Mustafa Özen*
Televizyon izleme oranlarına, gazete ve internetten enformasyon edinmedeki maharetimize (!), mobil aygıtlar vasıtasıyla kullanımında artış gözlenen sosyal medya sitelerine, radyo dinleme oranlarımıza bakıldığında; modern hayatın merkezindeki bireylerin günün her anında reklama maruz kaldığı dikkate alındığında; medya ile ne kadar içli dışlı bir hayat tarzımızın bulunduğunu görmemek mümkün değil.
Ülkemizde yapılan araştırmalar da, hayatımızın medyalarla dolu olduğunu teyit eder düzeyde sonuçlara ulaşmış durumda. Hanelerin yüzde 60.8’inde 1 adet, yüzde 31’inde ise 2 adet televizyon bulunduğu[1]; on hanenin yedisinde internete erişim sağlandığı ve internetin kullanım amaçları arasında online haber, gazete ya da dergi okuma oranının yüksek[2]olduğu şeklindeki bulgular, medya ile kuşatılmış bir hayatın köşesinde değil, tam ortasında yer aldığımızı gösteriyor.
Bulguları da bir tarafa bırakarak yalnızca “Hayatımızdan çıktığı an, bazı şeylerin eksik kaldığı, boşluğunu hissettiğimiz şeyler nelerdir?” şeklindeki soruya vereceğimiz cevaplar arasında medyanın yer bulması dahi, durumu özetler niteliktedir.
Peki, bize bu kadar yakın, adeta bizimle yaşayan ve bizim dışımızdaki dünyayı bize tanıtan, anlatan, algılatan medya; artık, dinini yaşama gayretinde olan bireylerin “bilgi kaynağı” olarak gördüğü medya[3] hangi referans noktalarıyla bilgi/ içerik üretiyor? Medyanın mutfağında hazırlanarak kamuoyuna servis edilen ürünlerde (haber, belgesel, reklam vd.) ne tür unsurlar gözetiliyor? Kısacası medyanın sesini kimler belirliyor?
Medya etkisinin giderek arttığı dönemde yaşayan bireylerin medyanın genel yapısından, karakterinden, arka planından bîhaber yaşamasının olumsuzluklarını kısmen gündelik hayatta müşahede ediyoruz. Söz gelimi medyanın sunduğu bilgiyi, yorumu zaman zaman gerçekle eşdeğer görerek yanılabiliyor, olumsuz durumlara zemin hazırlayabiliyoruz.
Bu yanılgı, kimi zaman sadece şahsımızı kimi zaman da medyadan aldıklarımızla beslediğimiz insanları etkisi altına alabiliyor. Örnek verecek olursak, ekonomi-politik kaygılarla üretilmiş metinleri gerçekliğini tahlil etmeden kabullenmek, farkına varmasak da, bizi bir kusura sürükleyebiliyor. Medyadaki herhangi bir karalama kampanyasıyla karşılaştığımızda biz, salt “ekrana” gösterdiğimiz tepkiyle dahi kampanyanın aktif bir elemanı haline dönüşebiliyoruz. Böyle bir ortaklığa imkân vermemek, yanılgı zeminini güçlendirmemek üzere medyanın kimlerin sesi olduğunu, kimlerin sesini yükselttiğini, hangi sesleri kıstığını bilmek, medyatik dünyamızdaartık bir zarurettir.
Esasında “medya kimin sesi” sorusuna verilecek cevaplar, bakış açımızla bağlantılı olarak kişiye, duruma, içeriğe göre farklılık arz edebilir. Nasıl ki iletişim; psikoloji, toplumbilim, dilbilim, ekonomi, siyaset, tarih gibi alanlarla ilişkili disiplindir; aynı şekilde medyanın sesini de muhtelif etkenler belirlemektedir.
Çünkü iletişim süreçlerini, medya içeriklerini gerek ekonomik gerek siyasi gerekse kültürel dokuların herhangi birinden ayırmak mümkün değildir. Bununla birlikte iki unsuru yeterince tahlil edersek, medyanın kimin sesini yansıttığını bulmamız daha rahat olacaktır: Güç ve sermaye.
