Uzun zamandır “selamlaşma” ile ilgili zihin dünyamda fikirler uçuşuyor. Bu düşünceleri bir yazıda derleyerek siz değerli okuyucularım ile paylaşarak takdirinize sunma ihtiyacını hissettim ve bu satırları kaleme aldım. Konuya giriş yapmadan önce selam kavramını çok temel düzeyde açmakta fayda var. TDV İslam Ansiklopedisine göre ‘selam’, “Müslümanların karşılaştıklarında birbirlerine sağlık ve esenlik dilemeleri anlamında bir terim.” olarak tanımlanmıştır. Kurtulmak, rahatlama, esenlik, barış ve emniyet gibi anlamlara da sahip olan selam TDK Sözlüğünde ise “Bir kimseyle karşılaşıldığında, birinin yanına gidildiğinde veya yanından uzaklaşıldığında kendisine söz ve işaretle bir nezaket gösterisi yapma; esenleme, merhaba.” olarak açıklanmıştır. ‘Es Selamu Aleykum’ veya ‘Selamunaleyküm’ dediğimizde karşımızdaki Müslüman kardeşimize bir nevi dua ediyoruz, esenlik diliyoruz ve bunun yanında “Ben Müslümanım, benden sana zarar gelmez” mesajı da vermiş oluyoruz. Merhaba dediğimizde de karşımızdakine ferahlık dilemiş oluyoruz zira ‘merhaba’ Arapça “rhb” kökünden gelmekte olup “ferah ve geniş” olma anlamındaki ‘rahab’ sözcüğün zarfıdır. Günaydın dediğimizde de “günün aydın olsun” dileğinin kısaltılmış halini söylüyoruz aslında. Kısacası ne şekilde verirsek verelim selam vermek iyi dilektir, nezakettir ve iletişimin anahtarıdır.
Kent yaşamının aynı apartmanda yaşayan insanları dahi birbirinden uzaklaştıran hengamesi beni selam kavramını daha da çok düşünmeye sevk etti. Mesela aynı asansöre bindiğimiz komşum neden bana selam vermiyordu? Birbirimize tebessüm edip selamlaşmak varken neden ortam buz kesercesine somurtuyorduk? Günlük hayatta buna benzer tecrübe ettiğim hadiseler aslında bana şunu öğretti: Maalesef geldiğimiz noktada selamlaşma konusunda çok ciddi eksiklerimiz var. İnsanlar sadece tanıdığı kişilere selam verir olmuş. Bir insan ile henüz tanışmamış isek sanki “o kişiye selam verilmez” gibi bir yanılgı hâkim. Oysa selam iletişimin anahtarıdır. Atalarımız boşuna “Önce selam, sonra kelam!” dememişler. Ben de buna karşın şu kararı aldım: Madem komşularım genellikle selam vermekten kaçınıyor o halde “ilk selam veren ben olayım.” Bu düşünce ile mümkün olduğunca her karşılaştığım komşuma selam verdim ve genellikle karşı tarafı beklemeden ilk ben davrandım. Pek çoğu selamımı içtenlikle alıp gülümsedi. Kendilerine selam vermiş olmamın onları mutlu ettiği kolaylıkla anlaşılıyordu. İşte bu selamın iletişimi kolaylaştıran ve güçlendiren kuvvetli tesiri olmalıydı. İşin garibi insanlar selam vermekten kaçınsalar da selam verildiğinde mutlu oluyorlardı. Demek ki insanlar özünde selamlaşmayı istiyorlar ve gerekli buluyorlardı lakin birtakım sebeplerden dolayı selam vermekten geri duruyorlardı. O “birtakım sebepler” kent hayatının getirdikleri olsa gerek… Yaşadığımız yüksek katlı bloklarda ortalama bir köy nüfusu kadar insan yaşasa da geleneksel köy hayatındaki güçlü iletişim bağlarından eser yok. Üstelik günümüzde hemen hemen herkesin evi çeşit çeşit iletişim araçları ile dolu: telefonlar, bilgisayarlar, tabletler, televizyonlar, radyolar vb. Dijital iletişim ağı güçlense de kişiler arası yüz yüze iletişimin zayıflaması paradoksu, postmodern hayatın bize getirdiği bir “hediye” (!) Bize düşen iletişim teknolojilerinde ortaya çıkan yeniliklere direnç göstermek değil aksine yenilikleri tanıyıp anlamaya çalışmaktır. Bununla beraber bu yenilikleri ilkelerimiz ve değerlerimiz ışığında, prensiplerimizden taviz vermeden nasıl kullanabileceğimizi bulmaya çalışmaktır.
Zihnimin bu mülahazalar ile dolu olduğu dönemde bu konuları sıklıkla çevremdeki akademisyenler ile de istişare ettim. Bu o kadar ciddi bir konu ki “Selam Vakfı” bir diye vakıf kursak ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) buyruğu üzerine selamı yaymak için faaliyet göstersek ne güzel olur diye de düşünmeden edemedik. Tam da bunun üzerine geçtiğimiz haftalarda internet ortamında rastladığım bir haber beni çok heyecanlandırdı. Haber özetle; “Selamı yayma girişimini güçlendirmek için İstanbul’da “Dünya Selamı Yayma Platformu”nun kurulduğunu anlatıyordu. Platformun kuruluşu “Toplumsal Reform ve Selamın Yayılması” başlıklı sempozyum ile ilan edildi ve sempozyuma Filistin İslamî Hareketi lideri Şeyh Raid Salah ile Dünya Müslüman Alimler Birliği Genel Sekreteri Ali Muhyiddin el-Karadaği başta olmak üzere çok sayıda din adamı katıldı.
Dünya Selamı Yayma Platformunun kuruluş amacı Raid Salah'ın selamı yayma girişimini güçlendirmeyi ve İslami toplumsal reformu dünyaya aktarmayı hedeflemek olarak açıklandı. İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Ahmet Hamdi Yıldırım, ise sempozyumda yaptığı konuşmada, “Selamı yayma fikrini yaygınlaştırmanın acil bir ihtiyaç olduğunu gördük ve ilgili kardeşlerimizle oturup, platformu başlatmak için inisiyatif aldık.” dedi.
Özellikle Raid Salah’ın bu platformun içinde olması bana şunu hatırlattı. Ümmetin kurtuluşu, Kudüs’ün kurtuluşundan Kudüs’ün kurtuluşu müslümanların birlik beraberliğinden, Müslümanların birlik beraberliği ise aramızda selamı yaymaktan geçiyor.
Selamı yaymaya ailemizden, komşularımızdan yani önce yakın çevremizden başlayacağız ve inşallah bu hale hale yayılacak ve ümmet sathında karşılık bulacak. Önce selam sonra iletişim. Kişiler arası iletişimimizi güçlü kurgulamadan kitle iletişiminde çok da başarılı olmak mümkün değil. Kişiler arası iletişimi güçlü, gelenekten yeniliğe koşan bir toplum çağı yakalayabilir. Toplum olarak çağın yeniliklerini okuyup ilkelerimiz ışığında analiz ederek doğru kullandığımız takdirde hedeflerimize ulaşabiliriz. Selametle…