Yılmaz, yaygın medyanın din ile problemi olduğunu ifade etti; medyada dini kavramların, manevi değerlerin hoyratça kullanıldığını kaydetti. İslami kavramlar ve değerler konusundaki hatalara temas eden Yılmaz, diğer yandan İslamî medya kuruluşlarının da “ilkeler” üzerine değil “kişiler” üzerine yayın yaptığını söyledi. Justin Bieber’in ayağı burkulduğunda haber olurken, İslam dünyasında zulme uğrayan Müslümanlar hakkında tek satır yazılmadığını vurgulayan Yılmaz, bunların tesadüfi şeyler olmadığını, belli bir plan dahilinde yürüdüğünü dile getirdi. Yılmaz ayrıca medyada nefret söylemi araştırmasıyla ilgili olarak da “Mazlumun yanında yer almak nefret suçuysa, biz suçu kabul ederiz” değerlendirmesinde bulundu.
“Yaygın medyanın dini değerlerle problemi var.”
Medya araştırmaları, medyanın siyasi, ekonomik, kültürel, bireysel ve toplumsal etkilerle yayın politikası belirlediğini ortaya koyuyor. İslam dini bağlamında düşünecek olursak, medya üzerinde “din” olgusunun ne ölçüde etkisi vardır?
Bizim yaygın medyamızın dinle ve dini değerlerle problemi vardır. Örneğin hiçbir Yeşilçam filmi yoktur ki, hocalara sahtekâr rolü verilmemiş olsun. TV dizilerine dikkat edin. Dindar rolü verilen tiplerin, imamların, hocaların tamamı para düşkünü, hatta uçkur düşkünü gösterilir. Bütün dizilerde, bütün sakallılar sahtekardır. Bunlar tesadüf değildir.İçki dinen haram olduğu halde, bütün TV dizilerinde mutlaka bir içki sahnesinin olması tesadüf değildir.Zina haram olduğu halde, her dizi de mutlaka gayrimeşru bir ilişki olması tesadüf değildir.Bütün dizilerde, başı kapalı kadınların hizmetçiyi oynaması tesadüf değildir.
Yaygın medyamızın dinle problemi vardır. Ve bu problem sadece cahillikle, dini değerlere uzaklıkla açıklanamaz. Bu bir projedir. Bu milleti dininden, değerlerinden, hassasiyetlerinden uzaklaştırma projesidir.
“İslami kavramlar ve değerler hoyratça kullanılıyor, içi boşaltılıyor.”
Medya çalışanlarının bazılarının dini literatüre yeterince hakim olmadığını görüyoruz. Yakın zamanda “Cuma namazından sonra verilen hutbede…“ gibi, namaz ve hutbenin zamanından haberdar olmayan bir örneğe şahit olduk. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Bu konuda gerçekten onlarca trajikomik örnek saymak mümkün. Mesela daha birkaç gün önce, Türkiye’nin en çok satan gazetelerinden birinde gördüm. Çanakkale ile ilgili bir haberdi. Malum bu aralar pek moda. Batılılara şirin görünme adına, bir sürü abuk sabuk program yapılıyor. Bu programların en dramatikleri de Çanakkale’de yapılanlar. Artık moda oldu, her yıl Anzaklar geliyor, yiyor, içiyor, biralarını içip gidiyorlar. Bizim medyamızda bunları ballandıra ballandıra haber yapıyor.
Yahu o savaşta bizim 250 bin insanımız şehit oldu. 1915 yılında Çanakkale direnişi yüzünden bizim birçok lisemiz mezun veremedi. Bir nesil yok edildi. Neden? İngilizlerin ve onların sömürgelerinin, İstanbul’u işgal etme hevesi yüzünden. Şimdi birlikte içki içip Çanakkale anılıyor. Böyle şey olmaz. Ama asıl mesele bu değil. İşte o programlardan birini, en çok satan gazetelerden biri haber yapmış. Haberdeki cümle aynen şöyle, “Çanakkale’de şehit düşen Anzak askerlerinin torunları, dedelerini andı.”
Ne demek şimdi bu. Çanakkale’de ölen Anzak askerleri “şehit” ise, bizim dedelerimiz ne oluyor!
Tabii bunu sadece cahillik olarak değerlendirmek mümkün mü bilmiyorum. Türk medyası Levantenlerin kontrolündedir. Bu yüzden İslami kavramlar bilinçli olarak iğdiş ediliyor bence. Yani içleri boşaltılıyor. Bu bence bilinçli bir tercih. Lozan’dan sonra, Anadolu insanını İslami hassasiyetlerden, manevi değerlerden uzaklaştırılmasına karar verildi. Bu plan çerçevesinde İslami kavramlar, manevi değerler hoyratça kullanılıyor ve içi boşaltılıyor.
“İslami medya, değerler üzerinden değil kişiler üzerinden yayın yapıyor.”