Baştan söylemek gerekir ki, medyanın sermaye ile olan ilişkisi, bugüne has bir durum değildir. Medya, düzenli bir etkinlik kazandığı ilk günlerde bile, ticari bir zeminde işlemektedir (Kaya, 2009, s. 17). Ancak özellikle son 20 yıldır medya, kendi başına değildir; sanayisi, finansı ve diğer sektörleri ile sinerjik alışverişte bulunan bir yapının parçası haline gelmiştir. Aynı zamanda, tekil bir grubun mülkiyetinde olsa da medya, yıllık 1 milyar dolarlık reklam desteği veren büyük sermaye fraksiyonları adına da kullanılan, bir hegemonya aracı, bir iktidar alanıdır. O nedenle medyayı mercek altına almak, aslında, farklı sermaye fraksiyonlarını ve onların farklılaşmış beklentilerini, programlarını mercek altına almak demektir (Sönmez, 2003: 10).
Özellikle, küresel düzeyde yayıncılık faaliyeti gösteren, medya faaliyetleri sayesinde milyonlarca insana ulaşma imkanına sahip olan uluslararası medya kuruluşları söz konusu olduğunda, hangi sesin üretildiği daha önemli hale gelmektedir. Çünkü, hakkı batıl, batılı hak gibi göstererek, algının gerçekliğin önüne geçmesini sağlama noktasında küresel medya organlarının maharetli olduğu, medya tarihi boyunca şahit olunan bir durum olmuştur.
Günümüzde örneğin İslamve Müslümanlara karşı olumsuz, ön yargılı bakış açısıyla bilinen Rupert Murdoch’un ideolojisi ve sahibi bulunduğu küresel medya organlarının söylemleri karşılaştırıldığında dikkate şayan sonuçları ortaya çıkarmaktadır:
murdoch 1980 yılında News Corporation’ı kurduktan sonra, 1981 yılında ünlü film yapımlarından 20th Century Fox’un yarı hissesini satın almıştır. Gazetecilik dışındaki medya alanlarına açılımını kendi ülkesi Avustralya’da başlatarak daha sonra İngiltere, ABD, Asya ülkelerinde faaliyetlerine başlamıştır. Henüz 1990’lı yılların başında Avustralya’da gazetelerin üçte ikisini denetimine alan Murdoch, İngiltere’de popüler basın alanında toplam tirajın % 40’ını elinde tutan bir güce yükselmiştir. Sadece, Amerika’daki New York Post, Wall Street Journal; İngiltere’deki The Sun, The Times; Avustralya’daki Daily Telegraph gibi güçlü gazetelerin Murdoch’un medya imparatorluğunun üyesi olması, etkisini göstermesi bakımından yeterlidir. 1986 yılında oluşturduğu Fox Broadcasting Company, ABD’deki hanelerin % 96’sına ulaşarak Amerika’nın dördüncü ulusal televizyon şebekesi haline gelmiştir. Murdoch ve ailesi 2007 yılının ilk çeyreğinde yaklaşık 28 milyar dolarlık bir ciro ve 47.300 çalışanı olan News Corporation’ıtümüyle kontrol etmektedir (Kaya, 2009: 162-169). Sahiplik yapısının günümüzde değiştiği de bilinmektedir.
Görüldüğü gibi Murdoch ve ailesi uluslararası bir medya imparatorluğunun başında bulunmaktadır.
