Türk sinemasındaki din adamı tiplemeleri geçmişten günümüze her dönem tartışıldı.
Din adamları genellikle filmlerde akılda kalan haliyle gerici, yobaz, cinci, muskacı tiplemeleriyle karşımıza çıktı.
Kastamonu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Din Sosyolojisi bölüm başkanı Doç. Dr. İbrahim Yenen Türk sinemasındaki bu din adamı tipolojilerini dönemlere ayırarak ele aldı.
Doç. Dr. Yenen, TRT Akademi dergisinde yayınlanan çalışmasında, sinemadaki din adamı tipolojilerini "dışlanmış", "daraltılmış" ve "kabullenilmiş" olarak üçe ayırdı.
"Türk sinema tarihi içerisinde din adamı olgusunu farklı dönem, zihniyet ve yönetmen bakış açılarını temsil etmesi açısından üç kategoride incelemek mümkündür. Aslında bu kategori, Türk sinemasında din temsilleri için kullanılabilecek ölçüye uygun bir tanımlama olacaktır" diyen Yenen, konuya şöyle açıklık getirdi:
A. 1922-1960 yılları arasında kültürel modernleşmesinin dine yaklaşım tarzına uygun olarak özellikle Kurtuluş Savaşı dönemini konu alan filmlerde temsil edilen “dışlanmış din adamı” tiplemesi.
B. 1960-2000 yılları arası Türk sinemasının akım, tür, dönem ve yönetmen sineması ürünlerinde temsil edilen geleneksel halk dindarlığının yozlaşmış karakteri olarak “daraltılmış din adamı” tiplemesi.
C. 2000’li yıllardan sonra örnekleri çoğalan Türk sinemasında temsil edilen sosyal hayatın bir gerçekçi aktörü olarak “kabullenilmiş din adamı” karakteri.
Dışlanmış Din Adamı Tiplemesi
Yenen, makalesinde "Dışlanmış Din Adamı" tiplemesinde gerici, yobaz başta olmak üzere her daim olumsuz özellikler sergileyen din adamlarının karşımıza çıktığını ifade ederek şunları söyledi:
“Konusunu genellikle romanlardan alan ilk dönem (1922-1960) Türk filmlerinde, kahraman karşısındaki ana karakter olarak tasvir edilen din adamı tiplemesi, toplumsal hayat düzenlemesinde kendisine yer bulmakta zorlanan bir kişiliktir. Dinin, siyasal ve kültürel hayatta son iki yüz yıllık gerilemenin başlıca sebeplerinden biri olarak algılanması sebebiyle dinî aktörler de gerilemeyi temsil eden “gerici” karakterler şeklinde değerlendirilmiştir. Fakat dönemin yönetici seçkinleri, ‘gerileme’ ve ‘gericilik’ metaforlarıyla gündeme gelen dinin, özü itibarıyla “iyi bir şey (ilerletici)” olduğunu ancak, zihniyeti bozulmuş kişiler tarafından “kötü bir şey (geriletici)”e dönüştüğünü kabul etmişlerdir.
"İlk dönem Türk sinemasında gözlenen din adamı temsili, siyasal ve toplumsal merkezin inşasında “dışlanmış” bir karakterle ortaya çıkmaktadır. Fakat bu noktada Handan Karakaya tarafından vurgulanan din adamı kavramının tekabül ettiği karşılık dikkat çekmektedir: Bu bağlamda Türk toplumsal yapısı içerisinde kökleşen “din adamı” kavramı daha çok, halkın peşinden gittiği veliler, şeyhler, cinci ya da muskacı hocalar olarak ön plana çıkmaktadır… Devletin tayin ettiği eğitimli imamlar çoğunlukla bu kavramın dışında tutulmuştur. Ancak, genel olarak Türk filmlerinde din adamı olarak bu cinci, büyücü ya da muskacı tiplerin öne çıkarıldığını ifade edebiliriz.”
Daraltılmış Din Adamı Tiplemesi
Yenen "Daraltılmış Din Adamı" tiplemelerinin ise, üçkâğıtçı, muskacı, büyücü, kırsal otoritenin koruyucusu, eğitimsiz, modernleşme ve sosyal değişimin retoriği Aydınlanmaya karşı, İslam’ın gerçek değerlerine dayanmayan ve dini, kişisel çıkarları uğruna araçsallaştıran kişilikler şeklinde ortaya çıktığını kaydederek şunları söyledi:
“Bu dönem içerisindeki filmlerde din adamları genelde köy konulu filmlerde yer almaktadırlar. Bu hâliyle din adamı temsili, hayatın mekânsal pratiğinde “çevre”- ye karşılık gelen kırsal kesimde yoğunlaşmaktadır. İslam’ın şehir dini olması ve dinî hayatın köylülüğü üzerindeki negatif vurguların yoğunluğuna rağmen dinin, “köy” ve “köylü” ile özdeşik hâle getirildiğini ifade etmek mümkündür.
