Taha Kılınç – Yeni Şafak
'Muhammed' filminin en önemli kusuru, yönetmenin birçok önemli sahneyi İslâmî kaynaklarda yer almayan rivayetler üzerine bina etmiş olması. Sinema tekniği gereği, bazı hayali unsurların filme eklenmesi anlaşılabilir. Ancak bir peygamberin hayatı söz konusu olunca, o hayata direkt şekilde taalluk eden kısımlarda uydurma anlatılara yer verilmesi doğru olmayabilir. Filmin sonlarında, bir sahil kasabasında denizden karaya balıkların yağmasıyla sonuçlanan 'mucizevî' sahne, bu tür uydurmalara örnek."
Abdülkadir Özkan - Star/ Açıkgörüş
"Film, ilk bölümünde Hazreti Peygamber’in 12 yaşına kadarki çocukluk dönemini konu ediniyor. Bu nedenle de filmin geneline insanî öğelerin ön planda olduğu duygusal sahneler hakim. Genel itibariyle filme hakim olan mistik hava hemen farkediliyor. Bu aşırı mistisizm bir Peygamberin hayatını filmleştirmenin ağırlığından yahut Majidi’nin aşırı mistik öğeler barındıran bir peygamber tasavvurundan kaynaklanmış olabilir. Filme yöneltilen en önemli eleştirilerden bir tanesi Şii propagandası yapıldığı yönünde. Bu nedenle sosyal medyada filmi bir tür “cinayet” şeklinde tanımlamayı tercih eden bir propaganda dili kullanılıyor. Baştan sona Hazreti Peygamber’in rahmet ve merhamet özelliklerinin işlendiği filmin satır aralarından bu sonucu çıkarmak iyi niyetli bir tavır olmasa gerek. Filmde, peygamberlik öncesi ve sonrasında Haşimoğulları ile Ümeyyeoğulları arasındaki siyasi politik gerilimi fazlasıyla hissettirecek çok sayıda kare olduğu bir gerçek. Hatta Majidi’nin Mekke’nin lideri olarak öne çıkardığı Ebu Süfyan üzerinden örtülü bir takım mesajlar vermiş olması da bir yere kadar makul karşılanabilir. Ancak tarihsel temelleri olan bu tür nüanslara bakarak filmin bir Şii propagandası olduğunu iddia etmek filme değilse bile sanata en büyük haksızlık olur. Kaldı ki dünyaca ünlü bir yönetmen olan Majidi’nin bugüne kadar her hangi bir filminde benzer propagandalara rastlamak neredeyse imkansız. Filmde Şia propagandası yapıldığı suçlamaları üzerinden Şiiliği tartışmaya açan, tek tipçi bir İslam tarihi anlayışını hakim kılmaya çalışanlara sormak lazım, bir sinema filmi üzerinden mezhepsel ayrışmayı körükleyecek, yeni bir çatışma ortamı yaratacak dil ve üslup kullanmak Ehli Sünnet’in geleneğinde var mı?"
Bilali Yıldırım – Milli Gazete
“Önümüzde çok para harcanmış ve bizden bir hikaye anlatan film var. Yıllardır düşük bütçelere hapsedilmiş, bağımsız (biraz da oryantalist), minimalist filmler görmeye ve beğenmeye aşina olan bizler için ortada ki iş “hatasına günahına rağmen” gibi bir anlayışla savunulmaya çalışılıyor. Girdiğimiz sınav üniversite ya da memurluk sınavı değil. Dört yanlışın bir doğruyu götürdüğü sınavlardan değil. Bir yanlışın bütün doğruları götürdüğü bir sınav bu. Çetin bir sınav. Bu yüzden yüz tane doğru ve şaşaalı bir iş yapsanız bir tane yanlışınız o yüz doğruyu haklı çıkaramaz! Çünkü bizim tartışmaya açık olmayan kaidelerimiz var. Sinema ile ilgili birisi olarak söylüyorum tüm bunları. Sinemanın Müslümanların elinde çok ciddi bir silah olabileceğine gönülden inanan biri olarak söylüyorum. O silahın kendi kafamıza doğrultulması da mümkün.”
Erem Şentürk – Diriliş Postası*
"Mecidi'nin filmini izleme hatasını yapmayın! Bu hatanın geri dönüşü yok. Ben yaptım pişmanım keşke yapmasaydım. İran Kumda film setini ziyaret eden Hameny'in etkisi sadece Ebû Tâlib'in İman etmiş gibi gösterilmesinden çok daha büyük ve derin. Film sadece Şia açsından baksa dersin ki; "adamlar şia filmi çekmiş" Bundan daha büyük ve daha vahim zararları var filmin. Filmde Aleyhissalatü Vesselam efendimiz fiziksel olarak tasvir edilmesi hem rezillik hemde çizgi altına düşmüş sinema yetersizliği. Mecdinin filmini izleme hatası uzun yıllar peşinizi bırakmayacak bir kirliliğe neden olacak. İzlemeyin. Mecidi politik Pers filmi yapmış ve Hristiyanlara göz kırpmışlar. Film ağzına kadar proje sahnelerle dolu. Tövbe etmekten içim şişti. Onlarca tahribat yapan ince hesaplanmış bir proje. Her salavat getirdiğinizde Mecdinin seçtiği birinin gözleri yüzü aklınıza gelecek. Kendiniz ve evlatlarınızı bu filmden uzak tutun. Sadece adapsızlıklar yok korkunç tahribat yapıyor ve bazılarının geri dönüşü yok. Mecidi'nin filminde ön yargılı olmamak için hep sustum. Film sadece hayal kıtıklığı değil aslında ince hesaplınmış zararlı bir Acem Oyunu"
*Erem Şentürk’ün twitter hesabından alınmıştır.