Murdoch’tan bahsetmemizin, konumuz açısından ilgisi şurada yatıyor: Bilindiği gibi Murdoch, Charlie Hebdo olayından sonra "Müslümanların çoğunluğu barışsever olabilir ama içlerinde büyüyen Cihatçı kanserin farkına varıp ortadan kaldırılana dek onlar da sorumlu sayılmalıdır" anlamında bir cümle sarf etmiş, İslam’a ve Müslümanlara karşı tavrını ortaya koymuş, İslamofobik söylemin bünyesindeki varlığını bu sözlerle dile getirmişti. Bu söylem, Murdoch’a bağlı medya organlarında da kendini açık şekilde göstermiştir. Şöyle ki;
Think Progress internet sitesi Amerika’daki Fox News kanalının İslam ve Müslümanlardan korkulması gerektiğini üstü kapalı veya açık ifade etmek üzere dili nasıl manipüle ettiğini ve manipüle etme metotlarını detaylı bir incelemesini yayınlamıştır. Site, Kasım 2010 ve Ocak 2011 tarihleri arasında değişik televizyon programlarından derlediği malzemeleri kullanarak Fox News’ün Müslümanlarla ilgili olumsuz görüş yansıtan terimleri rakiplerinden daha fazla ve orantısız bir şekilde aktardığını grafiklerle göstermişti. Araştırmaya göre üç aylık periyottaFox News“şeriat” kelimesini 58 kere; “radikal İslam” veya “aşırılıkçı İslam” tabirlerini 107 kere; “cihad” kelimesini 65 kere haberlerinde kullanmıştı. Esasında, Fox News’ün bu terimleri kullanan haber kanallarının zirvesinde olması temel problem değildir. Esas problem, bu terimlerin kullanılış tarzıdır. Onlar, sıklıkla ya bir şiddet olayına karışmış veya Amerikan politik dokusuna nüfuz etmeye çalıştığı düşünülen ve şerir oldukları iddia edilen Müslümanlarla ilgili daha kapsamlı hikâyelerin bir parçasıydı (Lean, 2015, s. 125-128).
Bilindiği üzere, haberde kullanılan dil ve seçilen kelimeler, belirli ideolojilerin tahakkümüyle şekillenir. İslam karşıtlarının başında bulunduğu bir medya imparatorluğunda, haliyle İslam karşıtı haberler üretilir, bu söylem hâkim kılınmaya çalışılır. Yapılan başka bir araştırma da Fox’ta kimin sesini yükseltildiğini, kimin sesinin kısıldığına ilişkin veriler sunmaktadır. Yani medyanın İslam karşıtı tutumu, sadece içerik hazırlanmasında değil, konuk seçiminde de etkilidir. Media Metters, 13 Mayıs 2010’dan 12 Ağustos 2010’a kadar olan 91 günlük sürede FoxNews’ün programlarının Amerika’ya cami yapımı projesini tartışmak için en az 47 katılımcıyı ağırladığını ve bunların yüzde 75’inin cami yapımına karşı olduğunu göstermiştir. Fox’un haber yayınlarının incelenmesi bu zaman zarfındaki 47 konuktan sadece dokuzunun projeyi desteklediğini göstermektedir(Lean, 2015: 125).
Fox üzerinden yaptığımız bu değerlendirme, medyanın sesini belirleyen unsurun, sahiplik yapısı olduğunu, sermayenin medyanın sesini de belirlediğini göstermesi bakımından dikkate değer bir örnektir. Aynı sahiplik ve sermaye yapısının, Türkiye’de de faaliyet gösterdiğini de anımsayalım!