Din adamları temsilinde dikkat çeken bir unsur da “muska, büyü, üfleme” gibi ritüellerdir. Geleneksel halk dindarlığında önemli bir yere sahip olan bu uygulamalar, özü itibarıyla dinî açıdan tanımlanan bir inanç veya ibadet kategorisine girmemektedirler. Ancak, geçmiş kültürlerin etkisi ve metafizik konulara duyulan ilgi gibi sebeplerle insanların “dinsel” bir anlam yüklediği bir semboller kümesine dönüşmüşlerdir. Bu sebeple bu tarz inanışlar, din ve dinî hayatın yanlış yorumlarla ortaya çıkmış “heretik” yönüne işaret etmek için başvurulan bir gerekçe olmuşlardır. Fakat bu tarz inanışlarda incelenmesi asıl gereken konu, insanın fiziki ve sosyal gerçekliğin çemberinden metafizik boyutlara yöneltilmesidir. Çünkü bu yönelimlerde akıl ve bilinçli eylem devre dışı kalmakta ve sonucunda “dünyevi” bağlantılar zayıflamaktadır. Böylelikle filmlerde büyü, nazar ve üfleme gibi uygulamalar, din adamıyla özdeşlemiş hâle getirilerek, aslında din adamlarının hayatla kuramadıkları bağlantının zayıflığına dikkat çekilmektedir. Tabi bu durumda bilime, bilgiye ve tekniğe de karşı bir tavır örtük veya açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Din adamları temsillerinde dikkat çeken üçüncü konu ise haksız işleyen düzenin destekleyicileri olmalarıdır. Bu yerleşik sistem koruyuculuğu, filmlerin mekânı olan köylerde daha çok görülmektedir. Köylüleri “kul” olarak gören feodal sistem aktörü ağa veya resmî sistemin temsilcisi muhtarın haksız işlerinin en büyük destekçisi din adamı olmaktadır. Böylelikle hak ve adaletin dinî referans gücü de zayıflamaktadır.”
Kabullenilmiş Din Adamı Tiplemesi
Makalesindeki üçüncü kategoride Yenen, "Kabullenilmiş Din Adamı" tipolojisini açıkladı. 2000 sonrası Türk sinemasındaki din adamlarının dinin sosyolojik aktörü sıfatıyla, sinematografik imge tarafından sosyal bir gerçeklik olarak kabul edildiğini söyleyen Yenen şöyle devam etti:
“Bu yıllarda geleneksel Türk filmlerindeki din adamı temsillerinden farklılığın iki boyutta ortaya çıktığı görülmektedir. Birincisi, yeni Türk sinemasında dinî bir kişilik olarak yer alan karakterlerin çoğunluğu “resmî din görevli (imam)” sıfatına sahiptirler. İkincisi ise kendi aralarında tipoloji oluşturmaya imkân sağlayacak ölçüde farklı temsil edilen bu imamlar, köyün dışında “şehir” ortamında temsil edilmektedirler. Bu iki önemli nokta ise din adamının toplumsal gerçekliğe nüfuz edebilme kapasitesinin artmasına sebep olmaktadır.
Bu din adamı karakterlerinin toplumsal sahiciliği, bazen kaybolan bir çocuğu arama uğraşısında, bazen Hristiyan bir kıza âşık olma potansiyelinde, bazen de karizmatik bir dinî şahsiyet olarak toplumsal bir organizasyona öncülük edebilme şeklinde ortaya çıkmaktadır. Hâliyle bu durumda tasvir edilen din adamları, ayrı âlemlerden gelmiş bir varlık gibi varoluş gerçeğine muhalif bir dille vaaz vermemekte, örf, âdet ve geleneğe uygun düşmeyen kılık kıyafetlerle insanlar arasında dolaşmamakta, iletişim aracı olarak inandırıcılığı sorgulanmaya müsait bir dil kullanımını tercih etmemektedirler.
