Almanya’da Eylül 2000 – Nisan 2006 arasında dokuz kişi seri cinayetlerin kurbanı olmuş, cinayetler Alman medyası tarafından ırkçı cinayetler olarak değil de ‘döner’ ya da ‘kebap’ cinayeti olarak adlandırılmıştı. Ölenlerin ortak özelliği göçmen kökenli (sekizi Türk biri Yunan asıllı) ve küçük işletmeci olmalarıydı. Eisenach şehrinde 4 Kasım 2011’de gerçekleştirilen banka soygunu ve ardından bir evin kundaklanması sonucu ulaşılan belgeler ve katillerin itiraf videosu, seri cinayetlerin kendilerini ‘Nasyonal Sosyalist Yeraltı’ (NSU) olarak adlandıran bir Neonazi grubu tarafından ırkçı motiflerle işlendiğini ortaya koymuştu. Otto Brenner Stiftung tarafından yapılan çalışmada bu dokuz cinayetin medya tarafından nasıl ele alındığı ve kamuoyuna nasıl bir mesaj verildiği incelendi. Söylem analizi metoduyla gerçekleştirilen çalışmanın amacı, konuya ilişkin metinlerin satır aralarında verilen mesaj ve yorumları, düşünceleri ve tekrarlanan ‘kalıpları’ (örneğin kullanılan kavramlar, adlandırmalar) açığa çıkarmak olarak belirlendi. Araştırma kapsamında örneklem olarak Türk ve Alman basın-yayın organlarında bu konuyu işleyen 300’den fazla metin seçildi, değerlendirildi. Çalışmada sadece metinlerde kullanılan yorumlar ve dil değil, aynı zamanda Almanca ve Türkçe metinlerinde yer alan 290 fotoğraf da sistematik olarak analiz edildi. Yayınlanan resimlerde önyargılı görüntüler ve kavramlar belirlendi.
Medya, “Döner Cinayeti” kavramıyla yanlış yönlendirdi
Medyada olayla ilgili şaşkınlık büyüktü, çünkü failler yıllarca tamamen yanlış yönde araştırılmıştı. Hatta kamuoyunda mağdur ve yakınlarının suç olarak nitelenebilecek tavır ve davranışlarından bahsediliyor, bunların cinayetlerin nedeni olabileceğinden şüpheleniliyordu. ‘Döner cinayeti’ kelimesiyle de odaklaştırılmış olan bu görüşlerin yaygınlaştırılmasında sadece soruşturma makamlarının suçlu olarak nitelenmesi elbette yeterli olmaz araştırma sonuçlarının da gösterdiği gibi bunda medyanın da önemli bir payı vardı. Araştırmada değerlendirmeye alınan haberlerin çoğunda “Döner cinayeti” tanımlaması, 2005 yılından cinayetlerin asıl faillerinin ortaya çıkışına dek kullanmıştır. Böylelikle ‘döner cinayeti’ kavramı bu sıra dışı seri cinayetlerin sinonimine dönüşmüştür. Faillerle birlikte bir yer altı örgütlenmesi olan NSU’nun ortaya çıkmasının ardından Alman ‘Süddeutsche Zeitung’ gazetesinin genel yayın yönetmeni Heribert Prantl (2012) ‘döner cinayeti’ ifadesinin “küçük görme ve sınırlandırmayı” yansıttığını belirtmişti. Prantl’ın da belirttiği gibi bu ifade birçok medya organı tarafından yıllarca ayrımcı ve önyargılı bir etiketleme aracı olarak kullanılmıştır. O sebeple bu tanımlama basının, cinayetlerin siyasi boyutunu büyük ölçüde yanlış nitelemesi veya göz ardı etmesinin sembolü olarak algılanabilir. Çünkü öldürülen insanların ırkçı kriterlere göre seçildiği ortaya çıkmıştır.
Basında yer alan haberler kurbanları ve ailelerin yabancılığını ön palan çıkarmış ve dışlama, ötekileştirme gerçekleştirmiştir. ‘Döner cinayeti’ kavramı bu bağlamda sadece bir özel ölçüsüzlüğün simgesi olarak nitelenebilir. Cinayetleri “organize suça” bağlayan şüpheler haberlerde gerçek ya da somut iddialar olarak aktarılmıştır. Seri cinayetleri işleyen haberler, değişik bağlamlarda ve genellikle emniyet kurumlarının medyaya yansıttığı haberleri temel alarak – hem bireysel hem de kategorik olarak tüm “Türkler’i” (Almanca: “die Türken”) kurgulanan hayali kolektif suçluların failleri olarak gösterdi. Bu, örneğin SPİEGEL dergisinin 15 Nisan 2006’da sütunlarına taşıdığı “Die schwer durchdringbare Parallelwelt der Türken schützt die Killer.” (Türklerin sır sızdırmayan paralel dünyası katilleri koruyor.) başlıklı haberinde görünmekte ve seri cinayetler suç ve göç arasında olduğu varsayılan yakın ilişkiye bağlanmaktadır. Söz konusu haberlerde aynı zamanda belirli kavramlar tekrarlanmak suretiyle Almanya’da yaşayan sayısal önemli bir nüfus gurubu dışlanmış, bunların topluma ait olmadığı işaretlenmiş ve bu kimselere belirli davranış kalıpları giydirilmiştir.
