Medyanın İslam düşmanlığındaki etkinliği gündemdeki yerini koruyor. Siyonist İsrail’in 7 Ekim’den itibaren artan katliam ve soykırımına karşılık Filistin’de gösterilen güçlü direniş, Batı medyasında İslam karşıtlığına zemin oluşturmak için kullanılıyor. Direniş ve kıyam hareketi Hamas’ın terör örgütü DEAŞ ile ilişkilendirmesi, bunlardan yalnızca biri. Batı medyasının kullandığı imge ve söylemlerle Siyonist İsrail’in soykırımlarına meşruiyet kazandırılmak isteniyor. Yaşanan bu gelişmeler, 4. Uluslararası Medya ve İslamofobi Forumu’nda da ayrıntılarıyla dile getirildi.
“Küresel ve Yerel Boyutlarıyla İslamofobi” temasıyla düzenlenen forum, 14 Mart'ta Ankara ATO Congressium’da gerçekleştirildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, İletişim Başkanlığı, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, Ankara Bilim Üniversitesi, Erciyes Üniversitesi, SETA, Türk Telekom ve Halkbank’ın paydaşı olduğu foruma çok sayıda izleyici katıldı.
Forumun açılış programında RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Dr. Batuhan Mumcu, SETA Genel Koordinatörü Prof. Dr. Buhranettin Duran ve Ankara Bliim Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yavuz Demir konuşma yaptı.
Forumun açılışında konuşan RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin, Fransız Liberation Gazetesi’nin yayınladığı “Gazze'de Ramazan” karikatürünü hatırlatarak Müslümanların sistematik nefret söylemleri ve dezenformasyonla ötekileştirildiğini vurguladı. Şahin şunları söyledi:
“Teknolojik imkanlarla gelişen medya, sosyal mecraların da hayatımızda fazlaca yer etmesiyle insanların algı ve düşüncelerini etkileyerek davranışlarını değiştirebilme gücünü artırdı. Dünyada İslam'a ve Müslümanlara yönelik olumsuz algı ve davranışların oluşturulmasında ve yaygınlaştırılmasında en büyük rolü ise medya oynuyor. İslam düşmanı çevreler, dijital alanı aktif bir şekilde kullanarak nefret, ırkçılık gündemlerini daha kolay yayar hale geldi. Batı medyası karşısında İslam coğrafyasının medyası olarak bizlere çok hayati görevler düşüyor. Basın alanında uluslararası iş birliklerimizi geliştirmeliyiz. İslam ile alakalı yanlış algılamaların önüne geçebilecek, hakikati anlatacak ve anlık refleks gösteren yeni bir medya düzeni oluşturmak şarttır. Dünyaya İslam'ın değil, İslam düşmanlığının küresel bir tehdit olduğunu anlatmalıyız."
ültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Dr. Batuhan Mumcu da, Batı medyasının İsrail lehine yanlı tutumunu eleştirdi. İsrail-Filistin çatışmasının siyasi bir mesele olmaktan çıkıp kültürel ve dinî bir boyut kazandığını söyleyen Mumcu, “Ancak bu çatışmaları Batı medyasının İslamofobik bir bakış açısıyla ele alması, tarafsız ve objektif habercilik ilkelerine aykırı bir tutum sergilemektedir. Batı medyasının bu yanlış yaklaşımı, hem gerçekleri çarpıtmakta hem de çatışmanın daha da derinleşmesine ve barışın uzaklaşmasına neden olmaktadır.” dedi. Bakan Yardımcısı Mumcu şöyle devam etti:
“Batı medyasının büyük çoğunluğu, İsrail tarafını haklı göstermek için Filistinlileri sürekli olarak "radikal İslamcılar" veya "terörist gruplar" olarak etiketlemekte ve bu şekilde onları insanlık dışı göstermektedir. Oysa ki Filistinlilerin çoğu sıradan insanlardır ve hak arayışları adil bir şekilde sunulmadığında radikalleşmeye itilmektedirler.”
