İletişim, insanlar arasındaki duygu, düşünce ve bilgilerin ‘çeşitli yollarla’ karşılıklı olarak aktarılmasıdır. Bu tanımdaki ‘çeşitli yollar’ nitelemesi önemlidir. Çünkü bu; duygu, düşünce ve bilgilerin aktarılmasına aracılık eden vasıtaların tümünü içine alır. İletişim sürecinde, iletişimin başlatıcı olan kaynağın kodlayarak bir kanal vasıtasıyla gönderdiği ileti, alıcı ya da alıcılar tarafından algılanır. İletişim dilinde buna ‘kod açma’ adı verilir. Bu aşamada ileti ya da mesaj, alıcı tarafından çözümlenir ve kaynağa geribildirimde bulunulur. Tıkalı olmayan etkili ve sorunsuz iletişim süreci bu şekilde işler. Peki, insan neden iletişim kurma ihtiyacı hisseder? Esasen bu sorunun cevabı, kısmen insanın kendi içinde kısmen de dışında saklıdır. Çünkü onun gerek kendi içinde gerekse diğer insanlarla kurduğu karşılıklı iletişimin temelinde, “içeridekileri [enfüs]” ve “dışarıdakileri [âfâk]” bilme/anlama çabası yatar (Fussilet, 41/53). İlk insanın aynı zamanda bir peygamber oluşuyla birlikte, öncelikle dinsel bir içerikle anlamlandırılan söz konusu bilme/anlama çabası, insanın kendini anlatma çabasıyla birlikte dilsel bir boyut kazanarak söze ve sözcüklere aktarılmaya başlar. Bu iki boyut, insanın kendisi, Yaratıcısı ve evrenle kurduğu bağlantıyla birlikte, kendinden başlayarak yakın ve uzak çevresindeki insanlarla kurduğu iletişimin de ana eksenini oluşturur.
İnsanoğlu, çeşitli yeteneklerle dünyaya gelir. Kişiden kişiye farklılaşan bu yetenekler, tek tek tüm insanların yaratılış hikâyesinde bulunur. Çünkü her insan, nevi şahsına münhasır potansiyeliyle diğerlerinden farklı, biricik ve eşsiz bir yaratılışa sahiptir. Söz konusu potansiyel, insanın fıtratına yüklenen yaratılış kodlarında saklıdır. Şahsa özel bir yazılımda taşınan bu kodlar, ilk önce ilahi bir nefeste gizlidir. Bu nefes, vakti geldiğinde bir damlacık suya üflenir. Bu üfleyiş, insanın dünya yolculuğunun da başlangıcına işaret eden ilk hareketi oluşturur. Bu yolculukta insan, önce katreden nutfeye, sonra nutfeden alakaya (embriyo), alakadan (hücre topluluğu) bir parça ete, etten kemiğe, kemikten ete ve son olarak da insanoğluna dönüşerek (Mü’minun, 23/14) dünya ile buluşur. Böylece dış dünya ile ilk iletişim de kurulmuş olur. Aslında insanın ilk teması, kendisini dokuz aydan fazla bir süre karnında taşıyarak yolculuğuna eşlik eden annesi yoluyla gerçekleşir. Bu aşamada henüz minicik bir fetüsten ibaret olan insan yavrusu, doğumla birlikte anne karnının güvenli ortamından alışık olmadığı yabancı bir çevreye adım atmış olur. Bir taraftan endişeli ve ürkek bakışlarla etrafı kolaçan ederken, diğer taraftan etrafında olup bitenlere ilişkin tepkilerini ağlayarak gösterir. İhtiyaçlarını karşılayıp endişelerini giderebilecek, kendisini teskin edip yeni ortama uyumunu sağlayabilecek, tutunabilecek tek dalı, sığınabilecek yegane barınağı vardır: sımsıcak ve güvenli ana kucağı.