NSU cinayetleri haberlerde yabancı motifiyle aktarılmış, yanlış imajlar oluşturulmuştur
Cinayetlerle ilgili haberler çoğu kez polis muhabirleri tarafından hazırlanmıştır. Bu nedenle polis kaynakları güvenilir yetkililer olarak değerlendirilmiş, bu kaynakların yorumları ve spekülasyonları hiç sorgulanmamıştır. Medya cinayetleri hep bu spekülasyonlarla ele almış gasp, uyuşturucu, cinayet ya da kara para aklama ile ilgili motiflerle birlikte sunmuştur. Bu sunum tarzı ise bir resme katkıda bulunmuş, cinayetlerin sorumluluğunu “organize suç” ve “yabancı” tanımlamasıyla işaretlenmiş dolayısıyla suç yabancılardan kurulu bir suç şebekeye yüklenmiştir. Böylece ırkçı Neonaziler tarafından işlenen dokuz cinayet böylece yabancılar tarafından işlenen ve organize suçla ilgili olan cinayetlere dönüşmüştür. Göçmenlere karşı şiddet ve bununla ilgili olası ırkçı motiflere sadece istisnai durumlarda bağlantı yapılmıştır. Ayrıca polisin medya stratejisi cinayetlerdeki ırkçı motif tezini sürekli olarak kapatmaya, örtmeye çalışmıştır.
Türk medyası da sınıfta kaldı Cinayetler Türk basınında ise daha çok ‘seri cinayet’ olarak adlandırılmıştır. Bazı metinlerde ‘dönerci cinayeti’ kavramı da kullanılmıştır. Araştırma kapsamında incelenen Türk basın organlarının cinayetlere ilişkin haberlerinin 3’te 2’sinde “dönerci cinayeti” tabiri tırnak içerisinde kullanılmış ancak buna rağmen hiçbir haberde bu nitelemeyi sorgulayan bir habere yer verilmemiştir. Dolayısıyla konuya ilişkin Türk basınında yer alan haber ve yazıların da kaynak olarak Alman basınını aldığı ortaya çıkmıştır. Türk basınının bu şekilde davranmasının nedeni bu gazetelerin Avrupa’daki redaksiyonlarının maddi kaynaklarının ve personel imkanlarının kısıtlı olmasından kaynaklandığı düşünülmektedir.
Raporun tamamını (Almanca) okumak için Tıklayınız...
Raporun Türkçe özeti için Tıklayınız...
Araştırmanın ekibinde yer alan ve araştırmanın özetini Türkçeye çevirerek katkı sağlayan Dr. Derya Gül-Şeker’e teşekkür ederiz.
Medya, “Döner Cinayeti” kavramıyla yanlış yönlendirdi
Medyada olayla ilgili şaşkınlık büyüktü, çünkü failler yıllarca tamamen yanlış yönde araştırılmıştı. Hatta kamuoyunda mağdur ve yakınlarının suç olarak nitelenebilecek tavır ve davranışlarından bahsediliyor, bunların cinayetlerin nedeni olabileceğinden şüpheleniliyordu. ‘Döner cinayeti’ kelimesiyle de odaklaştırılmış olan bu görüşlerin yaygınlaştırılmasında sadece soruşturma makamlarının suçlu olarak nitelenmesi elbette yeterli olmaz araştırma sonuçlarının da gösterdiği gibi bunda medyanın da önemli bir payı vardı. Araştırmada değerlendirmeye alınan haberlerin çoğunda “Döner cinayeti” tanımlaması, 2005 yılından cinayetlerin asıl faillerinin ortaya çıkışına dek kullanmıştır. Böylelikle ‘döner cinayeti’ kavramı bu sıra dışı seri cinayetlerin sinonimine dönüşmüştür. Faillerle birlikte bir yer altı örgütlenmesi olan NSU’nun ortaya çıkmasının ardından Alman ‘Süddeutsche Zeitung’ gazetesinin genel yayın yönetmeni Heribert Prantl (2012) ‘döner cinayeti’ ifadesinin “küçük görme ve sınırlandırmayı” yansıttığını belirtmişti. Prantl’ın da belirttiği gibi bu ifade birçok medya organı tarafından yıllarca ayrımcı ve önyargılı bir etiketleme aracı olarak kullanılmıştır. O sebeple bu tanımlama basının, cinayetlerin siyasi boyutunu büyük ölçüde yanlış nitelemesi veya göz ardı etmesinin sembolü olarak algılanabilir. Çünkü öldürülen insanların ırkçı kriterlere göre seçildiği ortaya çıkmıştır.
