sene de üzerinde çalışılmış bir film, haksızlık etmek istemem o anlamda ürüne. Ama en azından bizim bilgilerimiz çerçevesinde baktığımızda hayal mahsulü, kurgusal, önceki peygamberlere ait birtakım unsurların, ögelerin buraya yansıtıldığına dair hususları görüyoruz.
“Sinema sanatıyla Peygamberler hakkında zihinlerimiz şekillendi”
Hazreti Peygamber’in, kaldı ki Hazreti Nuh’un, Hazreti İbrahim’in, Hazreti Musa’nın, Hazreti İsa’nın, bütün peygamberlerin, Hazreti Yusuf’un, hayatlarına ilişkin sinema filmleri yapıldı ve insanlar ilgiyle gidip izlediler, hatta bugün zihinler onunla şekillendi. O zaman bu zihinleri şekillendiren bir alansa bu ifade biçimi, tasavvurları geliştiren bir alansa, bizim orada ilke ve değerlerimizi koruyarak, muhafaza ederek, ama sanatsal ve edebi açıdan da hakkını vererek bu alanda üretime geçmemiz gerekiyor. O bakımdan belki de yapılması gereken şey, yani ortaya çıkan ürünleri eleştirmek, doğru, bu sonuna kadar yapılması gerekir, en ciddi eleştirinin ortaya konulması gerekiyor.Aynı zamanda alternatiflerinin üretilmesi gerekir. Bu yöne ağırlık vermek icap ediyor.
“Sanal dünya artık bir arenadır”
Bu tabi ki ülkenin gelişmişliğiyle, ekonomik refahıyla ilintilidir. Ama kültürler arası karşılaşmada, medeniyetler arası karşılaşmada, rekabette, yarışta ve paylaşımda insani, kültürel, sanatsal, edebi alan, dijital saha, sanal dünya artık bir arenadır. Bu arenada, bu milletler yarışında inançların karşı karşıya geldiği çağda, bizim insanları daha derinden yakalayacak, onları etkileyecek, Hazreti Peygamber’i olduğu gibi, gerçeğiyle onun rahmet mesajlarını yansıtacak ürünleri ortaya koymamıza ihtiyaç var diye düşünüyorum.
Türkiye’de 1926’daki Hz. Peygamber filmi çalışması
Hazreti Peygamberin sinemaya konu edilmesi sadece bugün tartışılmıyor. Farklı kültürler bunu tartışmış, Hıristiyan geleneği tartışmış, ama bilhassa sinema söz konusu olduğunda 100 yıl önce takriben 90 yıl önce Türkiye’nin de içinde bulunduğu bir Hazreti Peygamber filmi tartışması var. 1926 yılında bir Hazreti Peygamber filmi yapma arzusu ortaya çıkıyor. Hatta bazı konuyla ilgili literatürde şöyle deniliyor: ‘Mısır üzerinden, ama Türkiye’de Atatürk’ün etkin olduğu, Atatürk’ün Hükümeti tarafından desteklenen bir Hazreti Muhammed filmi yapılması arzulanıyor’ diye geçiyor. Bizim Türkçe literatüre baktığımız zaman Vedat Örfi Bengü, 1899’da dünyaya gelmiş ve biraz sanat, sinema işlerine çok ilgi duymuş birisi. İşte gençlik yaşlarında Fransa’ya gidiyor ve Fransa’da hem senaryo yazıyor, senaristlik yapıyor, hem yapımcılık, hem de artistlik yapıyor yani. Daha sonra Mısır’a gidiyor ve Mısır’da Yusuf Vehbi isminde bir zatla o arada bir Amerikan şirketiyle de görüşmek suretiyle böyle fikir ortaya çıkıyor yani bir Hazreti Muhammed filmi yapalım diye. Ama Türkiye orijinli olduğu için, Türkiye’nin de desteği olduğu ifade ediliyor ve gerçekten o zaman 1926 yılında Mısır’da büyük bir tartışma başlıyor. Hazreti Muhammed Aleyhisselam filme konu yapılabilir mi, yani hayatı filme alınabilir mi, çekilebilir mi diye? Tabi ki bu gibi durumlarda dini müesseseler harekete geçer. O zaman da Ezher-i Şerif harekete geçiyor ve Mısır’daki alimler buna şiddetle karşı çıkıyorlar ve bunu Hazreti Peygamberi tahkir etmek olacağını söylüyorlar. O zaman Mısır Kralı Fuat, Yusuf Vehbi’yi davet ediyor ve kendisini tehdit ediyor diyor kaynaklar. Böyle bir filme asla müsaade etmeyeceklerini, hatta böyle bir şey yaparlarsa kendisinin Mısır vatandaşlığından çıkartılacağını filan söylüyor. Yani yıl 1926 bu tartışmalar ilk defa cereyan ediyor. Türk Hükümetinin de detaylarını bilemiyorum, ama konuyla ilgilendiği Türkiye’den bir sinema artistinin yahut senaristinin veya yapımcısının yönetmeninin içinde bulunduğu, başını çektiği bir Hazreti Peygamber biyografisi filmi yapma düşüncesi var; ama kadük kalıyor o tabi.”