İnsan yavrusu, ana kucağının oluşturduğu güvenli atmosfer sayesinde endişelerinden kısmen de olsa uzaklaşır. Bir süre sonra ürkek ve sabit bakışlara minik gülücükler eşlik etmeye, ağlama sesleri gülümseyen mimiklere dönüşmeye başlar. Bu aşama, sadece kendisinin değil anne ile birlikte çevredeki herkesin de rahatlama sinyallerini beraberinde getirir. Günlere, haftalara, aylara ve uykusuz gecelere yayılan kaygılı bekleyişler yerini yavaş yavaş daha kararlı bir iklime bırakır. Anneye bağımlılık kısmen de olsa azalır. Baba ve varsa diğer aile bireyleri ile iletişimin yolu açılmış olur. Artık o, dış dünyadan gelen uyaranları kendi içinde anlamlandırmaya ve buna uygun tepkiler üretmeye çalışır. Dış dünyadaki imajların kendi dünyasındaki yansımaları hakkında çevresindekilere bir takım ipuçları verir. Çevreye gönderilen bu mesajlarla birlikte, dış dünya ile ilişkisi yeni bir aşamaya taşınmış olur. Bu, çocuğun içine doğduğu çevrenin değerleriyle buluştuğu birincil sosyalleşme aşamasıdır. Bu aşamadan itibaren çocuk, etrafındaki insanları daha yakından gözlemlemeye başlar. Anne-babası başta olmak üzere kendisiyle iletişim kuran kişilerin tutum ve davranışlarını; alışkanlık ve inançlarını taklit etmeye çalışır. Dolayısıyla bu dönem, çocuğun modelleme yoluyla öğrenme sürecinin de başlangıcını oluşturur. Böylece o, çevreden gelen uyaranların etkisiyle potansiyel yeteneklerini açığa çıkaran bilgi ve becerilerini keşfetmeye ve kendine özgü alışkanlıklar edinmeye çalışır.
Çocuğun minicik yüreğinin Ramazan’la tanışması da bu dönemde gerçekleşir. Ramazan’la birlikte ailede rutinlerin değişmesi çocuk tarafından hemen fark edilir. Alışılmışın dışında yenen yemeklerle birlikte eviçi telaşların ve koşuşturmaların artması, çocuğa ilk planda evde işlerin yolunda gitmediği izlenimi verir. Yatış-kalkış saatlerinin, uyku düzeninin değişmesi ve gece ile gündüzün birbirine karışması da, onun zihnindeki bu ilk izlenimi pekiştiren ipuçları olarak değerlendirilir. Ancak zamanla bunun hanelerini şereflendiren özel bir misafirin gelişinden kaynaklandığı fark edilir. Bu aşamadan sonra çocuk kalbi bambaşka bir heyecanla atmaya başlar. Ramazan’ın dokunduğu tertemiz yüreği, bu coşkuya katılmakta en ufak bir tereddüt yaşamaz. Aksine artık herkesten daha ilgili, meraklı ve iştiyaklı hale gelir. Ailenin Ramazan coşkusuna coşku, neşesine neşe, huzuruna ise huzur katar. Rengarenk duyguların sarmaladığı pırıl pırıl yüreği, enginlere kanat çırpan özgür bir kuşun kanadı kadar hafifler; etrafına huzur ve mutluluk saçar. Böylece, onun koşulsuz ve bitimsiz sevgiyle kanatlanmış kalbi; ana kucağından baba ocağına, oradan da Ramazan’ın şefkat ve merhamet yüklü kollarına atılmış olur.