Medyanın sesi konusunda sermaye ve sahiplik yapısıyla birlikte şunu da eklemek gerekmektedir. Bilindiği gibi yatırım yapılan bir sektörde kâr oranı düşükse, girişimci yatırımını daha kârlı olduğunu gördüğü sektöre kaydıdır. Normalde, kural budur. Ancak kapitalizmin genel kuralı, söz konusu medya sektörü olduğunda her zaman geçerli olmaz. Çünkü medyanın, yatırım yapmış olana maddi kazancın dışında sunduğu başka faydalar da vardır. O da, kitlelere ulaşabilme, onlara istenen mesajı ulaştırabilme, etkileyebilme, bundan dolayı bir iktidarı, gücü kullanma, paylaşma, bu gücü rakiplerine, siyasi erke karşı gerektiğinde bir savunma ya da saldırı gücü olarak kullanabilme ihtimalidir. Yani örneğin, Türkiye’de medya sektörüne özellikle bir dönem egemen olan Doğan Grubu’nun medya ve medya dışı sektörlerle ilgili kârlılık oranları ile ilgili veriler bunu doğrular niteliktedir. Simge yayıncılık şirketleri (yazılı medyanın en büyükleri olan Hürriyet, Milliyet, Sabah ve Radikal’i yayımlıyordu) Türkiye’nin en büyük 500 sanayi firması arasında gösterilmekteydi. Bunların 2000’de ciroları 383 trilyon lira olarak açıklandı. Aynı yıl bu kuruluşların toplam kârı ise 22 trilyon olarak listelerde yer aldı. Bu, satış karlılığının yüzde 5,7 olması demektir. Yani, bu şirketler sattıkları her 100 liralık gazeteden sadece 6 lira kâr ettiklerini bildirmişlerdir. Aynı yıl 500 firmada sektörel olarak satış karlılık oranları şöyleydi: Madencilikte yüzde 15.7; kimyada yüzde 8.8; toprak sanayiinde yüzde 11.8; otomotivde yüzde 10; toplam sanayide 8.6. Durum kriz yılı 2001’de ise tam bir felakettir. Adı geçen yazılı medya şirketleri 2001’de 406 trilyon ciro bildirirken 188 trilyon da zarar gösterdiler. Yani her 100 liralık satıştan 46 lira zarar ettiklerini beyan ettiler. Öyleyken, büyük grupların medyaya ilgisinin neden kaynaklanıyor (Sönmez, 2003: 32, 39-40)? Bu sorunun yanıtını da kısaca kitlelere ulaşma gücü olarak değerlendirebiliriz.
Kaynakça
Kaya, A. R. (2009). İktidar Yumağı Medya - Sermaye - Devlet. Ankara: İmge Kitabevi.
Lean, N. (2015). İslamofobi Endüstrisi. (H. Gümüşsoy, Çev.) Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.
Sönmez, M. (2003). Filler ve Çimenler Medya ve Finans Sektöründe Doğan/Anti-Doğan Savaşı. İstanbul: İletişim Yayınları.
Bu yazı, Anadolu Gençlik Dergisinden iktibas edilmiştir.
Televizyon izleme oranlarına, gazete ve internetten enformasyon edinmedeki maharetimize (!), mobil aygıtlar vasıtasıyla kullanımında artış gözlenen sosyal medya sitelerine, radyo dinleme oranlarımıza bakıldığında; modern hayatın merkezindeki bireylerin günün her anında reklama maruz kaldığı dikkate alındığında; medya ile ne kadar içli dışlı bir hayat tarzımızın bulunduğunu görmemek mümkün değil.
Ülkemizde yapılan araştırmalar da, hayatımızın medyalarla dolu olduğunu teyit eder düzeyde sonuçlara ulaşmış durumda. Hanelerin yüzde 60.8’inde 1 adet, yüzde 31’inde ise 2 adet televizyon bulunduğu[1]; on hanenin yedisinde internete erişim sağlandığı ve internetin kullanım amaçları arasında online haber, gazete ya da dergi okuma oranının yüksek[2]olduğu şeklindeki bulgular, medya ile kuşatılmış bir hayatın köşesinde değil, tam ortasında yer aldığımızı gösteriyor.
Bulguları da bir tarafa bırakarak yalnızca “Hayatımızdan çıktığı an, bazı şeylerin eksik kaldığı, boşluğunu hissettiğimiz şeyler nelerdir?” şeklindeki soruya vereceğimiz cevaplar arasında medyanın yer bulması dahi, durumu özetler niteliktedir.
Peki, bize bu kadar yakın, adeta bizimle yaşayan ve bizim dışımızdaki dünyayı bize tanıtan, anlatan, algılatan medya; artık, dinini yaşama gayretinde olan bireylerin “bilgi kaynağı” olarak gördüğü medya[3] hangi referans noktalarıyla bilgi/ içerik üretiyor? Medyanın mutfağında hazırlanarak kamuoyuna servis edilen ürünlerde (haber, belgesel, reklam vd.) ne tür unsurlar gözetiliyor? Kısacası medyanın sesini kimler belirliyor?
