Sosyolojinin ve sosyolojik bilginin ortaya çıktığı ilk dönemden günümüze şu sorular gündemini kaybetmemiştir: İnsanlar neden sosyal bir yapı içerisinde yaşamlarını sürdürme ihtiyacı hissetmektedir? Bu türden bir sosyal yapının meydana gelişinde bireyin edimi, iradesi ve anlamlılık düzeyi ne kadar etkilidir? Toplum adını verdiğimiz kolektif yapı, bireyin yaşantı evrenini oluşturmada ne türden etkilere sahiptir? Bu ve benzeri sorulara verilen cevaplar mikro ve makro ele alış biçimleri açısından her daim sosyologların mazhariyetini kazanmıştır. Soruya mikro perspektiften cevap arayanlar, kabaca, insani özellikleri merkeze alarak insanın eylem biçimleri ve iradi boyutları nazarında bu eylemlerin etkisi neticesinde şekillenen ve anlam kazanan topluluk veya toplumun teşekkül ettiğini böylelikle de toplumsal hayatın anlam kazandığını vurguladılar. Makro açıdan ele alanlar ise toplumun öncelikli olarak sahip olduğu nitelikler dolayısıyla insanın yapıp-etmelerini şekillendirdiğini, bir yapı olarak insani kuralların, algıların ve idraklerin oluşumunda etkisinin kaçınılmaz olduğunu ifade ettiler. Açıkçası idealize ya da realize edilen her iki durum veya açıklama, alt anlamı itibariyle birbirini tümleyen/bütünleyen bir sosyalliğin ya da eylemliğin temerküz ettiğini varsayan birtakım ara formların varlığı ile anlam kazanmıştır. Her iki yaklaşım da özü itibariyle temel soruyu kendilerinde bulmaları, açıkçası toplum adı verilen bu düzenlilik veya çatışma durumunu nitelemek için oldukça önemliydi. Önemin merkezi hususiyeti, insanların birey olarak eylemlerinden başlayarak daha üst organizasyonlara ulaşıncaya kadar içerisinden geçtikleri süreci anlama ve adlandırma çabalarıydı. Bu durum, nihai analizde, birey olarak saf bir yaşantıdan müteşekkil olmayan ancak bir diğerinin/ötekinin mevcudiyeti ile anlamlı bir yaşam evreni sunan toplumun üstesinden gelinemeyeceği bir perspektifi sunması anlamında da imkân dâhilindeydi.
Bugün itibariyle insanların salgın nedeniyle toplumsal yaşantıdan uzaklaşması, açıkçası sosyolojik ilginin odağından kaçamayacak olgusal bir durumu ortaya koymaktadır. Zira insanın doğal veya sosyal yapısı, nihayetinde, onun diğeri ile kurduğu/kurabileceği diyalojik atmosfer ile bir bütünlük kazanacağı temel tezi, bireyin zamansal ve mekânsal anlamdaki izole haliyle anlamlılığını yitirme yolundaki bir adımı teşkil etmektedir. Ancak yine de bireyler, salgın döneminde dahi, toplumsallıklarından uzak durmamak adına sanal mekânlar ve zamanlar aracılığıyla geçici olarak çareler üretme yolunu doğasında var olan toplumsallığını gerçekleştirme adına kullanmaktadır. Araçların yani sanal unsurların amaçlar için kullanıldığı bu evren, Weberyan bir dille, araçsal rasyonalitenin tekrar ve değişik bir tarzla da olsa gün yüzüne çıkması anlamında ifade edilebilir. Araçsal rasyonelliğin sanallıklar üzerinden kodlanması, bir nevi yeni sosyallikler evreni olduğu gibi, bireylerin salgın nedeniyle izole yaşantısından kurtulma yönünde geliştirdiği bir araçsallıklar çeşidi olarak da yorumlanabilir. Bireyin sosyal yaşantının var olan düzenliliklerinden ve çatışma evreninden tekrar ve yeni bir şekilde sanallık üzerinden geliştirmeye çalıştığı bu sosyal ortam, ilk dönem sorularının tekrar gündeme gelmesinden öte bir anlam sunmamaktadır. Bireyler kendilerini tanımlama çabalarında bir başkasına duyduğu ihtiyacı, yani Goffmanvari ifade etmek gerekirse, birey/özne oluşumunu her tür ortamda geliştirme çabasıdır. Sanal ortamlar aracılığıyla sosyal ortamın çerçeveleme düsturu tekrar işlevsellik kazanmakta ve bu sayede kendi bireysel kimliklerinden ziyade sanallık üzerinden kimlikler geliştirme yolunu tercih etmektedir. Sosyolojik ilgi, böylelikle, somut tezahürler üzerinden toplumsalın mevcut yapısından daha çok bu sanallıklar üzerinden kodlanmaya çalışılmaktadır. Bunun en önemli göstergesi ise kurumların dahi fonksiyonelliğini ve yükünü sanal mecralara taşımasıdır. Tedrisatın, ailenin, politikanın vb.nin tüm işlevsel yükü sanallık üzerinden gerçekleştirilmekte, toplumsala ait bilgi dahi oluşturulan sanal gruplar, konferanslar aracılığıyla bireylere aktarılmaktadır.