Gündelik yaşamın işleyişini farklılaştıran ve yeni bir mecraya taşıyan Ramazan’ın gelişi, çocuk yüreklerde başlı başına bir heyecan dalgası oluşturmaya yeter. Ancak bu heyecanın süreklilik kazanması, ailede kutlu misafirin nasıl karşılandığı kadar nasıl ağırlandığı ve nasıl uğurlandığı ile ilişkilidir. Ailenin tutumuna bağlı olarak çocuğun bu süreçlerdeki heyecanı da artma ya da azalma eğilimi gösterir. Esasen o, tekne orucu ile günün kısa süreli zaman dilimlerinde açlık temrinleri yapmaya niyetlenir. Kendisi ya da aile büyükleri tarafından belirlenen sürelere riayet ederek tuttuğu bu oruçlarıyla irade eğitimine adım atar. Her gün biraz daha sabırlı davranmayı öğrenerek karne notlarını yükseltmeyi devam ettirir. Oruçlarını yetişkinlere satarak biriktirdiği paralarla ihtiyaç sahiplerine yardım etmenin mutluluğunu yaşar. Akranlarıyla güle oynaya, itiş-kakış kıldığı teravih namazlarıyla namazın güzelliğini fark eder. Bu küçük temrinleriyle Ramazan, çocukların kalbine sımsıcak bir dokunuş gerçekleştirmiş olur. Aslında Ramazan’la çocuk arasındaki ilişki, öğretmen ile öğrenci arasındaki ilişki gibidir. Öğrencilerin öğretmenlerini modelleyerek öğrenmesi gibi çocuklar da Ramazan iklimini teneffüs ettikçe, onun getirdiği değerlerle tanışmaya ve onları zamanla davranışlarına taşımaya başlar. Bu süreçte Ramazan, çocukların yüreklerine bir sarraf titizliğiyle yaklaşmaya, içlerindeki değerli cevherleri açığa çıkarmaya ve işlemeye devam eder. Ramazan, aynı zamanda, çocuk kalbini asırlara baliğ kadim tecrübelerle besleyen; ilim, irfan ve edeb desenleriyle süsleyen bilge bir dede gibidir. Ramazan dede, çocuklarına bilgece hikâyeler anlatarak onları değerleriyle buluşur. Böylece şefkat, merhamet, sevgi, saygı, umut, güven, sadakat, bağlılık, temizlik, içtenlik, misafirperverlik, kanaat, fedakârlık, sabır, şükür ve yardımlaşma gibi ahlaki temel değerler, zamanla onun da değerlerine dönüşür.
Ramazan’la çocuk arasındaki ilişki, bir tür zorunluluk ilişkidir. Ramazan’ın en müdavim müşterisi çocuk, çocuğunki ise Ramazan’dır. Çiftçinin tohum ekip ürün almak için toprağa muhtaç olması gibi, bu ilişkide, her iki taraf da birbirine medyun ve muhtaçtır. Çocukluk, tertemiz duyguların kuluçka dönemi olduğu için çocuğun karakterini biçimlendiren değerler bu dönemde kazanılır. Çocuklukta toprakla buluşan tohumlar, hayat boyu meyve vermeye devam eder. Bu nedenle, ebeveynler olarak, çocuklarımızın Ramazan’a yönelik duygularını fark etmeli, ona yüklediği olumlu anlamı derinleştirmeye, olumsuz duyguları ise eğitmeye çalışmalıyız. Ramazan’a ilişkin korkuları varsa gidermeye gayret etmeliyiz. Ramazan’da çocukların sevdiği yemekleri daha çok pişirmeli, iftar sofralarında oruçlarımızı birlikte açmalı ve yemek sonunda birlikte edilen dualarla nimetlere şükrün önemini onlara fark ettirmeye çalışmalıyız. Gecenin ortasında bölünen uykunun ardından yenen sahur yemekleriyle zamanı planlamanın ve yönetmenin ne kadar önemli olduğu duygusunu birlikte paylaşılmalıyız. Ayrıca Ramazan’da çocuklarımıza karşı her zamankinden daha az kısıtlayıcı olmalı, aile içindeki kuralları azaltmalı, mevcut kuralları esnekleştirmeli ve onlarla aramızdaki engelleri kaldırarak duygusal mesafemizi sıfırlamalıyız.
