“…Gençler deizme kayıyor…Diyanet kaygılı, sekülerler memnun…fakat arka bahçede; çağdaş, rasyonel, seküler sandığınız insanların hepsi rüyaya, meditasyona, burçlara, enerjiye falan inanmaya başladı. Yani, 21. yüzyılda skolastik düşüncenin merkezi Kadıköy” diyor komedyen Deniz Göktaş. Haksız da değil. Sahil kesimlerinde gezerken haftalığı bilmem kaç bin dolardan başlayan yoga kamplarına, birazcık eli yüzü düzgün semtlerde çok sayıda dükkandan bozma şifalandırma akademilerine, sosyalleşmeyi de seviyorsanız çok sayıda şifacı yaşam koçuna denk gelmeniz mümkün.
Ortadoğu’da diplomasi, uluslararası hukuk, basın özgürlüğü, özetle insan hakları ile ilgili kurumların ve tabi kavramların sınav verdiği bugünlerde gündem dışı gibi olacak ama Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” tezine göndermelerle dolu dinler arası bir savaşın sürekli konuşulduğu için ben de tamamen gündemle ilgili olduğunu düşünerek, şu her topluluğa şifa, huzur ve sağlık sosuyla sunulan Budizm ve Şamanizm konusuna değinmek istedim.
Kırklı yaşlarda Budist bir öğrencim var. Bir Lama’nın terbiyesinde, Nirvana yolunda ilerlemeye çalıştığını anlatmıştı bana. Gerçekten bir din tercihi yapmış ve ona göre yaşayan bir Budist meseleye nasıl baktığını merak ettim, ‘Ne diyorsun bu şifalandırma işlerine?” diye sordum. “Benim hocam (Lama), bunlara “aşureci” diyor. Mevlana’ya gidip Fatiha okuyorlar, Şems’i anlatan kitapları okuyorlar, sonra bu kamplara gidip şifa arıyorlar. Şunu kesinlikle söyleyebilirim ki böyle terapilerle iki hafta kampa gidip terapi almakla hastalıktan kurtulunmaz, vücut iyileşmez, kimse kimseyi bu seanslarla iyileştiremez.” diye yanıt verdi. Anlattığı kadarıyla bu iş önemli bir endüstriye dönüşmüş. Özellikle bu işi kitabına uygun bir biçimde ticarete dökmek isteyenler Çin, Tayland vb. yerlere gidip sertifikalı eğitimler alıyormuş. Sonra da Türkiye’ye gelip, bir yer açıp eğitimlere başlıyorlarmış. Ama bu dediklerim işi kaynağında öğrenenler. Merdiven altında belki bunun on katı icra ediliyor. Instagram’da DM’den fiyat bilgisi verilir, ödeme iban hesabına veya elden yapılır. Fatura vb. istenmez. Alıcısı çok, vergisi algısı da yok. Güzel iş (!).
İronik bir biçimde, sekülerlerin, ‘istismar edildiği için kamusal alandan uzaklaştırılması gerektiğini” savundukları dinin bu yeni senkretik[1], yani halk ağzıyla ‘ortaya karışık’ formu, istismardan da öte çoktan ticari bir forma dönüşmüş durumda. Yüksek meblağlar ödenerek gidilen yoga kampları, plazalardaki şifa seansları, sadece meditasyon gruplarına hizmet veren oteller, çocuklara özel yoga salonları vb. Her şeyin meta haline geldiği bir çağda buna da kolaylıkla alışmak mümkün, hem parası bol olanlar için yeni bir ticari alan açılmış hem de kendilerini boşlukta hisseden insanlara iyi geliyor olabilir. ‘Kime ne?’ denilip geçilebilir. Tamam, konumuz bu değil. İsteyen gider. Ancak İslamî anlatılarla yola çıkarılanlar Budizmin sahillerine bırakılıyorsa ve bu medya yoluyla yaygınlaştırıldıysa burada çok sinsi bir oyun var demektir. İşin daha da vahimi, insanların çok büyük bir çoğunluğu bunu farkında olmadan yapıyor ve hatta yaptırıyorsa, örneğin Allah’ın isimlerini ezberleyeyim hem virdim olur sevaba girerim hem de işim gücüm rast gider diye bu tür yola çıkanlar kendilerini meditasyon yaparken buluyorlarsa ortada bir tuhaflık vardır.
Delilin nedir? diye soracak olursanız, bu oyunun en güzel oynandığı yer olan Instagram’da yaşadığım bir diyaloğu aktarayım. Binlerce takipçisi olan bir ‘şifacı’ hangi ayetlerin neye iyi geldiğine dair fotoğraflı bir seri hazırlamış. Buraya kadar ayetle takipçi toplayan klasik dindar hesaplardan pek bir farkı görünmemekle birlikte (bu hesaplar da başka bir yazının konusu olsun) serinin sonuna şunu sıkıştırmış. “Güne bu dualardan en az üçünü okuyarak başlar ve üzerine meditasyon, yoga veya esma zikriyle devam ederseniz, kötü enerji sizden uzak olur…” Gönderinin altında da ‘Allah razı olsun’lar, “şifa olsun”lar felan uçuşmuştu, herkes halinden memnun yani. Artık hangisi denk gelirse. Mutluluk garanti. Tanımadığım kişilere ait hesaplara yorum yapmama kararımı hiçe sayıp “Esma ile başlayıp Yoga ile bitirmişsiniz, oh ne güzel, ne şiş yansın ne kebap” diye yazınca “Niye ayrım yapayım? farklı bir şey arıyorsanız bu sayfa size uygun değil Mustafa bey” diye cevapladı şifacı hanımefendi. Muhtemelen kendince tabularını da yıkmanın keyfini de yaşamıştır eminim.
