“Camide Kola İçen Adam” başlıklı yazımda, boykotun gerekliliği ve önemini izah etmiş ve boykot markalarının marka iletişim stratejilerini “yerlilik” vurgusu ile düzenlemek zorunda kaldıklarını vurgulamıştım. Akabinde boykot bilinci olan kişilerin boykota kararlılıkla devam etmekle birlikte çevresindekileri de boykota teşvik etmelerinin gerekliliğinden bahsetmiştim. Bu teşvik-davet de ancak doğru bir iletişim stratejisiyle başarılı olabilir ve bu da temel iletişim hatalarından uzak durup, mümkün olduğunca nazik ve yapıcı bir üslup takınmaktan geçer. Ben öncelikle bir iletişimci olarak sizlerle çevremde boykota dair konularda tespit ettiğim iletişim hatalarını paylaşmak istiyorum:
1. Boykot davetçilerinin öfke kontrolü sorunu: Bazı boykot davetçilerinin özellikle kahve veya hamburger satan mağazalara gidip oradaki kişilere boykotu hatırlatma ve farkındalık oluşturma eylemlerinde zaman zaman istenmeyen görüntülere şahit olabiliyoruz. Öncelikle meseleyi doğru anlamaya çalışalım. Boykot davetçileri dertli, zulme kayıtsız kalmayıp bağrı yanan insanlar ve bu akla durgunluk veren vahşet karşısında doğal olarak öfkeliler. Bu kişiler o mekânlara gittiklerinde zaten böyle bir bagajla oraya gelmiş oluyorlar. Gittikleri yerdeki vurdumduymazlık ve hatta zaman zaman yaşanan tahrik edici söz ve davranışlar hakikaten tahammül edilmesi zor bir durum; lakin eylemin amacına ulaşabilmesi için sabırlı olmak da şart. Boykot davetçisi sabırlı olmak zorunda, başka yolu yok. Davette nebevi yöntemi uygulamakla yükümlüyüz. Kur’an-ı Kerim’de¹ buyrulduğu üzere yumuşak davranmayıp kaba ve katı olursak bizim davette bulunduğumuz insanlar bizi dinlemek şöyle dursun etrafımızdan dağılıp giderler.
Boykot davetçileri ile yaptığım sohbetler ve gözlemlerim sonucunda aslında karşılaşılan tepkilerin birbirine çok benzeyen klişeleşmiş kalıp düşüncelerden oluştuğunu fark ettim. Bazı kişiler boykot davetçilerinin kendilerine yönelttiği eleştirilerden sıyrılmak için “karşı tarafta açık arama” yoluna başvuruyorlar. Hemen gözleri ayakkabıya veya telefona gidiyor. “Sen öyle diyorsun ama bak senin giydiğin ayakkabı da Amerikan malı veya çıkar bakayım telefonu o da Amerikan markası değil mi?” tarzında iyi niyetli olmayan sözlerle sık karşılaşılıyor. Öncelikle bile isteye boykotlu bir dükkânda hamburger yiyen veya kahve içen bir kişinin sarf ettiği bu eleştiriler ciddiye alınmayı hak etmiyor. Zira, oradaki muhatap iyi niyetli değil ve aslında bu sözlerle kendi hatasını kabul etmekle birlikte “Ben hatalıyım ama bak sen de masum değilsin!” düşüncesi ile odak noktayı kendinden uzaklaştırmaya çalışıyor. Elbette 7 Ekim’den önce bir telefon veya ayakkabı satın almış olmakla, şu anda boykot ürünlerini tüketmek bir değil. Bazı boykot davetçisi kardeşlerimiz pek çoğumuzda olduğu gibi “7 Ekim hadisesi” öncesi boykot markaları hakkında şu anda sahip olduğu hassasiyet düzeyine sahip olmayabilir. Önemli olan bu soykırımla beraber boykot bilincini kazanıp yolumuza artık bu alışkanlıkla devam etmek. Kimsenin kimseyi geçmiş alışverişleri ile yargılamaya hakkı yoktur. Sonuç olarak bu tarz yargılayıcı tepkilerle karşılaşan davetçilerin sükunetini koruyarak nezaket ile hâllerini ifade etmeleri büyük önem taşıyor.
