7 Ekim Aksa Tufanı harekâtının 1. yılı geride kalmışken bir iletişimci nazarıyla boykot meselesini ele almak istiyorum. Zira boykot biz sivil halkların kavli dua dışında yapabilecekleri en etkili direniş yöntemi.
Öncelikle belirtmek isterim ki bu şaşırtıcı başlık, yazı dikkat çeksin diye yapılan klişeleşmiş ironilerden biri değil ve ne yazık ki gerçek! Anlatayım: Haftalar önce İstanbul Başakşehir Merkez Camiinde cuma namazı kılarken ilginç bir sahneye şahit oldum. Cemaatten bir adamın yanında meşhur bir kola markasına ait 1 litrelik meyve suyu vardı. Beynimden vurulmuşa döndüm! Zira camideydik ve 7 Ekim’den beri bu camide hocalarımız her fırsatta vaazlarda ve hutbelerde boykot meselesinin altını çiziyordu. Öte yandan Diyanet İşleri Başkanından Cumhurbaşkanına, sivil toplum liderlerinden kanaat önderlerine kadar pek çok önemli isim tarafından bu mesele kamuoyunda ciddi şekilde gündeme getirilirken bir Müslüman nasıl böyle bir gaflete düşebilirdi? Zihnimde bu düşünceler uçuşurken, namaz çıkışı o adamı lisanımünasiple ikaz etmeye karar verdim zira hadisişerif¹ mucibince Müslüman bir yanlış gördüğünde eliyle, eliyle düzeltemiyorsa diliyle düzeltmek ile mükelleftir. Her gün caddelerde, sokaklarda, çarşılarda ve marketlerde boykot duyarlılığından uzak birçok hadise ile karşılaşıyoruz. Eminim pek çoğumuz aynı duyguları hissediyordur, her seferinde içimizden “acaba bir şekilde uyarsam mı?” sorusu geçebiliyor. Doğal olarak iletişime geçme konusunda tereddütte kalabiliyoruz. Zira yaşadığımız çağın koşulları bize eski devirlerde olduğu gibi kişiler arası iletişimin kolaylıkla kurulduğu bir sosyal ortam sunmuyor. Bireyselleşme inanılmaz bir şekilde güçlendikçe kişinin çevresindeki olaylara verdiği tepkiler de bir o kadar zayıfladı. İnsanlar tanımadığı bir kişiye vereceği tepki sonrası ne ile karşılaşacağını öngöremedikleri için duruşlarından ödün verebiliyorlar. Boykot konusunda bire bir iletişimin doğruluğu-yanlışlığı veya etkili olup olmaması başlı başına bir tartışma konusu olsa da en azından benim kanaatim bu konuda tek bir doğru veya yanlış olmadığı yönünde. Boykotlu bir ürünü satın alan veya almak üzere olan bir kişi gördüğünüzde ortamın havası, muhatabınızın duruşu, yaşı ve ondan aldığınız enerji gibi daha birçok faktör hesaba katılabilir. Her doğruyu, her zaman, her insana söyleyemeyebiliriz. Bu elbette yapılan yanlışı onayladığımız ve görmezden geldiğimiz anlamına gelmez. Az önce referans aldığımız hadisi şerifin devamında vurgulandığı gibi yanlışı elimizle veya dilimizle düzeltemiyorsak en azından ona buğz edeceğiz. O yanlışa olan nefretimiz her daim diri olacak. Bu noktadaki ince hususlardan biri de nefretimiz “şahıs”lara değil, şahısların işlediği “eylem”lere olacak; yani bizim kavgamız asla boykot ürünü alma gafletine düşen kişilerle değildir. Bizim kavgamız dünyanın en profesyonel organize kötülük hareketi ve onun işbirlikçileri iledir. Bu minvalde bize düşen nazik bir iletişim diliyle hatırlatma yapmaktır. Yapacağımız işin sadece küçük bir hatırlatma olduğunun altını çizmeli ve herhangi bir dayatma veya özgürlüğe müdahale gibi niyetimizin olmadığı vurgulamalıyız. Peki sizi neden ilgilendiriyor diye sorulursa: “Müslüman olmamızın getirdiği mesuliyet duygusuyla bebeklerin dahi katledildiği soykırımın tanıkları olarak bu vahşete ortak olunmasına kayıtsız kalamayacağımız” ifade edilebilir. Camide kola içen adama dönecek olursak, namaz çıkışı selam vererek yanına yanaştım ve nazikçe o meşrubatın boykot ürünü olduğunu hatırlattım. O da bana gülümseyerek haklı olduğumu söyledi. İçim o kadar rahatlamıştı ki! En azından ben bana düşeni yapmıştım, benim uyarımla o kişi boykotla alakalı tutumunu değiştirir veya değiştirmez, onu Allah bilir. Bu konularda sonuç odaklı değil süreç odaklı olmak gerekir. Biz bir tohum atarız ve o tohum bugün filizlenmezse yarın filizlenir elbette.