Kısaca ifade etmek gerekirse din adamları, gündelik hayat içerisindeki beşerî olgusal özellikleriyle yeni Türk sineması filmlerinde “kabullenilmiş” karakterlere dönüşmektedir. Sonuç olarak geleneksel Türk sinemasının farklı söylemlerle indirgediği din adamı tiplemeleri, yeni Türk sinemasının üretmeye başladığı çeşitli temsillerle dinî bir karakter tipolojisi oluşturmaya imkân sağlamaktadır. Bu tipolojiyi ise dört başlıkta ifade etmek mümkündür. Bunlar, “yobaz imam”, “klasik imam”, “çağdaş imam” ve “modern imam” şeklinde tanımlanacaktır.”
Yenen, makalenin sonuç kısmında şu bulgulara ulaşmıştır.
Yaklaşık yüz yıldan daha fazla bir geçmişe sahip olan Türk sinemasında sosyal ve kültürel kategori olarak dinin farklı yaklaşımlarla değerlendirildiği görülmektedir. Bu farklı yaklaşımlar, özellikle dinin gündelik hayat pratiği içerisindeki mesleki tabaka olarak temsilcisi konumundaki din adamı statüsü aracılığıyla ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda Türk sinemasındaki din adamı temsillerinin kronolojik seyir dâhilinde farklı kültürel, düşünsel, siyasal ve sosyal iktidarı belirleyen bakış açılarına göre farklılaştığı anlaşılmaktadır. Türk sinemasındaki din adamı tiplemeleri yaklaşımlarının dinin toplumsal temsiliyet konumunda yer aldığı varsayılan imam kategorisindeki kişiler tarafından temsil edildiği anlaşılmaktadır. Sinemada “imam”ın temsili özelliklerinin modernleşme sürecindeki din-toplum ve özellikle din-devlet ilişkileri çerçevesinde anlam kazandığı görülmektedir. Nitekim din-toplum ve siyaset üçgenindeki ilişkilerin niteliğinin “iktidar” temelli bir yaklaşımla belirginlik kazanmaktadır. Böylece filmin çekildiği zamanın siyasal gerçekliklerinin sosyal gerçeklikleri önceliği/öncelediği anlaşılmaktadır.
Makalenin tamamına ulaşmak için lütfen tıklayınız...
Ayşe Şimşek'in haberi
Din adamları genellikle filmlerde akılda kalan haliyle gerici, yobaz, cinci, muskacı tiplemeleriyle karşımıza çıktı.
Kastamonu Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Din Sosyolojisi bölüm başkanı Doç. Dr. İbrahim Yenen Türk sinemasındaki bu din adamı tipolojilerini dönemlere ayırarak ele aldı.
Doç. Dr. Yenen, TRT Akademi dergisinde yayınlanan çalışmasında, sinemadaki din adamı tipolojilerini "dışlanmış", "daraltılmış" ve "kabullenilmiş" olarak üçe ayırdı.
"Türk sinema tarihi içerisinde din adamı olgusunu farklı dönem, zihniyet ve yönetmen bakış açılarını temsil etmesi açısından üç kategoride incelemek mümkündür. Aslında bu kategori, Türk sinemasında din temsilleri için kullanılabilecek ölçüye uygun bir tanımlama olacaktır" diyen Yenen, konuya şöyle açıklık getirdi:
A. 1922-1960 yılları arasında kültürel modernleşmesinin dine yaklaşım tarzına uygun olarak özellikle Kurtuluş Savaşı dönemini konu alan filmlerde temsil edilen “dışlanmış din adamı” tiplemesi.
B. 1960-2000 yılları arası Türk sinemasının akım, tür, dönem ve yönetmen sineması ürünlerinde temsil edilen geleneksel halk dindarlığının yozlaşmış karakteri olarak “daraltılmış din adamı” tiplemesi.
C. 2000’li yıllardan sonra örnekleri çoğalan Türk sinemasında temsil edilen sosyal hayatın bir gerçekçi aktörü olarak “kabullenilmiş din adamı” karakteri.