2. Boykot listelerinde ve sitelerinde görülen tutarsızlıklar: Bu süreçte çok sayıda boykot listesi oluşturuldu, pek çok web sitesi kuruldu ve çeşitli mobil uygulamalar geliştirildi. İyi niyetle hazırlanan bu çalışmalarda emeği geçen herkesten Allah razı olsun lakin boykot listeleri arasındaki tutarsızlıklar meselenin ciddiyetine gölge düşürmektedir. Bir ürünün bir listede boykot olarak görülüp farklı bir listede olmaması, bazı ürünlerin ayrıntılı araştırma yapılmadan listelere eklenmesi, ABD veya Yahudi malı olan her markanın Siyonist destekçisi olup olmadığına bakılmaksızın listelere eklenmesi gibi problemler, boykotun ciddiyetine zarar vermekle kalmayıp boykotu zorlaştırarak sürdürülebilir olmasını da engelliyor. Boykotun sürdürülebilir olmasını sağlamanın en temel yollarından biri soykırımcı İsrail’e desteğini açıktan ilan eden markalara odaklanıp onları ön plana çıkarmaktır. Bu noktada Bilinçli Tüketim² sitesinin kanıtları ortaya koyup, İsrail’e doğrudan destek veren markalardan dolaylı olarak destek veren markalara doğru boykot ürünlerini 3 aşamada kategorize etmesini başarılı buluyorum. Bunun gibi gerek ulusal düzeyde, gerek uluslararası düzeyde çok başarılı boykot siteleri ve uygulamalarının çıkması umut verici.
3. Genç nesle ulaşamamak: Basit bir gözlemle bile boykotun belli bir yaşın altındaki gençlerde beklediğimiz yankıyı uyandıramadığını görebiliyoruz. En meşhur boykot mağazalarını dolduranların çoğunu da yine genç nesil oluşturuyor. Genç nesle kızıp suçlamak hem kolaycılık hem de haksızlık olur. Bunun sebeplerini araştırıp empati kurmakta fayda var. Ben bunun en önemli sebebinin aile olduğunu düşünüyorum. Çocuğun dünyaya gelmesinden itibaren yaşadığı evin temel gündemi neydi? Kudüs, Filistin, ümmet ve dava gibi kavramlar evdeki sohbetlerde geçiyor muydu?
Çocuk ilk eğitimi anne ve babasından alır. Anne-babası onu maddi manada olduğu kadar manevi olarak da beslemediyse, o çocukla ilgili bu yönde bir beklentiye girmek mantıklı değildir. Çevre, arkadaşlar, okul gibi faktörler de etkili olmakla birlikte bunların hepsi aileden sonra gelmektedir. Aileden asla ümmet ve “Kudüs bilinci” almamış bir Müslüman gencin arkadaş çevresi de kendisi gibi ise onun için Gazze soykırımı bizim hissettiğimiz ile aynı anlam dünyasına karşılık gelmeyecektir ve doğal olarak bizim gösterdiğimiz refleksi gösteremeyecektir.
4. Sistematik Manipülasyon ve Propaganda Dolaşımı: Ne yazık ki sosyal medya mecralarında kötü insanların sesi, iyi insanlardan çok daha fazla çıkıyor. Yalan yanlış bilgiler ise “hakikat”ten çok daha fazla paylaşılıyor ve çok hızlı yayılıyor. Hâl böyle olunca da Siyonistlerin ekmeğine yağ sürecek bir sürü klişe bilgi, tabiri caizse almış başını gidiyor. Şimdi burada tek tek yanlışlığını izaha kalkışarak yazıyı uzatmak istemediğim “toprak satma, arkadan vurma” vb. gibi hezeyanları zaten aklıselim, bir parça okuyup araştıran hiçbir vicdanlı insan benimsemiyor. Lakin söz konusu “dezenformasyon virüsleri” cahil bırakılmış gençlerimizin aklını karıştırarak sağa sola zehir saçmaya devam ediyor. Bize düşen ise zehre panzehir kabilinde hakikatin sözcülüğünü yılmadan yapmaya devam etmekten başka bir şey değildir.