Basında yer alan haberler kurbanları ve ailelerin yabancılığını ön palan çıkarmış ve dışlama, ötekileştirme gerçekleştirmiştir. ‘Döner cinayeti’ kavramı bu bağlamda sadece bir özel ölçüsüzlüğün simgesi olarak nitelenebilir. Cinayetleri “organize suça” bağlayan şüpheler haberlerde gerçek ya da somut iddialar olarak aktarılmıştır. Seri cinayetleri işleyen haberler, değişik bağlamlarda ve genellikle emniyet kurumlarının medyaya yansıttığı haberleri temel alarak – hem bireysel hem de kategorik olarak tüm “Türkler’i” (Almanca: “die Türken”) kurgulanan hayali kolektif suçluların failleri olarak gösterdi. Bu, örneğin SPİEGEL dergisinin 15 Nisan 2006’da sütunlarına taşıdığı “Die schwer durchdringbare Parallelwelt der Türken schützt die Killer.” (Türklerin sır sızdırmayan paralel dünyası katilleri koruyor.) başlıklı haberinde görünmekte ve seri cinayetler suç ve göç arasında olduğu varsayılan yakın ilişkiye bağlanmaktadır. Söz konusu haberlerde aynı zamanda belirli kavramlar tekrarlanmak suretiyle Almanya’da yaşayan sayısal önemli bir nüfus gurubu dışlanmış, bunların topluma ait olmadığı işaretlenmiş ve bu kimselere belirli davranış kalıpları giydirilmiştir.
NSU cinayetleri haberlerde yabancı motifiyle aktarılmış, yanlış imajlar oluşturulmuştur
Cinayetlerle ilgili haberler çoğu kez polis muhabirleri tarafından hazırlanmıştır. Bu nedenle polis kaynakları güvenilir yetkililer olarak değerlendirilmiş, bu kaynakların yorumları ve spekülasyonları hiç sorgulanmamıştır. Medya cinayetleri hep bu spekülasyonlarla ele almış gasp, uyuşturucu, cinayet ya da kara para aklama ile ilgili motiflerle birlikte sunmuştur. Bu sunum tarzı ise bir resme katkıda bulunmuş, cinayetlerin sorumluluğunu “organize suç” ve “yabancı” tanımlamasıyla işaretlenmiş dolayısıyla suç yabancılardan kurulu bir suç şebekeye yüklenmiştir. Böylece ırkçı Neonaziler tarafından işlenen dokuz cinayet böylece yabancılar tarafından işlenen ve organize suçla ilgili olan cinayetlere dönüşmüştür. Göçmenlere karşı şiddet ve bununla ilgili olası ırkçı motiflere sadece istisnai durumlarda bağlantı yapılmıştır. Ayrıca polisin medya stratejisi cinayetlerdeki ırkçı motif tezini sürekli olarak kapatmaya, örtmeye çalışmıştır.
Türk medyası da sınıfta kaldı Cinayetler Türk basınında ise daha çok ‘seri cinayet’ olarak adlandırılmıştır. Bazı metinlerde ‘dönerci cinayeti’ kavramı da kullanılmıştır. Araştırma kapsamında incelenen Türk basın organlarının cinayetlere ilişkin haberlerinin 3’te 2’sinde “dönerci cinayeti” tabiri tırnak içerisinde kullanılmış ancak buna rağmen hiçbir haberde bu nitelemeyi sorgulayan bir habere yer verilmemiştir. Dolayısıyla konuya ilişkin Türk basınında yer alan haber ve yazıların da kaynak olarak Alman basınını aldığı ortaya çıkmıştır. Türk basınının bu şekilde davranmasının nedeni bu gazetelerin Avrupa’daki redaksiyonlarının maddi kaynaklarının ve personel imkanlarının kısıtlı olmasından kaynaklandığı düşünülmektedir.
Raporun tamamını (Almanca) okumak için Tıklayınız...
Raporun Türkçe özeti için Tıklayınız...
Araştırmanın ekibinde yer alan ve araştırmanın özetini Türkçeye çevirerek katkı sağlayan Dr. Derya Gül-Şeker’e teşekkür ederiz.