Gün geçmiyor ki sosyal medyada dini bir konu tartışılmasın. Özellikle bugünlerde sonuna yaklaştığımız mübarek Ramazan ayının gelişiyle birlikte yeniden dini konulara olan ilginin artışına şahitlik ettik. Gerek çevremizde, gerekse medyada dinin daha fazla konuşulduğunu gördük, seyrettik
Diğer zamanlarda da dini konuların özellikle sosyal medyada ve özellikle eleştirel biçimde tartışıldığını müşahede ediyoruz. Kimi zaman bir kişinin ya da grubun faaliyetleri veya açıklamaları, kimi zaman ise Diyanet İşleri Başkanlığından gelen bir haber ya da içerik sosyal medyanın gündemine oturuyor. Bu paylaşımların ve yorumların hangi niyetle yapıldığından öte tartışma zeminini ele almak, sorunun iletişimle ilgili boyutunu çözmek adına bize yol gösterebilir.
Fıkıh alimleri çağlar boyunca, yaşadıkları dönemde İslam’ın hükümlerini uygulamanın nasıl mümkün olacağı üzerinde çalışmış ve ortaya çeşitli metodlar ile yöntemler koymuşlardır. Kimi konularda fikir ayrılıkları ve farklı uygulamalar olmakla birlikte, özünde değişik coğrafyalarda ve şartlarda yaşayan insanların dini yaşantlarını düzenlemek ve kolaylaştırmak için girişilen bu çabalar, şüphesiz günümüzde de devam etmektedir ve etmelidir. İslam katı ve hareketsiz bir kütle değil, gündelik hayatın kılcal damarlarına nüfuz eden bir inançtır ve bu da günün şartlarına göre çeşitli konu ve uygulamaların yeniden düzenlenmesini gerektirebilmektedir. Sosyal medyada “dine yeni bir güncelleme gelmiş” diyerek tiye alınan bu durum aslında yüzyıllardır süregelen fıkıh geleneğinin bugüne yansımasından başka bir şey değildir; fakat bugün bu iletiye muhatap olan kitle için fıkıh usulü fazla teknik bir kavram olarak kalmaktadır.
Ülkemizde dini iletilerin özellikle televizyonda görünür olması, uzun zaman boyunca Ramazan ayı ile sınırlı kaldı. Son on, on beş yılda ise haftanın belirli günlerinde yayımlanan dini programlar ile, tematik dini televizyon kanalları hayatımıza girdi. Diğer yandan büyük oranda programların teması değişmedi; hüzünlü bir fon müziği, duygusal bir menkıbe, dua ve soru-cevap faslı. Özellikle bu programların soru-cevap bölümleri yıllarca temcit pilavı gibi önümüze sunulan sorularla meşgul edildi: sakız çiğnemek orucu bozar mı, internetten oyun indirmek günah mı, çocuğuma bu ismi verebilir miyim vesaire… Herhangi bir ilmihal kitabına başvurarak cevabı öğrenilebilecek birçok sorunun bu programlarda uzun uzadıya ele alınması iki şeyi beraberinde getirdi. Birincisi, dinin sadece yasaklardan ibaret bir kurallar bütünü olarak ele alınması ve bu yüzden hayatın olağan akışında uygulanmasının zor olduğu düşüncesi. İkincisi ise fıkıh alanına ait tartışmaların, bu alana dair eğitim almamış kişiler karşısında gereğinden fazla tartışılması ve böylece yeniden İslam’ın bir kurallar bütünü olduğu algısının desteklenmesi.
Böyle bir ortamda yetişen bireylerin sosyal medyada da dini konulara dair yeni bir dil geliştirmesini beklemek güç. İyi niyetli ve başarılı örnekler olmakla birlikte, özellikle dini konularda eğitim almamış kişilerin gözünde bu tartışmalar gereksiz ve absürt bir noktada konumlanabiliyor. Burada yeni medya araçlarının daha fazla tıklanma ve paylaşım almak için çoğu zaman iletinin kendisini çarpıttığını ve sansasyonel başlıklarla metinleri sunduğunu da göz ardı etmemek gerekiyor.
Yine de özellikle Ramazan ayında geleneksel Ramazan programı formatının dışına çıkan ve genel sosyal medya kullanıcısına hitap eden yeni nesil programları ve programcıları bu noktada tebrik etmek de hepsinin haklarını teslim etmek gerekir.
Bu noktalardan hareketle son yıllarda hayatımızdaki önemi giderek artan okuryazarlık kavramını bir de dini iletişim bağlamında ele almamız gerekiyor artık. Teknolojinin ve bilgi yükünün hızla ve katlanarak arttığı günümüzde, dini iletiye muhatap olan her kişi, konunun gerektirdiği asgari bilgi seviyesine ulaşacak şekilde kendisini donatmalı ve aldığı iletiyi buna dayanarak anlamalı, yorumlamalı. Gelen bilginin doğruluğunu teyit edecek referanslara ulaşmak kadar, temel metodolojiyi bilmek de iletinin muhatabı için önemli artık. Aksi halde yüzlerce yıldır tekrarlanan ve uygulanan en temel kurallar ve kaideler bile “dinin güncellenmesi” ya da “skandal ifade” olarak tanımlanmaya devam edecektir.