Forumun açılış töreninde konuşan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, medyanın gündem belirlemedeki gücüne atıfta bulunarak basmakalıp düşüncelerden çok sayıda insanın etkilendiğini, yapay korku ve nefret söylemleriyle ayrımcılık ve kültürel ırkçılığın alabildiğine körüklendiğini, bütün Müslümanlara karşı düşmanca tavırlar sergilendiğini ifade etti. Geleneksel medya ile yeni medyadaki İslamofobik söyleme temas eden Başkan Erbaş konuşmasında şunları ifade etti:
“Kültürel ırkçılık ekseninde, kendini eşsizleştiren Batı’da süregelen ayrımcılık, psikolojik baskı ve fiziksel saldırı olaylarında ise medya büyük rol oynamaktadır. Bir sanal korku mekanizması haline getirilen medya vasıtasıyla çarpıtılmış imajı çerçevesinde Müslümanlara karşı yürütülen ötekileştirici ve ırkçı faaliyetler hız kesmeden sürdürülmektedir. Bilişim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler sayesinde medya algı ve imaj oluşturmada ya da algı ve düşüncelerin değiştirilmesinde önemli roller üstlenebilecek bir potansiyel elde etmiştir. Nitekim bugün medya araçları vasıtasıyla gündemler belirlenebilmekte, yeni kavramlar üretilebilmekte, bu kavramlara yeni anlamlar yüklenebilmektedir. Kavramlar üzerinden oluşturulan algıyla da İslam dini ve Müslümanlar küresel ölçekte mahkûm edilmeye çalışılmaktadır. Medya bugün Batı dünyasında İslam’a ve Müslümanlara yönelik nefret söylemlerinin, olumsuz algı ve davranışlarının üretilmesinde ve yaygınlaştırılmasında en etkin faktörlerden birisidir. Günümüzde artık sanal dünyanın moderatörleri, bu şiddeti canlı ve etkili kılmak için internet ve sosyal medyayı dinamik bir şekilde kullanmaktadır.”
Açılış programının ardından forumunun birinci oturumunda küresel boyutlarıyla İslamofobi konuşuldu. RTÜK Başkan Yardımcısı Deniz Güler’in moderatörlük yaptığı oturumda Filistin Ankara Büyükelçisi Dr. Faed Halid Abd Mustafa, Tulane Üniversitesi’nden Prof. Dr. Raymond Taras ve Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof. Dr. İhsan Çapcıoğlu değerlendirmelerini aktardı.
Deniz Güler, yeni nesil ırkçılık olarak inşa edilen İslam karşıtlığının günümüzde küresel bir sorun geldiğini ve tek boyuta indirgenmemesi gerektiğini vurguladı. İslam karşıtlığıyla mücadelede yeni yol ve yöntemlere ihtiyaç bulunduğunu ifade eden Güler şöyle konuştu:
“Gazze’de dünyanın son zamanlarda şahit olduğu en büyük insanlık dramlarından biri yaşanırken bu saldırıların ardından tüm dünyada İslam ve Müslümanlık karşıtı nefret söylemlerinde de şiddetli bir artış olmuştur. Hiç şüphesiz Türkiye, küresel düzeyde İslam düşmanlığıyla mücadelede sorumluluk alarak öncü bir rol üstleniyor olsa da böylesi bir tabloda, İslamofobi ve İslam düşmanlığına karşı uluslararası ve çok boyutlu bir mücadeleye ihtiyaç duyulmaktadır. İslam karşıtı bakış açısının, söylemlerin ve politikaların oluşmasında şüphesiz medyanın büyük bir etkisi ve rolü bulunmaktadır. Yaşanan birçok acı tecrübeye rağmen hem geleneksel hem de sosyal medyada ne yazık ki hala İslam karşıtı dezenformasyon ve Müslümanlara yönelik nefret dolu ifadelerle sıklıkla karşılaşmaktayız.”
Büyükelçi Faed Mustafa Batı medyasının Filistin’deki zulmü çarpıttığını ifade ederek şöyle konuştu:
“Batı medyası Filistin halkının Siyonist İsrail’e karşı duruşunu bir terör hareketi olarak aktardı ve İslamofobiyi kışkırtmaya çalıştılar. Hamas’ın DAEŞ’in bir kolu olduğunu söylediler. Hamas’ı yok etmek için bütün dünyadan destek istediler. Aynı zamanda Müslümanlarla Filistin arasına da mesafe koymaya çalıştılar. Batı medyası Gazze’de yaşananları “Müslüman-Yahudi” savaşı gibi aktardı. Ama böyle değil. Filistin’de yaşanan savaş “mazlum-zalim” savaşıdır. Gazze’de yaşayanlar Müslüman değil de, Yahudi olsalardı ya da Hıristiyan olsalardı, böyle mi yapacaklardı? Dünyada çifte standart var. Dünya iki yüzlü davranıyor. Filistin topraklarındaki Siyonist rejim, zalim bir rejimdir. Ortada apaçık bir zalim var. Ama ona destek olanlar bulunuyor. Biz Filistinliler olarak haklarımızdan asla vazgeçmeyeceğiz.
Faed Mustafa, Türkiye’deki medya kuruluşlarının Filistin’de yaşanan zulmü doğru bir şekilde aktardığına değinerek “Türkiye’de yapılanlar bizim için önemli. Ancak bunların sınırlı kalmaması gerekiyor. Uluslararası kuruluşlarda da bunun anlatılması gerekiyor. Ülkelerin medya kuruluşları arasında işbirliği yapılması gerekiyor. Ortaklaşa çaba sarf etmek gerekiyor.” dedi.