5. Öğrenilmiş Çaresizlikler ve Önyargılar: Çevremdekilere boykotu tavsiye ettiğimde aldığım tepkilerden bazılarını da “Bu Siyonistler tüm dünyayı kuşatmışlar, her taşın altından çıkıyorlar. “Benim bir iki ürün alıp almamam ile mi bu düzen değişecek?” gibi cümlelerden oluşuyor. Bu klişelere benim cevabım: Evet tam da senin o ürünü almaman ile bu kara düzen değişecek. Ben almazsam, sen almazsan ve topyekûn tüm vicdanlı insanlar olarak kararlılık gösterirsek emin olun çok şey değişecek. Eğer boykot işe yaramasaydı Türkiye’de yaygın olan boykot markaları kendilerini “yerli” olarak göstermek için kıvranırlar mıydı? Bazen internette boykotun markalara finansal etkileri ile ilgili “X markasının borsadaki hisseleri %3 düştü” gibi bazı grafikler paylaşılıyor. Bu verileri finansal okur-yazarlığı olmayan insanlar “O kadar boykot ediyoruz satışlar ancak bu kadar mı düşebilmiş?” diye ümitsizlikle karşılıyor hâlbuki işin rengi aslında öyle değil. Bir markanın boykottan ettiği zararı anlamak için sadece bir parametreye bakmak asla doğru bilgi vermiyor. İktisatçı Dr. Muhammed Bedrettin Toprak³ gibi işin ehli isimler bunu okumanın mukayeseli analizler gerektirdiğini ve netice itibariyle boykot ile markalara verdiğimiz mali zararın grafiklerde gördüğümüz rakamlardan çok daha fazla olduğunu bilimsel bir şekilde izah ediyor. Öte yandan Türkiye’nin dünyada Pakistan ile birlikte boykota en çok katılım sağlayan ülkelerde en üst sıralarda olması da hakikaten gurur verici. Bu performansımızı artırarak ve yaygınlaştırarak devam ettirmemiz gerekir.
6. Boykotun tüm yükünün vatandaşa yıkılarak marketlerin/mağazaların bu işten muaf görülmesi: Bu madde tam olarak bir iletişim hatası olmasa da market sahipleri böyle bir algı oluşturmayı büyük ölçüde başardılar. Ben meşhur bir zincir marketin mağaza müdürü ile bu konuyu tartıştım. Neden satıyorsunuz, diye sorunca “Burası ticarethane, alıyorlar ki satıyoruz. Müşteri almazsa satmayız…” cevabını verdi. İlk bakışta kendi açısından haklı gibi görünen bu cevap aslında hiç doğru bir düşünce dünyasından gelmiyor. Bu davada herkesin bir görevi var. Vatandaşın görevi almamak, tüccarın görevi satmamak. Mesele bu kadar açık ve net. Allah her birimize mesuliyetini ifa edebilme muvaffakiyeti nasip etsin.
Her meselede olduğu gibi boykot meselesinde de iletişim hayati önem taşıyor zira bireyler arasında doğru bir iletişim kurulmazsa kendimizi aynı şeyi savunup farklı şeyler söylüyormuş gibi bir çatışmada da bulabiliriz veya haklıyken haksız konuma düşebiliriz. İletişim sorunlarının bunlar gibi daha birçok trajik sonucu olabilir. Doğru bir iletişim ise bize tüm sorunları çözmede sihirli bir anahtar etkisi kazandırır ve sorumluluk sahibi her insanın bu anahtara ihtiyacı vardır.
Son olarak unutmayalım ki “boykot” güncel politik gelişmeler ve hadiselerin etkisiyle yapılacak geçici bir eylem değil yaşam boyu sürecek bir alışkanlık / dünya görüşü olmalıdır.
Dipnotlar
- Sen onlara sırf Allah’ın lütfettiği merhamet sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever. (Âli İmran Suresi 159)
İnsan, zaman zaman zihninden dağınık şekilde geçenlerin böyle sistematik bir yazıya döküldüğünü görünce "İşte buuu, yalnız değilmişim!" diyerek sevinmeden edemiyor. Ciddi bir emek olduğu okununca anlaşılıyor. Ellerinize ve fikirlerinize sağlık. Allah razı olsun.