Yukarıda ifade edilen sürecin daha önceden bireylerin yaşamlarını şekillendirmeye başladığı sosyolojik bir gerçekliktir. Bireyler sosyal medya araçlarıyla kurumların fiziksel olarak sosyal yaşamda geliştirmeye çalıştıkları fonksiyonları tecrübe ettikleri ve bu sayede yeni döneme hazır hale geldikleri üzerine temel varsayımlar söz konusuydu. Ancak bugün için geçerli olan durumda, yani salgın nedeniyle sosyal yaşantıdan ayrı kalınması durumunda, zamanı ve mekânı aşmak, açıkçası, tüm bireyler açısından yeni ve farklı bir durumu teşekkül etti. Bu yeni durumda da bireyler, zamansal ve mekânsal genişlemenin araçları olarak sanallığı hızlı bir şekilde benimsemekte ve bu sayede sosyalliğinden uzaklaşmama adına bu çareye sarılmaktadır. Çarenin odak noktası, tekrar etmek gerekirse, sosyallik isteğinin gayri iradi olarak bile olsa gerçekleştirilmesi üzerinden okunabilir. Sanalı, önceki bakış açısından negatif yükle temsiliyet kazandırmaya çalışanlar, bugün açısından duruma odaklandığında aslında durumun negatif yükten ziyade pozitif bir varyansa ulaştığı noktasında hem fikirdir. Pozitifliğin temelinde ise, bireyin sosyalleşme çabasında maruz kaldığı izole ortamdan bir kurtuluş, bir çare olması açısından değerlendirilmesi ile imkân dâhiline gelmektedir. Sosyolojinin bugün gündemine alması gereken konu, böylelikle, sanallıklar üzerinden kolektivitenin ve bireyin kendini tanımlama biçiminin bu sanal sosyal ortamlar aracılığıyla nasıl mümkün olabileceği noktasına varmaktadır. Çünkü bireylerin, artık mevcut sosyal yapıların somut sosyallik biçimlerinden daha çok sanallıklar üzerinden temsiliyet biçimlerine uzanması, kimliklerini ve sosyal benliklerini anlamlandırma çabaları yeni durumun sosyolojisinin temel yapı taşlarını meydana getirecektir. Bu ise sosyolojik anlamda digitografik çekirdeğin filizlendiği bir sosyal ortam anlamına gelmektedir. Digitografik temeldeki sosyalleşme çabaları bireyi hem kendisi ile hem de toplum ile süreklilik sağlama noktasıdır ve yine sosyolojinin ilk ortaya çıktığı dönemdeki sorularının bugünkü sosyallik üzerinden verebileceği cevap anlamına gelebilmektedir.