Hümeyra Şahin - Akşam
"Her konuda olduğu gibi, Mecidi’nin filmini de yine taraftarlık ve karşıtlık üzerinden tartışıyoruz. Karşıtların ateşli söylemleri, doğal olarak hararetli taraftarların doğmasına da sebep oluyor. Bu, makul kritik imkânını ortadan kaldırıyor. Oysa sinema dili, sanatsal boyutu, tarihsel yaklaşımı ve diğer tüm unsurlarıyla, iyi ve doğru bulduğumuz yönleri iç içe geçmiş bir insani çabadan söz ediyoruz. İyi bulduğumuz yönleri olabileceği gibi, doğru bulmadığımız ya da beğenmediğimiz yanları da olabilir. Ne toptan övgü, ne toptan yergi… Makul bir mesafeyle yaklaşmak durumundayız."
Murat Ayar – Haksöz Dergisi**
"Ben eksik kalıp yorum yapmayayım dedim ama Mecidi'nin filmiyle ilgili gerek savunanlar gerek eleştirenler pek esas meseleye dokunmuyor. Çağrı filmi Kur'an perspektifine uygun ve "insan peygamber" anlayışını inşa eden bir "siyer" çalışmasıydı. Mecidi'nin filmi daha doğar doğmaz insan üstü bir peygamber tasavvurunu anlatıyor film boyunca. Bu anlamda film eleştiriyi hak ediyor. ( İnsan üstü peygamber tasavvuru sadece Şia'ya has bir durum değil. Maalesef Ehli Sünnet kaynakları da benzer iddialarla dolu. ) Halbuki İran sineması "yetim bir çocuğun" hayatını başarılı bir şekilde beyaz perdeye aktaracak yeterliliğe sahip. Buna rağmen efsaneler gerçeği yutmuş. Gerçek kaybolunca film efsane ve mitolojilerle süslenmiş rivayetleri efektlerle süsleyip film diye bize sunmuş. Hz. Muhammed'in hayatını "siyer tadında" izlemek için hala Çağrı'dan başka seçeneğimiz yok maalesef. Beklemeye devam...
**Murat Ayar’ın Facebook hesabından alınmıştır.
Hüseyin Öztürk: Film yüzünden birbirimize buğz etmeyelim
Gelin canlar, can yoldaşlar, dindaşlar, bu film yüzünden birbirimize buğz etmeyelim. Kırıp dökmeyelim, dostluklarımızı zedelemeyelim. Sel gider kum kalır. Nefsani duygular aklı gölgeler, düşünme ve muhakeme melekemizi zayıflatır, filmle ilgili yorumlara bakıldığında görülen o ki, fikirler değil, nefisler savaşmaktadır. Bu film, 2009 yılında Mısır’ı ziyaret eden Barak Obama’nın, ABD’ye karşı İslam dünyasının olumlu bakmasını temin için “Esselamüaleyküm” diye konuşmasına başlamasından farksızdır. “Ne şiş yansın ne kebap” diyerek, etkisiz eleman vazifesi yüklenip, filme maymuncuk anahtarı vazifesi yapmayalım".
Nihal Bengisu Karaca – Habertürk
"Hz. Muhammed’in annesinin yaşadığı özlem, korku ve endişe kalbime saplandı. Çocuk Muhammed’in annesi öldüğünde kederden hasta oluşu, kâinatın efendisini hiç doğmayacak ikinci oğlum gibi sevmeme neden oldu. Kıyafetine takılan kuru ve dikenli bir bitkiden ayrılmaya çalışırken, o çirkin çalı parçasını incitmemeye özen gösteren Efendimiz’in zarafetini izlerken ağladığımı gizlemeyeceğim.
Kız bebeğini gömmeye çalışan adama, “Bebeğinin gözleri ne kadar güzel, tıpkı sana benziyor, ne şanlısın ki gözleri sana benzeyen evlatlar doğuracak” diyerek verdiği ince ayardaki zekâya yeniden hayran oldum. “Kız çocuk rahmettir” cümlesi filmde iki kez geçti ve ben bu hatırlatmanın değerini bilecek kadar uzun yaşadığımı düşünüyorum. Uçsuz bucaksız gibi görünen durgun su oluğuna batırılan sayısız ellerin yer aldığı o son sahneyi “görebilen” kaç kişi var bilmiyorum. Hz. Peygamber’in ellerini temsil eden son bir çift el hariç hepsi kadın eliydi; çünkü Peygamber’imiz kadınların biatını bir tas içine konmuş su aracılığıyla alırdı. Mecidi’nin güçlü sinema duygusu ile bir tas değil, nehirler dolusu su, milyonlarca kadını Hz. Peygamber’in ahdine bağlayan bir bağ olarak yeniden anlamlanıyordu. Mecidi, bu filmle adeta kadınların Hz.Muhammed’e (SAV) biatını tazeliyordu. Sadece bu yüzden Mecidi’ye teşekkürü borç biliyorum."
