Malumunuz Ramazan ayında diğer zamanlara oranla dini içeriklerle ve hocalarla medya mecralarında daha çok karşılaşıyoruz. Ramazan'ın dini içerik, söylem ve üslubun daha büyük bir kitleyle buluştuğu bir ay olduğunu da söyleyebiliriz. Gençlerin ve eğitimli yetişkinlerin ne kadarı bu söylemleri ve içerikleri dikkate alıyor sorusunu birçok yazıda, kitapta, araştırmalarda görmeye başladım son yıllarda… Sonuç ise kimilerine göre hiç iç açıcı değil, bana göreyse tam da olması gerektiği gibi… Yani pek de dikkate alınmıyor.
Geçtiğimiz Mart ayında “Din dili gençlerde nasıl karşılık buluyor?” dosyası ile okuyucuyla buluşan Genç Dergi din dilinin kullanımını hem teknik hem içerik açısından değerlendiren güzel bir sayıya imza attı. Vaizlerin dil ve üsluplarının bugünün insanını yakalayamayışına dair kıymetli anekdotlar içeren dergiden kendi notlarımla birlikte bir özet yapmam gerekirse, teknik anlamda en çok sorun oluşturan meseleler şu şekilde;
- Üstenci, hamaset dolu ve artık günlük hayatımızda kullanmadığımız kelimelerle bezendiği için anlaşılmayan ağdalı bir dil
- Yorgun kavramlar dediğimiz, çok tüketilmiş dini kavramların kullanılması
- Yüksek ses tonu, gereksiz vurgu ve tonlamalar kullanarak daha etkili olabileceğini zannetmek
- Diyalog yerine monolog ağırlıklı bir iletişim biçimi (etkileşimi azalttığı için dikkatin toplanmasını da zorlaştırıyor)
- Mesafeli tavır, hocaların kendini konumlandırma sorunu (egoya yenik düşme de denilebilir)
- Kimi hocaların bilgilendirmek yerine duygulandırmayı tercih etmeleri (kıssacılık, sahabe hikâyeleri, cinler, türbeler, kabir azabı gibi konularla dikkat çekilmeye çalışılması, acıklı ya da korkutucu ses tonu, ağlamaklı hal)
- Yaşadıkları toplumun sosyolojisine uzak olmaları
- Birçok kez demagojiye başvurmaları (özellikle bazı tartışma programlarında)
- Eğitimli kişileri tatmin edebilecek nitelikte bir din dili oluşturamamaları
- Yeni meselelere eski çözümler getirmeye çalışmaları ve getirememeleri (bunu son zamanlarda kripto para gibi pek çok ekonomik meselede ve internet dünyasına ait fıkhi sorularda yaşıyoruz. Hocanın vakıf olmadığı teknolojik konularla ilgili olarak “caiz değildir” demesi kolay bir kaçış yolu)
- Hocaların kimi zaman kendilerini bir psikolog, terapist yerine koyarak kişilerin din ile ilgisi olmayan sorunlarına çare ve öneriler bulmaya çalışması
- Sansasyonel içeriklerle gündem oluşturmaya çabalamaları
Tabi samimiyet öyle bir şey ki, samimi olmaya çalışmanız da samimiyetsizlik olarak muhatabınız tarafından direkt anlaşılıyor. Kendi gibi olmak, bir dostuyla sohbet ediyor gibi bir meseleyi anlatmak, sohbet meclisini “ulusa sesleniş” arenasına çevirmemek, diyalog halinde olmak oldukça önemli. Farklı coğrafyalara ve toplumlara göre de kullanılan din dilinin değiştirilmesi gerekiyor. İstanbul’da bile ilçeden ilçeye değişen, tarz, üslup, içerik, Türkiye’nin farklı yörelerinde daha belirgin bir farklılığa yol açıyor. Dini hassasiyetlerin dereceleri ve konuları aynı şekilde farklılaşıyor.
“İnsanlara seviyelerine göre davranın.” “İnsanların akıl ve anlayış seviyelerine göre konuşun.” “Biriniz bir topluluğa onların anlayamayacağı bir söz söyler de, bu söz onlar için fitneye sebep olur.” Hadis-i Şerifleri bu anlamda bize rehberlik edebilir.
Her zaman söylediğim bir şey var. Kullanılan dil ve üslubun önemi yanı sıra toplumun kendisine sunulan bilgileri değerlendirebilecek, bilgi kirliliğinden arındırabilecek bir bilinç düzeyine yükseltilmesi son derece önemli. Bu bilinç düzeyi ne kadar artarsa din dili de avamlıktan, sıradanlıktan ve yukarıda sıraladığımız sorunlardan o kadar kurtulacaktır. Tabi ki tüm bunların ötesinde kul olarak her birimizin bir biri ile iletişiminde aslolan eylem-söylem birliğidir.
“Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz” Saff 61/2