Dışlanmış Din Adamı Tiplemesi
Yenen, makalesinde "Dışlanmış Din Adamı" tiplemesinde gerici, yobaz başta olmak üzere her daim olumsuz özellikler sergileyen din adamlarının karşımıza çıktığını ifade ederek şunları söyledi:
“Konusunu genellikle romanlardan alan ilk dönem (1922-1960) Türk filmlerinde, kahraman karşısındaki ana karakter olarak tasvir edilen din adamı tiplemesi, toplumsal hayat düzenlemesinde kendisine yer bulmakta zorlanan bir kişiliktir. Dinin, siyasal ve kültürel hayatta son iki yüz yıllık gerilemenin başlıca sebeplerinden biri olarak algılanması sebebiyle dinî aktörler de gerilemeyi temsil eden “gerici” karakterler şeklinde değerlendirilmiştir. Fakat dönemin yönetici seçkinleri, ‘gerileme’ ve ‘gericilik’ metaforlarıyla gündeme gelen dinin, özü itibarıyla “iyi bir şey (ilerletici)” olduğunu ancak, zihniyeti bozulmuş kişiler tarafından “kötü bir şey (geriletici)”e dönüştüğünü kabul etmişlerdir.
"İlk dönem Türk sinemasında gözlenen din adamı temsili, siyasal ve toplumsal merkezin inşasında “dışlanmış” bir karakterle ortaya çıkmaktadır. Fakat bu noktada Handan Karakaya tarafından vurgulanan din adamı kavramının tekabül ettiği karşılık dikkat çekmektedir: Bu bağlamda Türk toplumsal yapısı içerisinde kökleşen “din adamı” kavramı daha çok, halkın peşinden gittiği veliler, şeyhler, cinci ya da muskacı hocalar olarak ön plana çıkmaktadır… Devletin tayin ettiği eğitimli imamlar çoğunlukla bu kavramın dışında tutulmuştur. Ancak, genel olarak Türk filmlerinde din adamı olarak bu cinci, büyücü ya da muskacı tiplerin öne çıkarıldığını ifade edebiliriz.”
Daraltılmış Din Adamı Tiplemesi
Yenen "Daraltılmış Din Adamı" tiplemelerinin ise, üçkâğıtçı, muskacı, büyücü, kırsal otoritenin koruyucusu, eğitimsiz, modernleşme ve sosyal değişimin retoriği Aydınlanmaya karşı, İslam’ın gerçek değerlerine dayanmayan ve dini, kişisel çıkarları uğruna araçsallaştıran kişilikler şeklinde ortaya çıktığını kaydederek şunları söyledi:
“Bu dönem içerisindeki filmlerde din adamları genelde köy konulu filmlerde yer almaktadırlar. Bu hâliyle din adamı temsili, hayatın mekânsal pratiğinde “çevre”- ye karşılık gelen kırsal kesimde yoğunlaşmaktadır. İslam’ın şehir dini olması ve dinî hayatın köylülüğü üzerindeki negatif vurguların yoğunluğuna rağmen dinin, “köy” ve “köylü” ile özdeşik hâle getirildiğini ifade etmek mümkündür.
Din adamları temsilinde dikkat çeken bir unsur da “muska, büyü, üfleme” gibi ritüellerdir. Geleneksel halk dindarlığında önemli bir yere sahip olan bu uygulamalar, özü itibarıyla dinî açıdan tanımlanan bir inanç veya ibadet kategorisine girmemektedirler. Ancak, geçmiş kültürlerin etkisi ve metafizik konulara duyulan ilgi gibi sebeplerle insanların “dinsel” bir anlam yüklediği bir semboller kümesine dönüşmüşlerdir. Bu sebeple bu tarz inanışlar, din ve dinî hayatın yanlış yorumlarla ortaya çıkmış “heretik” yönüne işaret etmek için başvurulan bir gerekçe olmuşlardır. Fakat bu tarz inanışlarda incelenmesi asıl gereken konu, insanın fiziki ve sosyal gerçekliğin çemberinden metafizik boyutlara yöneltilmesidir. Çünkü bu yönelimlerde akıl ve bilinçli eylem devre dışı kalmakta ve sonucunda “dünyevi” bağlantılar zayıflamaktadır. Böylelikle filmlerde büyü, nazar ve üfleme gibi uygulamalar, din adamıyla özdeşlemiş hâle getirilerek, aslında din adamlarının hayatla kuramadıkları bağlantının zayıflığına dikkat çekilmektedir. Tabi bu durumda bilime, bilgiye ve tekniğe de karşı bir tavır örtük veya açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Din adamları temsillerinde dikkat çeken üçüncü konu ise haksız işleyen düzenin destekleyicileri olmalarıdır. Bu yerleşik sistem koruyuculuğu, filmlerin mekânı olan köylerde daha çok görülmektedir. Köylüleri “kul” olarak gören feodal sistem aktörü ağa veya resmî sistemin temsilcisi muhtarın haksız işlerinin en büyük destekçisi din adamı olmaktadır. Böylelikle hak ve adaletin dinî referans gücü de zayıflamaktadır.”