Yeni zamanlarda Ramazan’ın ‘çocuk kalbi’yle buluşmasına medya içeriklerinin de eşlik etmeye başladığını görüyoruz. Ancak sınırlı sayıdaki bu içeriklerin eğitsel formlar kazandırılarak geliştirilmesi gerekir. Bu kapsamda, çocuklara özel içerikler üretilerek, geleneksel ve yeni medya kanalları vasıtasıyla yaygınlaştırılabilir. Gelişim dönemleri dikkate alınarak tasarlanan bu içeriklerde, Ramazan ritüelleri çocuklara tanıtılabilir. Kültürümüzde Ramazan’la ilgili uygulamalar örneklendirilebilir. Sözgelimi, sevimli ve bilge görünümlü bir ‘Ramazan/Oruç Dede’ figürü, ‘geçmiş zaman olur ki’ ya da ‘geçmiş Ramazanlar’ adlı bir başlıkta her gün çocuklara Ramazan hikâyeleri anlatabilir. Bu hikâyeleri ‘Ramazan Davulcusu’ sevimli nameleriyle süsleyebilir. Bu bağlamda Ramazan’ı, ailenin gelişini heyecanla beklediği çok özel bir misafir olarak da düşünebiliriz. Yeni medya çağında Ramazan’ı sevilen bir medya figürüne, örneğin bir YouTuber’a benzetebiliriz. Bu yolla Ramazan, çocukların sevdiği, görmekten hoşlandığı ve kavuşmayı özlemle beklediği kişi/kişilere benzetilmiş olur. Bu YouTuber onlara gezip gördüğü yerlerle ilgili izlenimlerini ve tecrübelerini anlatabilir. Hayatın anlamını, yaşantılarının ve sahip olduklarının değerini fark ettirebilir. Çünkü Ramazan’la çocuk arasındaki ilişki, âşık ile maşuku arasındaki muhabbetli ilişki gibidir. Ramazan çocukları, çocuklar ise Ramazan’ı çok sever. Ramazan’ın kalbi çocuk, çocuğun kalbi ise Ramazan’la birlikte atar.
İnsanoğlu, çeşitli yeteneklerle dünyaya gelir. Kişiden kişiye farklılaşan bu yetenekler, tek tek tüm insanların yaratılış hikâyesinde bulunur. Çünkü her insan, nevi şahsına münhasır potansiyeliyle diğerlerinden farklı, biricik ve eşsiz bir yaratılışa sahiptir. Söz konusu potansiyel, insanın fıtratına yüklenen yaratılış kodlarında saklıdır. Şahsa özel bir yazılımda taşınan bu kodlar, ilk önce ilahi bir nefeste gizlidir. Bu nefes, vakti geldiğinde bir damlacık suya üflenir. Bu üfleyiş, insanın dünya yolculuğunun da başlangıcına işaret eden ilk hareketi oluşturur. Bu yolculukta insan, önce katreden nutfeye, sonra nutfeden alakaya (embriyo), alakadan (hücre topluluğu) bir parça ete, etten kemiğe, kemikten ete ve son olarak da insanoğluna dönüşerek (Mü’minun, 23/14) dünya ile buluşur. Böylece dış dünya ile ilk iletişim de kurulmuş olur. Aslında insanın ilk teması, kendisini dokuz aydan fazla bir süre karnında taşıyarak yolculuğuna eşlik eden annesi yoluyla gerçekleşir. Bu aşamada henüz minicik bir fetüsten ibaret olan insan yavrusu, doğumla birlikte anne karnının güvenli ortamından alışık olmadığı yabancı bir çevreye adım atmış olur. Bir taraftan endişeli ve ürkek bakışlarla etrafı kolaçan ederken, diğer taraftan etrafında olup bitenlere ilişkin tepkilerini ağlayarak gösterir. İhtiyaçlarını karşılayıp endişelerini giderebilecek, kendisini teskin edip yeni ortama uyumunu sağlayabilecek, tutunabilecek tek dalı, sığınabilecek yegane barınağı vardır: sımsıcak ve güvenli ana kucağı.