Medya, Müslüman toplumlar tarafından etkin ve verimli bir şekilde kullanılabiliyor mu?
Maalesef hayır. İslami medya, değerler üzerinden değil kişiler üzerinden yayın yapıyor. Oysa kişiler geçidir. Önemli olan ilkeler üzerinden bir duruş ortaya koyabilmektir. Nitekim bugün kendisini muhafazakar medya olarak tanımlayan bir çok gazete, televizyon var. Ama aralarında uçuruma varan anlayış farkı var. Birinin ak dediğine öbürü kara diyor. Çünkü ilkelere göre davranılmıyor.
“İslami sermaye, medya konusunda iyi bir sınav veremedi.”
Muhafazakar medyanın bir açmazı da şudur: Dönüştürmek yerine dönüşmüştür. Değiştirmek yerine değişmiştir. Mesela ilk kurulurken, kadın sesi haram mı helal mi tartışması yapan medya patronları, bugün sayfalar dolusu kadın reklamı yayınlamaktadır. Faiz gibi çok temel bir konuda bile değişmiş, dönüşmüş, diğer medyadan hiçbir farkı kalmamıştır. Daha vahimi birçok şeyi meşrulaştırmıştır. Bu yüzden İslami sermaye birçok konuda olduğu gibi medya konusunda da iyi bir sınav verememiştir.
“Değişirseniz çok satarsınız diyenler var.”
Dini içerikli makale ve haberlere, gazetenizde sıklıkla rastlanıyor. Bu konuda nasıl tepkiler alıyorsunuz? Olumsuz tepkiler geliyor mu?
Milli Gazete gerçekten bu anlamda direnmeyi sürdüren birkaç nadir medya organından biridir. Hassasiyetlerini koruyan, 42 yıl önce kurulurken ne dediyse, bugünde aynı noktada duran bir gazete. Zaten bu duruş nedeniyle, görüş olarak benimsemese de, muarızlarının bile Milli Gazete’ye saygı duyduğunu biliyorum. Tabii, bize de biraz değişin, esneyin diyenler olmuyor değil. Değişirseniz daha çok satarsınız diyenler var elbette. Ama biz değişmeye değil değiştirmeye kararlıyız inşallah.
Justin Bieber, zulme uğrayan Müslüman çocuklardan daha mı değerli?
Dünyanın pek çok ülkesinde, Müslümanlar, dinleri nedeniyle zulme uğruyorlar. Türk medyasına bakıldığında, yaşanan zulmün yeterince yansıdığını düşünüyor musunuz?
Kesinlikle yansımıyor. Hatta şöyle söyleyebilirim; bizim özellikle yaygın medyamızda, Norveç’tdeki fok balıklarının yaşam hakkı, Mali’deki Müslüman çocukların yaşam hakkından çok daha fazla yer bulur. Justin Bieber’in ayağı burkulsa haber olur. Ama Afrika’daki Müslüman soykırımı tek satır girmez. Fok balıklarına daha çok ağlarlar. Ölen Müslümanlar ise istatistiki bir rakamdan öteye geçemez.
Bakın ben size ilginç bir örnek vereyim. Hepiniz, hatırlarsınız, Amerika’nın birinci körfez harekatında petrole bulanmış bir ördek, Irak’ta ölen yüzbinlerce masum çocuktan daha fazla haber olmuştur.
Daha dramatiği, medyanın insan zihni üzerindeki etkisi nedeniyle, insanlar, o ördeğe, ölen çocuklardan daha çok ağlamıştır. Bunlar tesadüfi şeyler değil. Hepsi belli bir plan dahilinde yürüyor.
Hem Türkiye’de, hem de küresel medya organlarında neyin konuşulması değil, neyin konuşulmaması gerektiği gösterilir. Bu yüzden asıl konuşulması gerekenlerden tek satır yazmazlar. Ama ne kadar abuk sabuk şey varsa milletin önüne konur. Millet meşgul edilir.
“Mazlumun yanında yer almak nefret suçuysa, biz bu suçu kabul ederiz.”
Nefret söylemiyle ilgili bir araştırmada, muhafazakar medya organlarının diğer dinler bağlamında bu söylemi yaygınlaştıran içerikler sunduğu bilgisi yer almıştı? Bu konuda değerlendirmenizi alabilir miyiz?
Araştırmayı kimin yaptığına bakmak lazım. Eğer, İsrail’in değil, sapanla direnen Filistinli çocuğun yanında durmak nefret suçuysa biz bu suçu kabulleniriz.
Libya işgalinde, Fransa’nın değil , o işgal sırasında hayatını kaybeden 80 bin Libyalının yanında durmak nefret suçuysa biz bu suçu kabulleniriz.
Irak’ta, petrole bulanmış ördeğin değil de şehit edilen çocukların kadınların yanında durmak ve Amerika’ya karşı çıkmak nefret suçuysa biz bu suçu kabulleniriz.
Gerisi boş.