Boykot Mağazalarında Neden Türk Bayrağı Asılıdır?
Boykot markası olan meşhur market, kahve ve fast food zinciri mağazalarının girişlerine genellikle Türk Bayrağı asılması sizin de dikkatinizi çekti mi? Diğer yerli-milli mağazalarımızda sadece milli bayramlarda asılan bayrak bu mağazalarda her gün asılı vaziyette. Bu uygulama 7 Ekim öncesinde de yapılıyor muydu emin değilim ama benim boykot seferberliği ile birlikte dikkatimi çekti. Boykot markalarının her fırsatta ve imkânda ambalajlarında, reklamlarında, sloganlarında ve hatta isimlerinde dahi yaptığı yerlilik düzenlemeleri ve vurguları… Tüm bunlar bize boykotun işe yaradığını kanıtlamakla birlikte bu markaların “biz de yerliyiz!” diyebilmek için kıvrandıklarını gösteriyor! Bu soykırım işbirlikçisi markalar yerlilik vurgusu ile vatandaşın milli duygularını istismar ediyorlar. Açık bir şekilde manipülasyon yapan markalara karşı milletimizin her daim uyanık olması lazım. Yılmadan, bıkmadan - usanmadan boykota devam etmek lazım. Aslında yapmamız gereken boykottan daha öte bir tüketim alışkanlığı değişikliğidir; zira “boykot” eylemi doğası gereği genellikle geçicidir. Bir amaca ulaşmak için boykot uygulanır ve neticeye varılınca sonlandırılabilir fakat bizim davamız kısa süreli bir boykottan ziyade daimi bir duruşu iktiza etmektedir. Öte yandan ekserisi insan sağlığını tehdit eden ürünleri içinde barındıran bu her yönden zararlı markaları zaten biz hiçbir şekilde evlerimize sokmamalıydık ve sokmamalıyız.
Boykot da nasip işi!
Hakikaten çok zorlu bir süreçten geçiyoruz. Yeryüzünde iyinin ve kötünün savaşı veriliyor ve safımızı belli etmenin tam zamanı! Bunun bir yolu da boykottan geçiyor. Yeryüzünde dili, dini, ırkı ve rengi ne olursa olsun bütün vicdanlı insanlar iyiler safında olmak için bir şeyler yapıyor. Filistin hakkında konuşmaya, yazmaya, paylaşım yapmaya hız kesmeden devam ediyorlar, Filistin’e destek eylemlerine katılıyorlar ve boykot ediyorlar. Boykot bir vicdan meselesi, bir duruş meselesi, insani bir eylem. Boykot eden insan lisanıhâliyle: “Ben yediğime içtiğime dikkat ediyorum, bu dünyaya diğer canlılar gibi ne bulursam yemek ve ötesine berisine bakmadan yoluma devam etmek için gelmedim zira benim bir dâvâm var” demektedir. Dolayısıyla, boykot ulvi bir eylemdir ve nasip meselesidir. Ancak insani duyarlılığı yüksek onurlu insanlar boykot edebilir. Türkiye gibi boykot ürünlerini tüketenlerin değil de boykot edenlerin suçlanabildiği bir ülkede insanları boykota davet ederek duyarlılık ve fedakârlık göstermek “özel” insanların işidir.
Bazen hüsnüzan edip boykot ürünü satın alan kişi ile ilgili “Acaba bu markanın boykot olduğunu bilmiyor olabilir mi?” diye düşünüyorum fakat işin aslı iletişim teknolojilerinin bu denli geliştiği bir çağda kimsenin “bilmiyordum, duymadım, görmedim” gibi bahanelere sığınma lüksü olmamalı. Bilgiye ulaşmak bu kadar kolayken bilmiyor olmak zor. Bir derdi ve davası olan kişi her konuyu araştırıp öğrenebilir. Öncelikle bu işin bir dert olarak benimsenmesi gerekiyor. Derdi olan insanların bu derdi paylaşmaları ve hakikati anlatmaları çok önemli. Ne yazık ki bireyselleşmenin etkisi ile neredeyse kimse kimseye bir hakikati tavsiye edemez oldu. Halbuki boykot bireyselden kitlesele yayılan kolektif bir eylemdir. Boykotun bir ayağını bireysel disiplinimiz oluştururken diğer ayağını kitlelere yayılması oluşturur. Bireysel boykot alışkanlığımızı ise doğru bir kişilerarası iletişim yöntemiyle çevremizdekilere davet ve teşviklerle başarabiliriz. Bir sonraki yazımızda boykot sürecinde yaşanan iletişim hatalarına değineceğiz zira doğru iletişim yöntemimizi inşa ederken bu hatalardan uzak durmak önem arz etmektedir.
Dipnotlar
- “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îmân 78. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17)
Kalemine sağlık abi, boykot meselesini gerçekten çok güzel bir şekilde işlemişsin.
Aynen öyle kardeşim
Kalemine sağlık