İnsan yavrusu, ana kucağının oluşturduğu güvenli atmosfer sayesinde endişelerinden kısmen de olsa uzaklaşır. Bir süre sonra ürkek ve sabit bakışlara minik gülücükler eşlik etmeye, ağlama sesleri gülümseyen mimiklere dönüşmeye başlar. Bu aşama, sadece kendisinin değil anne ile birlikte çevredeki herkesin de rahatlama sinyallerini beraberinde getirir. Günlere, haftalara, aylara ve uykusuz gecelere yayılan kaygılı bekleyişler yerini yavaş yavaş daha kararlı bir iklime bırakır. Anneye bağımlılık kısmen de olsa azalır. Baba ve varsa diğer aile bireyleri ile iletişimin yolu açılmış olur. Artık o, dış dünyadan gelen uyaranları kendi içinde anlamlandırmaya ve buna uygun tepkiler üretmeye çalışır. Dış dünyadaki imajların kendi dünyasındaki yansımaları hakkında çevresindekilere bir takım ipuçları verir. Çevreye gönderilen bu mesajlarla birlikte, dış dünya ile ilişkisi yeni bir aşamaya taşınmış olur. Bu, çocuğun içine doğduğu çevrenin değerleriyle buluştuğu birincil sosyalleşme aşamasıdır. Bu aşamadan itibaren çocuk, etrafındaki insanları daha yakından gözlemlemeye başlar. Anne-babası başta olmak üzere kendisiyle iletişim kuran kişilerin tutum ve davranışlarını; alışkanlık ve inançlarını taklit etmeye çalışır. Dolayısıyla bu dönem, çocuğun modelleme yoluyla öğrenme sürecinin de başlangıcını oluşturur. Böylece o, çevreden gelen uyaranların etkisiyle potansiyel yeteneklerini açığa çıkaran bilgi ve becerilerini keşfetmeye ve kendine özgü alışkanlıklar edinmeye çalışır.
Çocuğun minicik yüreğinin Ramazan’la tanışması da bu dönemde gerçekleşir. Ramazan’la birlikte ailede rutinlerin değişmesi çocuk tarafından hemen fark edilir. Alışılmışın dışında yenen yemeklerle birlikte eviçi telaşların ve koşuşturmaların artması, çocuğa ilk planda evde işlerin yolunda gitmediği izlenimi verir. Yatış-kalkış saatlerinin, uyku düzeninin değişmesi ve gece ile gündüzün birbirine karışması da, onun zihnindeki bu ilk izlenimi pekiştiren ipuçları olarak değerlendirilir. Ancak zamanla bunun hanelerini şereflendiren özel bir misafirin gelişinden kaynaklandığı fark edilir. Bu aşamadan sonra çocuk kalbi bambaşka bir heyecanla atmaya başlar. Ramazan’ın dokunduğu tertemiz yüreği, bu coşkuya katılmakta en ufak bir tereddüt yaşamaz. Aksine artık herkesten daha ilgili, meraklı ve iştiyaklı hale gelir. Ailenin Ramazan coşkusuna coşku, neşesine neşe, huzuruna ise huzur katar. Rengarenk duyguların sarmaladığı pırıl pırıl yüreği, enginlere kanat çırpan özgür bir kuşun kanadı kadar hafifler; etrafına huzur ve mutluluk saçar. Böylece, onun koşulsuz ve bitimsiz sevgiyle kanatlanmış kalbi; ana kucağından baba ocağına, oradan da Ramazan’ın şefkat ve merhamet yüklü kollarına atılmış olur.
