“"Sosyal medya, popüler kültür ve din” bağlamında islamvemedya.com’un sorularını yanıtlayan İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mete Çamdereli, günümüzde artık dijital cihazlardan kopuk bir dini hayat olamayacağını belirtti.
Kabe'de veya Mescid-i Haram'da çekilen fotoğrafların sosyal medyada paylaşılmasını popülerleşme, magazinelleşme hatta dini algının hafifleştirilmesi gibi algılamanın mümkün olduğuna temas eden Çamdereli, şöyle devam etti:
"Bunu, popülerleşme, magazinelleşme, hatta dini algının hafifleştirilmesi gibi algılamak pek ala mümkün. Ama, anlamaya da çalışmamız gerekir. Yani, insanlar gerçekten inandıkları değerleri, kıblesindeki ya da kıblesinde bulunan tüm değerleri dışlayarak, sadece başka değerlerin içerisinde haşrolduklarının farkına varmadıkları bir sistemden eğer bahsediyorsak, ki bu sorunuzdaki fotoğrafların Kabe’den başka taraflara intikalini bize hatırlatabilir, o zaman burada sorulması gereken, dini algının yozlaşması, bayağılaşması değil de, nereye doğru gittiği noktasıdır. Yozlaşıyor, bayağılaşıyor demek işimizi kolaylaştırır, kolaycılık yapmış oluruz. Ama bu noktada asıl sorun kıble sorunudur, istikamet sorunudur, neye ve nereye yönelindiğidir. Kıblede bir sapma yoksa zaten sorun yoktur."
“Sosyal medya, mahremiyet algısının çözülüşünü göstermiştir”
Prof. Dr. Çamdereli, sosyal medya ve mahremiyet algısını, “araç-mesaj” ilişkisi bağlamında değerlendirmek gerektiğini kaydetti. Çamdereli, konuyla ilgili şu değerlendirmede bulundu: "Bu fotoğrafların paylaşılması, bir zamanlar asla mümkün değilken, hatta bunu yapmak için illa, dindar, muhafazakar dahi olmak gerekmezken, yani hangi kadın ya da erkek tipini alırsak alalım, bir fotoğrafını başkasına vermenin ne kadar önemli bir olgu olduğu yılları hatırlayacak olursak, bu bir çözülüştür. Bu algının çözülüşüdür. Eğer bir mahremiyet algısı olarak alırsak, mahremiyet algısının çözülüşü ve mahremiyet algısının imhası demektir ve artık bunun sorgulanmaması gerekir demektir. Yani mahremiyet diye bir olgu, dindarların ya da dini hassasiyeti olan insanların yaşamından yeterince uzaklaşmış, yeterince uzaklaştırılmış görünmektedir.
“Dindarlar, sosyal medya imtihanını kaybetti”
Çamdereli mahremiyet olgusunun dijital ortamda büyük ölçüde yitirildiğini anımsatarak genellememek kaydıyda dindarların sosyal medya imtihanını kaybettiğini söyledi. Çamdereli şunları söyledi: Mahremiyet diye bir olgunun dijital ortamda tamamen olmamak kaydıyla, büyük ölçüde yitirildiğini varsayarsak, o zaman müminlerin medya ve sosyal medyayla imtihanın ağır değil, neredeyse kaybedilmiş olduğunu söylememiz zor olmaz. Medyadan, medyanın esaretinden kurtulabilmek eğer mümkünse, belki yitirilmiş mahremiyete dönüş mümkündür. O zaman, gerçeklik ya da Hakikat arayışını, ya da dindarın Hakikat’i arayışını, Hakikat arayışındaki ısrarı söyleme imkânımız var. Ama şimdi, bir dini hassasiyeti olan insanın hakikat arayışını, dijital ortamda yaptığını varsayarsak, dijital hakikat arayışı çerçevesinde bir imtihandan geçtiğini söyleyebiliriz. Yoksa, “gerçek din” arayışı çerçevesindeki imtihan, salt sosyal medya ortamında yapılmışsa kaybedilmiş bir imtihandır. Ama yine de, bu konuda hiç çaba yok demek, çaba gösterenlere haksızlık etmek olur. Kurum, kuruluş ya da kişiler bağlamında bu çabaların, bu mücadelenin, bu sınavı kaybetmek istemeyenlerin mücadelesine de tanıklık ediyoruz.” “
"Sosyal medya ve din” konusunda çalışmalar yapılması zorunluluktur
sosyal medya ve din konusundaki çalışmalar hakkındaysa Çamdereli şöyle konuştu: Sosyal medya ve din konusundaki çalışmalar yetersiz. Yalnız, yapılan iyi derecede çalışmalar da elimize geçiyor. Özellikle, zaman zaman sosyoloji, ilahiyat bağlamında ve kısmen iletişimcilerin yaptığı çalışmalar var; bunlar yeterli çalışmalar değil elbette. Neler yapılmalı sorusunun yanıtı, yapmak isteyenlerin ortaya çıkaracağı tutumda yatmaktadır. Yani onların, nerede durduğuna bağlıdır. İster kimlik olarak dindarlık ya da dini benimsemiş olalım ister akademik olarak bir yerde duralım, nerede durduğumuza bağlı olarak sosyal medya ve din çalışmalarını yapmak zorunluluğumuz var. Bu akademisyenlerin sorumluluğu olarak bize düşer. Ama, nereden baktığımıza, nerede durduğumuza göre şekillenecektir.