Medya etkisinin giderek arttığı dönemde yaşayan bireylerin medyanın genel yapısından, karakterinden, arka planından bîhaber yaşamasının olumsuzluklarını kısmen gündelik hayatta müşahede ediyoruz. Söz gelimi medyanın sunduğu bilgiyi, yorumu zaman zaman gerçekle eşdeğer görerek yanılabiliyor, olumsuz durumlara zemin hazırlayabiliyoruz.
Bu yanılgı, kimi zaman sadece şahsımızı kimi zaman da medyadan aldıklarımızla beslediğimiz insanları etkisi altına alabiliyor. Örnek verecek olursak, ekonomi-politik kaygılarla üretilmiş metinleri gerçekliğini tahlil etmeden kabullenmek, farkına varmasak da, bizi bir kusura sürükleyebiliyor. Medyadaki herhangi bir karalama kampanyasıyla karşılaştığımızda biz, salt “ekrana” gösterdiğimiz tepkiyle dahi kampanyanın aktif bir elemanı haline dönüşebiliyoruz. Böyle bir ortaklığa imkân vermemek, yanılgı zeminini güçlendirmemek üzere medyanın kimlerin sesi olduğunu, kimlerin sesini yükselttiğini, hangi sesleri kıstığını bilmek, medyatik dünyamızdaartık bir zarurettir.
Esasında “medya kimin sesi” sorusuna verilecek cevaplar, bakış açımızla bağlantılı olarak kişiye, duruma, içeriğe göre farklılık arz edebilir. Nasıl ki iletişim; psikoloji, toplumbilim, dilbilim, ekonomi, siyaset, tarih gibi alanlarla ilişkili disiplindir; aynı şekilde medyanın sesini de muhtelif etkenler belirlemektedir.
Çünkü iletişim süreçlerini, medya içeriklerini gerek ekonomik gerek siyasi gerekse kültürel dokuların herhangi birinden ayırmak mümkün değildir. Bununla birlikte iki unsuru yeterince tahlil edersek, medyanın kimin sesini yansıttığını bulmamız daha rahat olacaktır: Güç ve sermaye.
Baştan söylemek gerekir ki, medyanın sermaye ile olan ilişkisi, bugüne has bir durum değildir. Medya, düzenli bir etkinlik kazandığı ilk günlerde bile, ticari bir zeminde işlemektedir (Kaya, 2009, s. 17). Ancak özellikle son 20 yıldır medya, kendi başına değildir; sanayisi, finansı ve diğer sektörleri ile sinerjik alışverişte bulunan bir yapının parçası haline gelmiştir. Aynı zamanda, tekil bir grubun mülkiyetinde olsa da medya, yıllık 1 milyar dolarlık reklam desteği veren büyük sermaye fraksiyonları adına da kullanılan, bir hegemonya aracı, bir iktidar alanıdır. O nedenle medyayı mercek altına almak, aslında, farklı sermaye fraksiyonlarını ve onların farklılaşmış beklentilerini, programlarını mercek altına almak demektir (Sönmez, 2003: 10).
Özellikle, küresel düzeyde yayıncılık faaliyeti gösteren, medya faaliyetleri sayesinde milyonlarca insana ulaşma imkanına sahip olan uluslararası medya kuruluşları söz konusu olduğunda, hangi sesin üretildiği daha önemli hale gelmektedir. Çünkü, hakkı batıl, batılı hak gibi göstererek, algının gerçekliğin önüne geçmesini sağlama noktasında küresel medya organlarının maharetli olduğu, medya tarihi boyunca şahit olunan bir durum olmuştur.