Diyanet’ten Risalet radyosu
Önümüzdeki günlerde bir risalet radyosu hayata geçecek ve yayın hayatına başlayacak 2017 yılında. Özellikle Hazreti Peygamber’e, Asr-ı Saadet’e, Hazreti Peygamber’in hadislerine, sünnetine, onun arkadaşlarına, onun algısına, onunla ilgili tartışmalara yoğunlaşacak, onunla ilgili edebi ve sanatsal ürünlere yönelecek ve böylece belki toplumumuzdaki bu boşluğu doldurmaya gayret edecek. Ama bu konuda her kesimin desteğine ihtiyacımız var, yani bu alan çok ihmal edilmiş bir alandır. Sadece daha önce yazılmış ve yazılmakta olan birtakım halka yönelik tarih, siyer kitaplarıyla yetimeyiz. Çocuklarımıza da hitap eden, toplumun bütün katmalarına hitap eden belki tiyatro yapıtları, radyo tiyatrosu, ki çok önem verdiğimiz bir çalışma, orada Asr-ı Saadet’i risalet başlığı altında bir radyo tiyatrosu çalışmamız da var. Ama bunlar çok mütevazı çalışmalar, uzun zaman istiyor. Eğer toplumun ilgili kesimleri, çevreleri buna destek verirse, katkı verirse çok memnun oluruz ve mesafe alırız diye düşünüyorum.
“İmge savaşlarında çok zayıfız”
Bilhassa tabi Batıya yönelik bu tanıtım faaliyetlerine önem vermemiz gerekiyor ve Batı muhitlerinin buna ihtiyacı daha fazla, çünkü orada kamuoyu algıları, İslamofobya ve benzeri endüstriler, sektörler Hazreti Peygamber algısını çok olumsuz etkiliyor. Kaldı ki, Batının bilinçaltında da tarih içerisinde böyle bir olumsuz yargı vardır. Dante’den itibaren, daha öncesinden itibaren İlahi Komedyada bile, kaldı ki İlahi Komedya’ya ilhamını veren Hazreti Peygamber’in Miraç hadisesidir. Bütün dünya klasikleri içerisinde en önde sayılan bir eserdir malumunuz İlahi Komedya. Ama onun yazarı Dante Hazreti Peygamber’e orada hiç hak etmediği bir şekilde bir yer ve bir konum vermiştir. Şimdi Batı bilinçaltını besleyen, hayali Doğu dediğimiz, hayal ürünü, sanal algılar var, imgeler var. Bu imge savaşlarında, imge karşılaşmalarında bizim dünyamız çok zayıf, yani imgeleri besleyen, tasavvurları besleyen ifade biçimlerimiz çok zayıf, buraya yönelmemiz gerekiyor, bu fark etmemiz gerekiyor. Bu olumsuz tasavvurları yok edecek, yerine olumlularını ikame edeceksanatsal, edebi, düşünsel, akademik ve bilimsel ifade biçimlerine yatırım yapmazsak kendimizi ifade edemeyiz, o zaman da yanlış algıları ortadan kaldıramayız.