Prof.Dr. Celalettin Yanık
Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi İİBF
Bugün itibariyle insanların salgın nedeniyle toplumsal yaşantıdan uzaklaşması, açıkçası sosyolojik ilginin odağından kaçamayacak olgusal bir durumu ortaya koymaktadır. Zira insanın doğal veya sosyal yapısı, nihayetinde, onun diğeri ile kurduğu/kurabileceği diyalojik atmosfer ile bir bütünlük kazanacağı temel tezi, bireyin zamansal ve mekânsal anlamdaki izole haliyle anlamlılığını yitirme yolundaki bir adımı teşkil etmektedir. Ancak yine de bireyler, salgın döneminde dahi, toplumsallıklarından uzak durmamak adına sanal mekânlar ve zamanlar aracılığıyla geçici olarak çareler üretme yolunu doğasında var olan toplumsallığını gerçekleştirme adına kullanmaktadır. Araçların yani sanal unsurların amaçlar için kullanıldığı bu evren, Weberyan bir dille, araçsal rasyonalitenin tekrar ve değişik bir tarzla da olsa gün yüzüne çıkması anlamında ifade edilebilir. Araçsal rasyonelliğin sanallıklar üzerinden kodlanması, bir nevi yeni sosyallikler evreni olduğu gibi, bireylerin salgın nedeniyle izole yaşantısından kurtulma yönünde geliştirdiği bir araçsallıklar çeşidi olarak da yorumlanabilir. Bireyin sosyal yaşantının var olan düzenliliklerinden ve çatışma evreninden tekrar ve yeni bir şekilde sanallık üzerinden geliştirmeye çalıştığı bu sosyal ortam, ilk dönem sorularının tekrar gündeme gelmesinden öte bir anlam sunmamaktadır. Bireyler kendilerini tanımlama çabalarında bir başkasına duyduğu ihtiyacı, yani Goffmanvari ifade etmek gerekirse, birey/özne oluşumunu her tür ortamda geliştirme çabasıdır. Sanal ortamlar aracılığıyla sosyal ortamın çerçeveleme düsturu tekrar işlevsellik kazanmakta ve bu sayede kendi bireysel kimliklerinden ziyade sanallık üzerinden kimlikler geliştirme yolunu tercih etmektedir. Sosyolojik ilgi, böylelikle, somut tezahürler üzerinden toplumsalın mevcut yapısından daha çok bu sanallıklar üzerinden kodlanmaya çalışılmaktadır. Bunun en önemli göstergesi ise kurumların dahi fonksiyonelliğini ve yükünü sanal mecralara taşımasıdır. Tedrisatın, ailenin, politikanın vb.nin tüm işlevsel yükü sanallık üzerinden gerçekleştirilmekte, toplumsala ait bilgi dahi oluşturulan sanal gruplar, konferanslar aracılığıyla bireylere aktarılmaktadır.
Yukarıda ifade edilen sürecin daha önceden bireylerin yaşamlarını şekillendirmeye başladığı sosyolojik bir gerçekliktir. Bireyler sosyal medya araçlarıyla kurumların fiziksel olarak sosyal yaşamda geliştirmeye çalıştıkları fonksiyonları tecrübe ettikleri ve bu sayede yeni döneme hazır hale geldikleri üzerine temel varsayımlar söz konusuydu. Ancak bugün için geçerli olan durumda, yani salgın nedeniyle sosyal yaşantıdan ayrı kalınması durumunda, zamanı ve mekânı aşmak, açıkçası, tüm bireyler açısından yeni ve farklı bir durumu teşekkül etti. Bu yeni durumda da bireyler, zamansal ve mekânsal genişlemenin araçları olarak sanallığı hızlı bir şekilde benimsemekte ve bu sayede sosyalliğinden uzaklaşmama adına bu çareye sarılmaktadır. Çarenin odak noktası, tekrar etmek gerekirse, sosyallik isteğinin gayri iradi olarak bile olsa gerçekleştirilmesi üzerinden okunabilir. Sanalı, önceki bakış açısından negatif yükle temsiliyet kazandırmaya çalışanlar, bugün açısından duruma odaklandığında aslında durumun negatif yükten ziyade pozitif bir varyansa ulaştığı noktasında hem fikirdir. Pozitifliğin temelinde ise, bireyin sosyalleşme çabasında maruz kaldığı izole ortamdan bir kurtuluş, bir çare olması açısından değerlendirilmesi ile imkân dâhiline gelmektedir. Sosyolojinin bugün gündemine alması gereken konu, böylelikle, sanallıklar üzerinden kolektivitenin ve bireyin kendini tanımlama biçiminin bu sanal sosyal ortamlar aracılığıyla nasıl mümkün olabileceği noktasına varmaktadır. Çünkü bireylerin, artık mevcut sosyal yapıların somut sosyallik biçimlerinden daha çok sanallıklar üzerinden temsiliyet biçimlerine uzanması, kimliklerini ve sosyal benliklerini anlamlandırma çabaları yeni durumun sosyolojisinin temel yapı taşlarını meydana getirecektir. Bu ise sosyolojik anlamda digitografik çekirdeğin filizlendiği bir sosyal ortam anlamına gelmektedir. Digitografik temeldeki sosyalleşme çabaları bireyi hem kendisi ile hem de toplum ile süreklilik sağlama noktasıdır ve yine sosyolojinin ilk ortaya çıktığı dönemdeki sorularının bugünkü sosyallik üzerinden verebileceği cevap anlamına gelebilmektedir.
Prof.Dr. Celalettin Yanık
Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi İİBF
Çok güzel bir yazı olmuş. Elinize emeğinize sağlık