Gündelik yaşamın işleyişini farklılaştıran ve yeni bir mecraya taşıyan Ramazan’ın gelişi, çocuk yüreklerde başlı başına bir heyecan dalgası oluşturmaya yeter. Ancak bu heyecanın süreklilik kazanması, ailede kutlu misafirin nasıl karşılandığı kadar nasıl ağırlandığı ve nasıl uğurlandığı ile ilişkilidir. Ailenin tutumuna bağlı olarak çocuğun bu süreçlerdeki heyecanı da artma ya da azalma eğilimi gösterir. Esasen o, tekne orucu ile günün kısa süreli zaman dilimlerinde açlık temrinleri yapmaya niyetlenir. Kendisi ya da aile büyükleri tarafından belirlenen sürelere riayet ederek tuttuğu bu oruçlarıyla irade eğitimine adım atar. Her gün biraz daha sabırlı davranmayı öğrenerek karne notlarını yükseltmeyi devam ettirir. Oruçlarını yetişkinlere satarak biriktirdiği paralarla ihtiyaç sahiplerine yardım etmenin mutluluğunu yaşar. Akranlarıyla güle oynaya, itiş-kakış kıldığı teravih namazlarıyla namazın güzelliğini fark eder. Bu küçük temrinleriyle Ramazan, çocukların kalbine sımsıcak bir dokunuş gerçekleştirmiş olur. Aslında Ramazan’la çocuk arasındaki ilişki, öğretmen ile öğrenci arasındaki ilişki gibidir. Öğrencilerin öğretmenlerini modelleyerek öğrenmesi gibi çocuklar da Ramazan iklimini teneffüs ettikçe, onun getirdiği değerlerle tanışmaya ve onları zamanla davranışlarına taşımaya başlar. Bu süreçte Ramazan, çocukların yüreklerine bir sarraf titizliğiyle yaklaşmaya, içlerindeki değerli cevherleri açığa çıkarmaya ve işlemeye devam eder. Ramazan, aynı zamanda, çocuk kalbini asırlara baliğ kadim tecrübelerle besleyen; ilim, irfan ve edeb desenleriyle süsleyen bilge bir dede gibidir. Ramazan dede, çocuklarına bilgece hikâyeler anlatarak onları değerleriyle buluşur. Böylece şefkat, merhamet, sevgi, saygı, umut, güven, sadakat, bağlılık, temizlik, içtenlik, misafirperverlik, kanaat, fedakârlık, sabır, şükür ve yardımlaşma gibi ahlaki temel değerler, zamanla onun da değerlerine dönüşür.
Ramazan’la çocuk arasındaki ilişki, bir tür zorunluluk ilişkidir. Ramazan’ın en müdavim müşterisi çocuk, çocuğunki ise Ramazan’dır. Çiftçinin tohum ekip ürün almak için toprağa muhtaç olması gibi, bu ilişkide, her iki taraf da birbirine medyun ve muhtaçtır. Çocukluk, tertemiz duyguların kuluçka dönemi olduğu için çocuğun karakterini biçimlendiren değerler bu dönemde kazanılır. Çocuklukta toprakla buluşan tohumlar, hayat boyu meyve vermeye devam eder. Bu nedenle, ebeveynler olarak, çocuklarımızın Ramazan’a yönelik duygularını fark etmeli, ona yüklediği olumlu anlamı derinleştirmeye, olumsuz duyguları ise eğitmeye çalışmalıyız. Ramazan’a ilişkin korkuları varsa gidermeye gayret etmeliyiz. Ramazan’da çocukların sevdiği yemekleri daha çok pişirmeli, iftar sofralarında oruçlarımızı birlikte açmalı ve yemek sonunda birlikte edilen dualarla nimetlere şükrün önemini onlara fark ettirmeye çalışmalıyız. Gecenin ortasında bölünen uykunun ardından yenen sahur yemekleriyle zamanı planlamanın ve yönetmenin ne kadar önemli olduğu duygusunu birlikte paylaşılmalıyız. Ayrıca Ramazan’da çocuklarımıza karşı her zamankinden daha az kısıtlayıcı olmalı, aile içindeki kuralları azaltmalı, mevcut kuralları esnekleştirmeli ve onlarla aramızdaki engelleri kaldırarak duygusal mesafemizi sıfırlamalıyız.