Geçtiğimiz yıllarda İslamofobi sıklıkla gündemdeydi. Uluslararası ölçekte dikkate değer çalışmalar yapıldı ve nitelikli bir akademik literatür ortaya çıktı. Artık birbirini tekrarlamaya başlayan akademik çalışmalar yerine, sosyal bilimlerin tüm alanlarında çalışan bilim insanlarını bu “senkretiklik” meselesine değinmeye davet ediyorum. Zira en az İslamofobi (artık bu kavram yerine İslam düşmanlığını kullanalım) kadar tehlikeli hatta ondan daha da sorunlu bir alan. Çünkü İslam düşmanlığı arttıkça İslam bir şey kaybetmediği gibi kendisine uzak insanların daha çok ilgisini çekmeye başlıyor ve çok sayıda kişi bu süreçte İslamiyeti tercih ediyor. Ancak içi boşaltılan din meselesi çok daha tehlikeli. Bu tehlikenin boyutunu 21 yıl öncesinden anlatan Yusuf Kaplan’a kulak verelim yine:
“….Senkretizm, tüm dinleri, özgün kültürleri dümdüz / tarumâr etmektedir. Senkretizm'in tarihteki en büyük kurbanı Hıristiyanlık olmuştur. Vahyî bir din olarak gönderilen Hıristiyanlık, zamanla antik Yunan ve Roma'nın pagan gelenekleri tarafından yutulmuş ve tarumar edilmiştir. Günümüzde senkretizm tehlikesi, Doğu dinlerinin de baş belasıdır: Batılılar, Budizm'i, Hinduzim'i, Taoizm'i meditasyon ve benzeri kaygılarla benimsemekte ama sonuçta Batılıların kendi bencil bedensel, ruhsal ve cinsel arzularını tatmin etmek için kendi hayatlarına uydurdukları bu dinler, aslî dinamiklerini yitirmekte ve temel paradigmaları sarsılmış, içi boşaltılmış, posası çıkarılmış canlı cenaze dinler haline getirilmektedir…”
Son dönemde bu konuya dikkat çeken kişi ve kurumlar olduğunu gözlemliyorum. Akademik makaleler, tezler az da olsa var. Yine Nihayet dergisinin Haziran sayısında bu konuya değinilmiş. Prof. Dr. Vejdi Bilgin’in de yazısında[2] altını çizdiği önemli bir husus var. 2019’da Din İşleri Yüksek Kurulu’nun düzenlediği 6. Din Şûrasında bu konuya dikkat çekildiği ancak gerek akademik camiada gerekse kamu nezdinde kayda değer çok az çalışma yapıldığını belirtiyor.
“Arayış” dizisindeki hikâyenin geçtiği şifa adasının lideri; kendisinden şifa bekleyen genç kadına söylediği şu sözler konuyu özetler nitelikte: “Tarikat, Allah’a götüren yol demektir. Biz yolları aramıyoruz. Biz yolun kendisiyiz. İşte orada da sen lazımsın. Sen ve dolarların.”
Yoğun bir biçimde yaşanılan bu dönüşümün bilimsel tespitleri çerçevesinde kurumlar nezdinde bir özeleştiri yapılmadığında dolarlarını ve farkında olmadan da dinini kaybedecek çok sayıda insan var. Bu, sosyal bilimler için yeterli bir problem değil midir?
[1] Yusuf Kaplan, yirmi bir yıl önce dile getirdiği bu senkretik kavramını “sinizm” yani ikiyüzlülükle eşleştiriyor. Yazının tamamı için https://www.yenisafak.com/arsiv/2002/haziran/17/ykaplan.html
[2] Vejdi Bilgin, “Senkretik Dindarlık: Kendi Dinini İnşa Etmek” https://www.gzt.com/nihayet/senkretik-dindarlik-kendi-dinini-insa-etmek-3757410
Mustafa Hocam, Çok güzel bir yazı olmuş elinize sağlık.
İslam'ın ve İslam düşmanlığının dünya gündeminde olduğu ve İslam dairesinde olan herkesi "sınayan" günlerde, deyim yerindeyse kaleyi içerden fethetmeye çalışan esas düşmanlara dikkat çeken yazınız için sizi tebrik ediyorum hocam. İşaret ettiğiniz gibi insanın dişini kıran ve tehlikeli olan pirincin içindeki beyaz taştır. Parantez içinde bu da başka bir yazının konusu olsun dediğiniz konu ile birlikte pirincin içindeki beyaz taşların farkedilip ayıklanması dileklerimle... Yazılarınızı ailecek takip ediyoruz, yolunuz açık, kaleminiz kuvvetli olsun...