Günümüzde örneğin İslamve Müslümanlara karşı olumsuz, ön yargılı bakış açısıyla bilinen Rupert Murdoch’un ideolojisi ve sahibi bulunduğu küresel medya organlarının söylemleri karşılaştırıldığında dikkate şayan sonuçları ortaya çıkarmaktadır:
murdoch 1980 yılında News Corporation’ı kurduktan sonra, 1981 yılında ünlü film yapımlarından 20th Century Fox’un yarı hissesini satın almıştır. Gazetecilik dışındaki medya alanlarına açılımını kendi ülkesi Avustralya’da başlatarak daha sonra İngiltere, ABD, Asya ülkelerinde faaliyetlerine başlamıştır. Henüz 1990’lı yılların başında Avustralya’da gazetelerin üçte ikisini denetimine alan Murdoch, İngiltere’de popüler basın alanında toplam tirajın % 40’ını elinde tutan bir güce yükselmiştir. Sadece, Amerika’daki New York Post, Wall Street Journal; İngiltere’deki The Sun, The Times; Avustralya’daki Daily Telegraph gibi güçlü gazetelerin Murdoch’un medya imparatorluğunun üyesi olması, etkisini göstermesi bakımından yeterlidir. 1986 yılında oluşturduğu Fox Broadcasting Company, ABD’deki hanelerin % 96’sına ulaşarak Amerika’nın dördüncü ulusal televizyon şebekesi haline gelmiştir. Murdoch ve ailesi 2007 yılının ilk çeyreğinde yaklaşık 28 milyar dolarlık bir ciro ve 47.300 çalışanı olan News Corporation’ıtümüyle kontrol etmektedir (Kaya, 2009: 162-169). Sahiplik yapısının günümüzde değiştiği de bilinmektedir.
Görüldüğü gibi Murdoch ve ailesi uluslararası bir medya imparatorluğunun başında bulunmaktadır.
Murdoch’tan bahsetmemizin, konumuz açısından ilgisi şurada yatıyor: Bilindiği gibi Murdoch, Charlie Hebdo olayından sonra "Müslümanların çoğunluğu barışsever olabilir ama içlerinde büyüyen Cihatçı kanserin farkına varıp ortadan kaldırılana dek onlar da sorumlu sayılmalıdır" anlamında bir cümle sarf etmiş, İslam’a ve Müslümanlara karşı tavrını ortaya koymuş, İslamofobik söylemin bünyesindeki varlığını bu sözlerle dile getirmişti. Bu söylem, Murdoch’a bağlı medya organlarında da kendini açık şekilde göstermiştir. Şöyle ki;
Think Progress internet sitesi Amerika’daki Fox News kanalının İslam ve Müslümanlardan korkulması gerektiğini üstü kapalı veya açık ifade etmek üzere dili nasıl manipüle ettiğini ve manipüle etme metotlarını detaylı bir incelemesini yayınlamıştır. Site, Kasım 2010 ve Ocak 2011 tarihleri arasında değişik televizyon programlarından derlediği malzemeleri kullanarak Fox News’ün Müslümanlarla ilgili olumsuz görüş yansıtan terimleri rakiplerinden daha fazla ve orantısız bir şekilde aktardığını grafiklerle göstermişti. Araştırmaya göre üç aylık periyottaFox News“şeriat” kelimesini 58 kere; “radikal İslam” veya “aşırılıkçı İslam” tabirlerini 107 kere; “cihad” kelimesini 65 kere haberlerinde kullanmıştı. Esasında, Fox News’ün bu terimleri kullanan haber kanallarının zirvesinde olması temel problem değildir. Esas problem, bu terimlerin kullanılış tarzıdır. Onlar, sıklıkla ya bir şiddet olayına karışmış veya Amerikan politik dokusuna nüfuz etmeye çalıştığı düşünülen ve şerir oldukları iddia edilen Müslümanlarla ilgili daha kapsamlı hikâyelerin bir parçasıydı (Lean, 2015, s. 125-128).