“Sosyal medya ve din” farklı disiplinlerin ilgi alanına girmektedir. Ortak çalışmalar yapılmalı
Örneğin bir iletişimci olarak düşünecek olursak, sosyal medya ve din bağlamında neler yapılabilir, bu noktada insanların dini yaşamındaki bazı pratiklerde biraz önce konuştuğumuz, nelerin dönüştüğünü saptayabilecek, bir takım çalışmalar yapmak mümkün. Ama bu iletişimcinin yapacağı çalışmalarla birlikte, bir ekiple, yani ilahiyatçının, sosyologun, belki bir mimar veya psikiyatrın içinde olabileceği, çeşitli güzel sanat alanlarında çalışma yapanların içinde olabileceği çalışmalara son derece ihtiyaç var. Çünkü sosyal medya tekil bir alana işaret etmiyor, tüm yaşam alanlarına hitap ediyor. İletişimci sadece bir yönünden bakacaktır. Bu da eksik bir bakış olacaktır. Olabildiğince birçok alanın bu konuya bakması lazım, ama iletişimcilere de açıkçası bunca yıldır, özellikle medya ve din ilişkisini ihmal etmiş iletişimcilere, bu konuda son derece fazla çalışma yapmak düşer. Bu konuda da, bir akademisyen sorumluluğu bu çalışmaları yapmayı gerektirir. Umarım iletişimciler de bunu göreceklerdir.
Kabe'de veya Mescid-i Haram'da çekilen fotoğrafların sosyal medyada paylaşılmasını popülerleşme, magazinelleşme hatta dini algının hafifleştirilmesi gibi algılamanın mümkün olduğuna temas eden Çamdereli, şöyle devam etti:
"Bunu, popülerleşme, magazinelleşme, hatta dini algının hafifleştirilmesi gibi algılamak pek ala mümkün. Ama, anlamaya da çalışmamız gerekir. Yani, insanlar gerçekten inandıkları değerleri, kıblesindeki ya da kıblesinde bulunan tüm değerleri dışlayarak, sadece başka değerlerin içerisinde haşrolduklarının farkına varmadıkları bir sistemden eğer bahsediyorsak, ki bu sorunuzdaki fotoğrafların Kabe’den başka taraflara intikalini bize hatırlatabilir, o zaman burada sorulması gereken, dini algının yozlaşması, bayağılaşması değil de, nereye doğru gittiği noktasıdır. Yozlaşıyor, bayağılaşıyor demek işimizi kolaylaştırır, kolaycılık yapmış oluruz. Ama bu noktada asıl sorun kıble sorunudur, istikamet sorunudur, neye ve nereye yönelindiğidir. Kıblede bir sapma yoksa zaten sorun yoktur."
“Sosyal medya, mahremiyet algısının çözülüşünü göstermiştir”
Prof. Dr. Çamdereli, sosyal medya ve mahremiyet algısını, “araç-mesaj” ilişkisi bağlamında değerlendirmek gerektiğini kaydetti. Çamdereli, konuyla ilgili şu değerlendirmede bulundu: "Bu fotoğrafların paylaşılması, bir zamanlar asla mümkün değilken, hatta bunu yapmak için illa, dindar, muhafazakar dahi olmak gerekmezken, yani hangi kadın ya da erkek tipini alırsak alalım, bir fotoğrafını başkasına vermenin ne kadar önemli bir olgu olduğu yılları hatırlayacak olursak, bu bir çözülüştür. Bu algının çözülüşüdür. Eğer bir mahremiyet algısı olarak alırsak, mahremiyet algısının çözülüşü ve mahremiyet algısının imhası demektir ve artık bunun sorgulanmaması gerekir demektir. Yani mahremiyet diye bir olgu, dindarların ya da dini hassasiyeti olan insanların yaşamından yeterince uzaklaşmış, yeterince uzaklaştırılmış görünmektedir.