Yeni zamanlarda Ramazan’ın ‘çocuk kalbi’yle buluşmasına medya içeriklerinin de eşlik etmeye başladığını görüyoruz. Ancak sınırlı sayıdaki bu içeriklerin eğitsel formlar kazandırılarak geliştirilmesi gerekir. Bu kapsamda, çocuklara özel içerikler üretilerek, geleneksel ve yeni medya kanalları vasıtasıyla yaygınlaştırılabilir. Gelişim dönemleri dikkate alınarak tasarlanan bu içeriklerde, Ramazan ritüelleri çocuklara tanıtılabilir. Kültürümüzde Ramazan’la ilgili uygulamalar örneklendirilebilir. Sözgelimi, sevimli ve bilge görünümlü bir ‘Ramazan/Oruç Dede’ figürü, ‘geçmiş zaman olur ki’ ya da ‘geçmiş Ramazanlar’ adlı bir başlıkta her gün çocuklara Ramazan hikâyeleri anlatabilir. Bu hikâyeleri ‘Ramazan Davulcusu’ sevimli nameleriyle süsleyebilir. Bu bağlamda Ramazan’ı, ailenin gelişini heyecanla beklediği çok özel bir misafir olarak da düşünebiliriz. Yeni medya çağında Ramazan’ı sevilen bir medya figürüne, örneğin bir YouTuber’a benzetebiliriz. Bu yolla Ramazan, çocukların sevdiği, görmekten hoşlandığı ve kavuşmayı özlemle beklediği kişi/kişilere benzetilmiş olur. Bu YouTuber onlara gezip gördüğü yerlerle ilgili izlenimlerini ve tecrübelerini anlatabilir. Hayatın anlamını, yaşantılarının ve sahip olduklarının değerini fark ettirebilir. Çünkü Ramazan’la çocuk arasındaki ilişki, âşık ile maşuku arasındaki muhabbetli ilişki gibidir. Ramazan çocukları, çocuklar ise Ramazan’ı çok sever. Ramazan’ın kalbi çocuk, çocuğun kalbi ise Ramazan’la birlikte atar.
Kıymetli hocam ramazan çocuk ilişkisini ele alış biçiminiz bu konudaki bakış açınız tavsiyeleriniz yaklaşık 23 yıldır küçük yaş grubuyla çalışan biri olarak beni çok etkileri.Küçüklerin gözüyle bakabilme,onların hisleriyle hislenebilmek. Ciddi bir formasonun ve tecrübe gerektirir.Bu yazınızda bu konuya ne kadar bilinçli yaklaştığınız o kadar belli ki.Sizin gibi değerli hocalarımızın çocuklara katkısı onlar için yapılabilecek projelerin de çekirdeğini oluşturur inşallah.Emeğinize sağlık
Muhterem Hocam tam da, Hocam Ramazan ve çocukla ilgili çocuk ilişkileri ile ilgili bir şeyler de yazar inşallah demiştim ki bu makaleniz yetişti hazmede hazmede Bu üçüncü defa okuyuşum.Çok yararlandım ramazan sonrası İnşallah bu makaleniz üzerine çokça düşünüp çocuk gelişimi ile ilgili ders notlarımı gözden geçirerek öğrencilerimle paylaşmak üzere bu aydınlatıcı düşünce ve görüşlerinizden eklemeler yaparak öğrencilerimizde sizinle tanışmasına vesile olurum inşallah. Pek çok şey öğrenmeme yardımcı olduğunuz için Yüce Allah sizden razı olsun daha güzel makam ve mevkilerdede hayırlı hizmetlere vesile olmanızı nasip eylesin, ilim dünyasından bu seslerinişleriniz İnşallah akademiada, milletimizin engin hafızasında,ümmeti Muhammed'in bilim dağarcığında karşılığını bulur selam ve saygılarımla...
Cocuk kalbine guzel bir dokunus...!
Hocam her zaman ki siliniz, çok güzel ve akıcı bir yazı olmuş. Kalemize sağlık. Bizi bizden alıp fıtratın en temiz evresi çocukluğumuzda gezdirdin Allah razı olsun
Yazı sıcacık yüreğimize dokundu. Kaleminize ve yüreğiize sağlık.Teşekkürler...
Ramzan ve çocuk ilişkisi ancak bu kadar güzel anlatılabilir. Çok etkilendim. Teşekkürler...
Kalemine sağlık hocam.
Kalemine sağlık hocam.
Emeğinize sağlık İhsan Hocam. Günümüz ailesi olarak bu bilgilere çok ihtiyacımiz vardı...