Bilindiği üzere, haberde kullanılan dil ve seçilen kelimeler, belirli ideolojilerin tahakkümüyle şekillenir. İslam karşıtlarının başında bulunduğu bir medya imparatorluğunda, haliyle İslam karşıtı haberler üretilir, bu söylem hâkim kılınmaya çalışılır. Yapılan başka bir araştırma da Fox’ta kimin sesini yükseltildiğini, kimin sesinin kısıldığına ilişkin veriler sunmaktadır. Yani medyanın İslam karşıtı tutumu, sadece içerik hazırlanmasında değil, konuk seçiminde de etkilidir. Media Metters, 13 Mayıs 2010’dan 12 Ağustos 2010’a kadar olan 91 günlük sürede FoxNews’ün programlarının Amerika’ya cami yapımı projesini tartışmak için en az 47 katılımcıyı ağırladığını ve bunların yüzde 75’inin cami yapımına karşı olduğunu göstermiştir. Fox’un haber yayınlarının incelenmesi bu zaman zarfındaki 47 konuktan sadece dokuzunun projeyi desteklediğini göstermektedir(Lean, 2015: 125).
Fox üzerinden yaptığımız bu değerlendirme, medyanın sesini belirleyen unsurun, sahiplik yapısı olduğunu, sermayenin medyanın sesini de belirlediğini göstermesi bakımından dikkate değer bir örnektir. Aynı sahiplik ve sermaye yapısının, Türkiye’de de faaliyet gösterdiğini de anımsayalım!
Medyanın sesi konusunda sermaye ve sahiplik yapısıyla birlikte şunu da eklemek gerekmektedir. Bilindiği gibi yatırım yapılan bir sektörde kâr oranı düşükse, girişimci yatırımını daha kârlı olduğunu gördüğü sektöre kaydıdır. Normalde, kural budur. Ancak kapitalizmin genel kuralı, söz konusu medya sektörü olduğunda her zaman geçerli olmaz. Çünkü medyanın, yatırım yapmış olana maddi kazancın dışında sunduğu başka faydalar da vardır. O da, kitlelere ulaşabilme, onlara istenen mesajı ulaştırabilme, etkileyebilme, bundan dolayı bir iktidarı, gücü kullanma, paylaşma, bu gücü rakiplerine, siyasi erke karşı gerektiğinde bir savunma ya da saldırı gücü olarak kullanabilme ihtimalidir. Yani örneğin, Türkiye’de medya sektörüne özellikle bir dönem egemen olan Doğan Grubu’nun medya ve medya dışı sektörlerle ilgili kârlılık oranları ile ilgili veriler bunu doğrular niteliktedir. Simge yayıncılık şirketleri (yazılı medyanın en büyükleri olan Hürriyet, Milliyet, Sabah ve Radikal’i yayımlıyordu) Türkiye’nin en büyük 500 sanayi firması arasında gösterilmekteydi. Bunların 2000’de ciroları 383 trilyon lira olarak açıklandı. Aynı yıl bu kuruluşların toplam kârı ise 22 trilyon olarak listelerde yer aldı. Bu, satış karlılığının yüzde 5,7 olması demektir. Yani, bu şirketler sattıkları her 100 liralık gazeteden sadece 6 lira kâr ettiklerini bildirmişlerdir. Aynı yıl 500 firmada sektörel olarak satış karlılık oranları şöyleydi: Madencilikte yüzde 15.7; kimyada yüzde 8.8; toprak sanayiinde yüzde 11.8; otomotivde yüzde 10; toplam sanayide 8.6. Durum kriz yılı 2001’de ise tam bir felakettir. Adı geçen yazılı medya şirketleri 2001’de 406 trilyon ciro bildirirken 188 trilyon da zarar gösterdiler. Yani her 100 liralık satıştan 46 lira zarar ettiklerini beyan ettiler. Öyleyken, büyük grupların medyaya ilgisinin neden kaynaklanıyor (Sönmez, 2003: 32, 39-40)? Bu sorunun yanıtını da kısaca kitlelere ulaşma gücü olarak değerlendirebiliriz.
Kaynakça
Kaya, A. R. (2009). İktidar Yumağı Medya - Sermaye - Devlet. Ankara: İmge Kitabevi.
Lean, N. (2015). İslamofobi Endüstrisi. (H. Gümüşsoy, Çev.) Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.
Sönmez, M. (2003). Filler ve Çimenler Medya ve Finans Sektöründe Doğan/Anti-Doğan Savaşı. İstanbul: İletişim Yayınları.
Bu yazı, Anadolu Gençlik Dergisinden iktibas edilmiştir.