“Dindarlar, sosyal medya imtihanını kaybetti”
Çamdereli mahremiyet olgusunun dijital ortamda büyük ölçüde yitirildiğini anımsatarak genellememek kaydıyda dindarların sosyal medya imtihanını kaybettiğini söyledi. Çamdereli şunları söyledi: Mahremiyet diye bir olgunun dijital ortamda tamamen olmamak kaydıyla, büyük ölçüde yitirildiğini varsayarsak, o zaman müminlerin medya ve sosyal medyayla imtihanın ağır değil, neredeyse kaybedilmiş olduğunu söylememiz zor olmaz. Medyadan, medyanın esaretinden kurtulabilmek eğer mümkünse, belki yitirilmiş mahremiyete dönüş mümkündür. O zaman, gerçeklik ya da Hakikat arayışını, ya da dindarın Hakikat’i arayışını, Hakikat arayışındaki ısrarı söyleme imkânımız var. Ama şimdi, bir dini hassasiyeti olan insanın hakikat arayışını, dijital ortamda yaptığını varsayarsak, dijital hakikat arayışı çerçevesinde bir imtihandan geçtiğini söyleyebiliriz. Yoksa, “gerçek din” arayışı çerçevesindeki imtihan, salt sosyal medya ortamında yapılmışsa kaybedilmiş bir imtihandır. Ama yine de, bu konuda hiç çaba yok demek, çaba gösterenlere haksızlık etmek olur. Kurum, kuruluş ya da kişiler bağlamında bu çabaların, bu mücadelenin, bu sınavı kaybetmek istemeyenlerin mücadelesine de tanıklık ediyoruz.” “
"Sosyal medya ve din” konusunda çalışmalar yapılması zorunluluktur
sosyal medya ve din konusundaki çalışmalar hakkındaysa Çamdereli şöyle konuştu: Sosyal medya ve din konusundaki çalışmalar yetersiz. Yalnız, yapılan iyi derecede çalışmalar da elimize geçiyor. Özellikle, zaman zaman sosyoloji, ilahiyat bağlamında ve kısmen iletişimcilerin yaptığı çalışmalar var; bunlar yeterli çalışmalar değil elbette. Neler yapılmalı sorusunun yanıtı, yapmak isteyenlerin ortaya çıkaracağı tutumda yatmaktadır. Yani onların, nerede durduğuna bağlıdır. İster kimlik olarak dindarlık ya da dini benimsemiş olalım ister akademik olarak bir yerde duralım, nerede durduğumuza bağlı olarak sosyal medya ve din çalışmalarını yapmak zorunluluğumuz var. Bu akademisyenlerin sorumluluğu olarak bize düşer. Ama, nereden baktığımıza, nerede durduğumuza göre şekillenecektir.
“Sosyal medya ve din” farklı disiplinlerin ilgi alanına girmektedir. Ortak çalışmalar yapılmalı
Örneğin bir iletişimci olarak düşünecek olursak, sosyal medya ve din bağlamında neler yapılabilir, bu noktada insanların dini yaşamındaki bazı pratiklerde biraz önce konuştuğumuz, nelerin dönüştüğünü saptayabilecek, bir takım çalışmalar yapmak mümkün. Ama bu iletişimcinin yapacağı çalışmalarla birlikte, bir ekiple, yani ilahiyatçının, sosyologun, belki bir mimar veya psikiyatrın içinde olabileceği, çeşitli güzel sanat alanlarında çalışma yapanların içinde olabileceği çalışmalara son derece ihtiyaç var. Çünkü sosyal medya tekil bir alana işaret etmiyor, tüm yaşam alanlarına hitap ediyor. İletişimci sadece bir yönünden bakacaktır. Bu da eksik bir bakış olacaktır. Olabildiğince birçok alanın bu konuya bakması lazım, ama iletişimcilere de açıkçası bunca yıldır, özellikle medya ve din ilişkisini ihmal etmiş iletişimcilere, bu konuda son derece fazla çalışma yapmak düşer. Bu konuda da, bir akademisyen sorumluluğu bu çalışmaları yapmayı gerektirir. Umarım iletişimciler de bunu göreceklerdir.