Tulane University’den Prof. Dr. Raymond Taras, 2500 yıl önce bir Yunan felsefecinin kitabındaki korku tiplerini dile getirerek söze başladı. Bunları teos, fobos, hipopsiya ve anksiya olarak zikreden Taras, hipopsiya’nın gelecekte olabilecek muhtemel şeylerin endişesi olduğunu aktardı. Birçok yerde hipopsiya olduğunu hatırlatan Taras, Batıda nefret söyleminin kontrol dışına çıktığını ve inanılmaz boyutlara ulaştığını belirtti.
Birinci oturumun son konuşmacısı Prof. Dr. İhsan Çapcıoğlu, İslamofobinin kavramsal analiziyle birlikte geleneksel medyadan dijital platformlara geçiş sürecine de vurgu yaparak şöyle konuştu:
"Öncelikle İslamofobinin bir nefret dili ürettiğini, bir karşıtlık üzerine inşa olduğunu ve bütün bunların esasında duygusal, sezgisel bir tepkiye dayalı olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Yani burada argümantatif bir dil varmış gibi görünse de esasında temel sebebin sosyolojik olduğunu, işin felsefesinin aslında temelden sorunlu olduğunu ve burada asıl özne olarak konumlandırılması gereken insanın da gittikçe silikleştirildiğini görüyoruz. Tabii bu insan Doğu’da ya da Batı’da dini, dili, ırkı, rengi, kültürü ne olursa olsun insan olmak bakımından ortaklığa sahip. Önce bunu kavramak ve bunun üzerinde düşünmek durumundayız. Ancak İslam ve Müslümanlar üzerine üretilen bu korku, hem irrasyonel hem temelsiz hem de felsefesi olmayan, esasında kolaylıkla yıkılabilecek bir korku gibi görünüyor bir taraftan baktığımızda. Ancak diğer taraftan bugün sosyal medya, yeni medya, genel olarak medya imkanlarının bu kadar yayılması, kolay erişilebiliyor olması ve her türlü paylaşımın kullanıcılar tarafından bu platformlarda zaman ve mekan kaydı olmaksızın her gün her saniye yapılabiliyor olması sorunu gittikçe içinden çıkılmaz ve karmaşık bir hale büründürüyor. Doğrusu burada bir nefret dili her geçen gün daha da yoğun şekilde kamuoyunun gündemine hem dijital platformlarda hem de gerçek hayatta geliyor. Peki İslamofobi ve İslamofoblar ne yapıyor derseniz, çoğunlukla işte bu nefret dilini ve baştan itibaren Müslümanları ve İslam’ı düşmanlıkla, şiddetle, terörle, geri kalmışlıkla ilişkilendiren dili her geçen gün daha çok kullanmaya devam ediyorlar ve burada bir özdeşlik ilişkisi, bir aile bağı sürekli kurulmaya çalışılıyor. Esasında görünen yüzüyle bir fiziksel şiddete konu oluyor gibi görünse de burada bir sembolik şiddetten bahsetmek mümkündür. Çünkü öteden beri özellikle Batı kamuoyunda Müslümanlar gündeme her gelişlerinde neredeyse her seferinde minare meselesi, kılık kıyafet sorunları, helal gıda meselesi, yani sosyal yaşamın hemen her alanındaki sosyal ilişki bağlamlarında sorunlu örneklerle gündeme taşınıyorlar ve bunlar üzerinden bir sembolik şiddetle bu nefret dili sürekli pekiştiriliyor ve keskinleştiriliyor. Sembolik şiddet boyutu kanaatimce son derece önemli, buna özellikle dikkat çekmek istiyorum. İslamofobi ana akım medya ve yeni medya kanallarında sürekli gündemde tutulan bir mesele ancak bir taraftan da yeni platformlar var biliyorsunuz. Yani internet tabanlı geleneksel medyanın yerine konumlanan dijital platformlar buralarda yayınlanan dizilerle, filmlerle, belgesellerle, birtakım içeriklerle yine toplumun gündeminde algı düzenekleri üzerinde bir Müslüman ya da İslam karşıtlığı ve düşmanlığı ve sonuçta bir nefret suçu gündeme taşınmaya devam ediyor. Bu açıdan baktığımızda üretilen imajlar, haberler, içerikler bir küresel sorun olarak İslamofobiyi konumlandırmayı zorunlu kılıyor. Evet bu sadece İslam dünyasının bir sorunu değil bütün dünyanın bir sorunudur. Çünkü bu sorunla başa çıkmadığımızda gerekli mücadele mekanizmalarını işler kılıp insanlık adına geciken tedbirleri almadığımızda her geçen gün daha da büyümeye devam ediyor."
Forumun ikinci oturumunda ise yerel boyutlarıyla İslamofobi üzerinde duruldu. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanı Prof. Dr. Uğur Ünal’ın moderatörlük yaptığı oturumda Büyükelçi Doç. Dr. Hasan Doğan, SETA Vakfı Dış Politika Kıdemli Araştırmacısı Prof. Dr. Muhittin Ataman ve International Balkan University’nden Prof. Dr. Shener Bilalli konuşma yaptı.