Kabullenilmiş Din Adamı Tiplemesi
Makalesindeki üçüncü kategoride Yenen, "Kabullenilmiş Din Adamı" tipolojisini açıkladı. 2000 sonrası Türk sinemasındaki din adamlarının dinin sosyolojik aktörü sıfatıyla, sinematografik imge tarafından sosyal bir gerçeklik olarak kabul edildiğini söyleyen Yenen şöyle devam etti:
“Bu yıllarda geleneksel Türk filmlerindeki din adamı temsillerinden farklılığın iki boyutta ortaya çıktığı görülmektedir. Birincisi, yeni Türk sinemasında dinî bir kişilik olarak yer alan karakterlerin çoğunluğu “resmî din görevli (imam)” sıfatına sahiptirler. İkincisi ise kendi aralarında tipoloji oluşturmaya imkân sağlayacak ölçüde farklı temsil edilen bu imamlar, köyün dışında “şehir” ortamında temsil edilmektedirler. Bu iki önemli nokta ise din adamının toplumsal gerçekliğe nüfuz edebilme kapasitesinin artmasına sebep olmaktadır.
Bu din adamı karakterlerinin toplumsal sahiciliği, bazen kaybolan bir çocuğu arama uğraşısında, bazen Hristiyan bir kıza âşık olma potansiyelinde, bazen de karizmatik bir dinî şahsiyet olarak toplumsal bir organizasyona öncülük edebilme şeklinde ortaya çıkmaktadır. Hâliyle bu durumda tasvir edilen din adamları, ayrı âlemlerden gelmiş bir varlık gibi varoluş gerçeğine muhalif bir dille vaaz vermemekte, örf, âdet ve geleneğe uygun düşmeyen kılık kıyafetlerle insanlar arasında dolaşmamakta, iletişim aracı olarak inandırıcılığı sorgulanmaya müsait bir dil kullanımını tercih etmemektedirler.
Kısaca ifade etmek gerekirse din adamları, gündelik hayat içerisindeki beşerî olgusal özellikleriyle yeni Türk sineması filmlerinde “kabullenilmiş” karakterlere dönüşmektedir. Sonuç olarak geleneksel Türk sinemasının farklı söylemlerle indirgediği din adamı tiplemeleri, yeni Türk sinemasının üretmeye başladığı çeşitli temsillerle dinî bir karakter tipolojisi oluşturmaya imkân sağlamaktadır. Bu tipolojiyi ise dört başlıkta ifade etmek mümkündür. Bunlar, “yobaz imam”, “klasik imam”, “çağdaş imam” ve “modern imam” şeklinde tanımlanacaktır.”
Yenen, makalenin sonuç kısmında şu bulgulara ulaşmıştır.
Yaklaşık yüz yıldan daha fazla bir geçmişe sahip olan Türk sinemasında sosyal ve kültürel kategori olarak dinin farklı yaklaşımlarla değerlendirildiği görülmektedir. Bu farklı yaklaşımlar, özellikle dinin gündelik hayat pratiği içerisindeki mesleki tabaka olarak temsilcisi konumundaki din adamı statüsü aracılığıyla ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda Türk sinemasındaki din adamı temsillerinin kronolojik seyir dâhilinde farklı kültürel, düşünsel, siyasal ve sosyal iktidarı belirleyen bakış açılarına göre farklılaştığı anlaşılmaktadır. Türk sinemasındaki din adamı tiplemeleri yaklaşımlarının dinin toplumsal temsiliyet konumunda yer aldığı varsayılan imam kategorisindeki kişiler tarafından temsil edildiği anlaşılmaktadır. Sinemada “imam”ın temsili özelliklerinin modernleşme sürecindeki din-toplum ve özellikle din-devlet ilişkileri çerçevesinde anlam kazandığı görülmektedir. Nitekim din-toplum ve siyaset üçgenindeki ilişkilerin niteliğinin “iktidar” temelli bir yaklaşımla belirginlik kazanmaktadır. Böylece filmin çekildiği zamanın siyasal gerçekliklerinin sosyal gerçeklikleri önceliği/öncelediği anlaşılmaktadır.
Makalenin tamamına ulaşmak için lütfen tıklayınız...
Ayşe Şimşek'in haberi