Diğer zamanlarda da dini konuların özellikle sosyal medyada ve özellikle eleştirel biçimde tartışıldığını müşahede ediyoruz. Kimi zaman bir kişinin ya da grubun faaliyetleri veya açıklamaları, kimi zaman ise Diyanet İşleri Başkanlığından gelen bir haber ya da içerik sosyal medyanın gündemine oturuyor. Bu paylaşımların ve yorumların hangi niyetle yapıldığından öte tartışma zeminini ele almak, sorunun iletişimle ilgili boyutunu çözmek adına bize yol gösterebilir.
Fıkıh alimleri çağlar boyunca, yaşadıkları dönemde İslam’ın hükümlerini uygulamanın nasıl mümkün olacağı üzerinde çalışmış ve ortaya çeşitli metodlar ile yöntemler koymuşlardır. Kimi konularda fikir ayrılıkları ve farklı uygulamalar olmakla birlikte, özünde değişik coğrafyalarda ve şartlarda yaşayan insanların dini yaşantlarını düzenlemek ve kolaylaştırmak için girişilen bu çabalar, şüphesiz günümüzde de devam etmektedir ve etmelidir. İslam katı ve hareketsiz bir kütle değil, gündelik hayatın kılcal damarlarına nüfuz eden bir inançtır ve bu da günün şartlarına göre çeşitli konu ve uygulamaların yeniden düzenlenmesini gerektirebilmektedir. Sosyal medyada “dine yeni bir güncelleme gelmiş” diyerek tiye alınan bu durum aslında yüzyıllardır süregelen fıkıh geleneğinin bugüne yansımasından başka bir şey değildir; fakat bugün bu iletiye muhatap olan kitle için fıkıh usulü fazla teknik bir kavram olarak kalmaktadır.
Ülkemizde dini iletilerin özellikle televizyonda görünür olması, uzun zaman boyunca Ramazan ayı ile sınırlı kaldı. Son on, on beş yılda ise haftanın belirli günlerinde yayımlanan dini programlar ile, tematik dini televizyon kanalları hayatımıza girdi. Diğer yandan büyük oranda programların teması değişmedi; hüzünlü bir fon müziği, duygusal bir menkıbe, dua ve soru-cevap faslı. Özellikle bu programların soru-cevap bölümleri yıllarca temcit pilavı gibi önümüze sunulan sorularla meşgul edildi: sakız çiğnemek orucu bozar mı, internetten oyun indirmek günah mı, çocuğuma bu ismi verebilir miyim vesaire… Herhangi bir ilmihal kitabına başvurarak cevabı öğrenilebilecek birçok sorunun bu programlarda uzun uzadıya ele alınması iki şeyi beraberinde getirdi. Birincisi, dinin sadece yasaklardan ibaret bir kurallar bütünü olarak ele alınması ve bu yüzden hayatın olağan akışında uygulanmasının zor olduğu düşüncesi. İkincisi ise fıkıh alanına ait tartışmaların, bu alana dair eğitim almamış kişiler karşısında gereğinden fazla tartışılması ve böylece yeniden İslam’ın bir kurallar bütünü olduğu algısının desteklenmesi.
Böyle bir ortamda yetişen bireylerin sosyal medyada da dini konulara dair yeni bir dil geliştirmesini beklemek güç. İyi niyetli ve başarılı örnekler olmakla birlikte, özellikle dini konularda eğitim almamış kişilerin gözünde bu tartışmalar gereksiz ve absürt bir noktada konumlanabiliyor. Burada yeni medya araçlarının daha fazla tıklanma ve paylaşım almak için çoğu zaman iletinin kendisini çarpıttığını ve sansasyonel başlıklarla metinleri sunduğunu da göz ardı etmemek gerekiyor.
Yine de özellikle Ramazan ayında geleneksel Ramazan programı formatının dışına çıkan ve genel sosyal medya kullanıcısına hitap eden yeni nesil programları ve programcıları bu noktada tebrik etmek de hepsinin haklarını teslim etmek gerekir.
Bu noktalardan hareketle son yıllarda hayatımızdaki önemi giderek artan okuryazarlık kavramını bir de dini iletişim bağlamında ele almamız gerekiyor artık. Teknolojinin ve bilgi yükünün hızla ve katlanarak arttığı günümüzde, dini iletiye muhatap olan her kişi, konunun gerektirdiği asgari bilgi seviyesine ulaşacak şekilde kendisini donatmalı ve aldığı iletiyi buna dayanarak anlamalı, yorumlamalı. Gelen bilginin doğruluğunu teyit edecek referanslara ulaşmak kadar, temel metodolojiyi bilmek de iletinin muhatabı için önemli artık. Aksi halde yüzlerce yıldır tekrarlanan ve uygulanan en temel kurallar ve kaideler bile “dinin güncellenmesi” ya da “skandal ifade” olarak tanımlanmaya devam edecektir.