Hakan Sarıhan - Hilal Haber
Film vizyona girer girmez bir kısım insanlar, bu filmi izlemeye gitmeyin itikadınız bozulur demeye başladı. Yahu bu itikat nasıl bir şeymiş ki bir kitap okumayla, bir kaset dinlemeyle bir film izlemeyle hemen bozuluyor. Zaten bir kişinin itikadı bu kadar kolay bozuluyorsa o kişi daha neye nasıl inandığını doğru dürüst bilmiyordur. Eğer insan inandığı şeyin ne olduğunu, tam olarak neye inandığını bilse bu kadar kolay itikadı bozulur mu Allah aşkına?
Yukardaki birçok örnekte görüleceği gibi ‘İtikat’ çok sihirli bir kelime. Eğer birilerini dışlamak, bir şeyi cüzzamlı gibi göstermek istiyorsanız yapmanız gereken tek şey ‘aman ona yaklaşma itikadın bozulur’ cümlesini kullanmak. Halbuki biz müslümanlar sorgulayan, aklını kullanan bir yaratılışa inandığımızı iddia ederiz. Eğer farklı kaynakları okumazsak, farklı görüşleri dinlemezsek doğru yolda olduğumuzu hak üzere olduğumuzu nasıl bileceğiz? Eğer bir kişinin itikadı bu kadar çabuk bozuluyorsa o kişinin daha çok Kur’an’ı okuyup özümsemesi ve kendisin dini bilgisini daha fazla arttırması gerekir öncelikle."
Hilal Kaplan - Sabah
"Katar'ın kolları sıvadığı ve yeni bir film için 1 milyar doları gözden çıkardığı söylentiler arasında. Libyalı Kaddafi Suriyeli Akkad'a Çağrı'yı, İran Mecidi'ye Allah'ın Elçisi'ni yaptırdı. Biz ne yapıyoruz? Filmin 'tehlikelerine' dair ateşli tartışmalar... Aferin bize. "Hz. Peygamber'in (s.a.v.) hayatına dair görsel çalışma" demişken, bir kısım beni tekfir edip kendileri dinden çıkmadan söyleyeyim: Efendimiz'in (s.a.v.) değil saçının veya elinin gösterilmesi, silüetinin dahi gösterilmesine karşıyım. Kaldı ki, olası bir filmin mesajının esas gücünü bu temsil edilemezlikten alacağına inanıyorum. Nitekim Çağrı'da buna şahit olduk. Mekke ahalisi, inananları taş yağmuruna tuttuğunda, bir yandan o taşların altında olmayı arzu ederken, diğer yandan "Peygamber'i koruyun" diye siper olan sahabenin gözlerindeki endişede gördük O'nu... Ya da "Tala'al Badru 'Aleyna" diye O'nu karşılayan Medine halkının gözlerindeki yürek kabartan neş'ede gördük."
Mustafa Kasadar – Milli Gazete
Allah Resulünün tasvir edilmesinin yasak olmasındaki en büyük etken elbette ki İslam toplumunu şirke bulaşmaktan korumaktır. Nitekim Allah Resulünün bizzat kendisi “Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı yücelttikleri gibi siz de beni yüceltmeyiniz. Ben ancak Allah’ın kuluyum. (Benim için) Allah’ın kulu ve elçisi deyiniz.” Buyurmuştur.
Öte yandan yeryüzünde ilk şirk hadisesi İdris (a.s.)’ın vefatından sonra nasıl ortaya çıktığı asla unutulmamalıdır. İdris (a.s.)’ın vefat etmesi üzerine onun yolunu bazı sâlih kişiler sürdürdüler. Nihayet onlarda birer birer dünyayı terk ettiler. Bu sâlih kişilerin vefatlarının ardından onları hatırlamak ve nasihatlerini unutmamak isteyen bazı kişiler, onların hatıralarını canlı tutma ve bu şekilde hak yoldan sapmama adına -yani şirk maksatlı değil- onların küçük birer heykellerini yaparak evlerine koydular. Bu heykelleri yapan nesilde vefat edince onların arkasından gelen nesiller “bu heykeller herhalde atalarımızın tanrılarıdır” diyerek onlara tapınmaya başladılar. İşte böylece başlangıçta ferdi olarak başlayan şirk koşma hadisesi ilerleyen süreçte toplumsallaştı. (Bkz. Dr. Nadim Macit, Kur’an Ve Sünnete Göre Şirk Ve Müşrik Toplum)