Değerlendirme: Mustafa Çuhadar
Kitabın değerlendirmesine geçmeden evvel, birkaç hususu zikretmek istiyorum. İlki zihnimde ağ metaforunu canlandıran kapağı. Ağ bağlantılı teknolojiler inşa ettikleri “yakınsama” ya “yöndeşme” kültürüyle birçok unsuru buluşturuyor. Gündelik hayatta yan yana bulunmasını imkansız gördüğümüz insanlar, kültürler, fikirler, yaşam biçimleri ağ bağlantılı teknolojilerde bir araya geliyor. Her iletişim, her ilişki, her buluşma değişim demek. Böylelikle ağlar, dönüşümün sürükleyici enstrümanı olarak, farklılıkları ortadan kaldırıyor, uzaklıkları yakın kılıyor ve hatta kültürleri iç içe geçiriyor. Bu nedenle olsa gerek, bağlantı simgeleri ve iç içe geçen renkler, eserin kapak tasarımında tercih edilmiş.
Bir diğer husus eserin künyesinde bilim heyetinin zikredilmesi. Bu yönüyle değerlendirmesini yapacağımız kitap, popüler yansımalara ve savruk tahminlere değil ilmî bir temele sahip. Sunuş yazısında Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi’ne hitaben edilen teşekkür ve ilerleyen sayfalarda zikredilen “tebliğimde” ifadesi, eserin bilimsel bir toplantının çıktısı olduğunu gösteriyor.
Son olarak, ilahiyat akademisyenlerinin esere “damgasını vurduğunu” görüyoruz. Fakülteleri ve bilim dalları zikredilenler arasında kelam, felsefe (din felsefesi, felsefe tarihi), dinler tarihi, din sosyolojisi, İslam hukuku, din psikolojisi anabilim dallarından 16 akademisyen bulunuyor. hukuk fakültesindense ticaret ve medeni hukuk anabilim dallarından iki yazar esere katkı sağlamış. Bunu bilhassa zikretmemin sebebi, son dönemlerde ilahiyat fakültelerinde teknoloji-din ilişkisine yönelik teorik ve uygulamalı çalışmalara, hatrı sayılır derecede ilgi gösterilmesi. Bu eser, güncel eğilimlere destek sağlayacak niteliğe sahip.
Bu uzun girizgahtan sonra değerlendirmeye başlayabiliriz.
Kitabın sunuş yazısında Prof. Dr. Adnan Bülent Baloğlu, teknolojik gelişmelere karşı durmayı, akıntıya kürek çekmek olarak tasvir ederek, sosyal bilimlerde ve özellikle ilahiyat zaviyesinden meseleye odaklanılması gerektiğini vurguluyor. İnsan-makine ilişkilerine yeni anlamlar ve boyutlar katan dijitalleşmenin endişe verici taraflarından söz eden Baloğlu, kitabın pozitivist dünya görüşüne bir cevap, din-hukuk-teknoloji üçlüsü hakkında “meşru bir orta yol” arama çabası olduğunu ifade ediyor.
Kitabın ilk makalesi de Adnan Bülent Baloğlu’na ait ve “Teknoloji ile Yüzleşme: Teknolojik Hipnotizmden Teknolojik Nihilizme Sürükleniş” başlığını taşıyor. Hipnotizmden nihilizme sürüklenişte teknolojik gelişmelerin izleri sürülüyor, makalede. Baloğlu’nun şu değerlendirmesi dikkate şayan:
“Dijital dünya ile gerçeklik arasındaki sınırların kalkmakta oluşunu sembolize eden Metaverse ile birlikte varlık kategorileri ve mertebeleri de yeni baştan şekillenmektedir. Daha geniş ifadesiyle bu gelişme, var olan/olmayan, mümkün olan/mümkün olmayan, cismani olan/cismani olmayan, ruhani olan ile ruhani olmayan arasında ayrım çizgilerini ortadan kaldırmaya adaya gözükmektedir.”
Kapitalizm, pozitivizm, küreselleşme, transhümanizm, posthümanizm, ahlak, ruhsallık, tanrılaşma, din-inanç, yapay zeka gibi kavramsal çerçeveyle incelediği böylesi bir tezahür karşısında Baloğlu, İslami ilimlerin teknolojik gelişmeleri “yalnızca helal-haram ya da caiz-caiz değil perspektifinden hareketle değerlendirmenin yeterli olmadığını belirtiyor (sf 11-26).
Kitabın ilk makalesi kelam profesörü olan Adnan Bülent Baloğlu’na; ikinci makalesi felsefe profesörü Ahmet Ayhan Çitil’e ait. “Yapay Zekâ Projesinin Felsefi Arka Planı” başlıklı yazısında Çitil, yapay zekâ kelimesinin terminolojik anlamından sonra esasında yapay zekâya ilişkin felsefi tartışmaların (dualism) Descartes’a kadar götürülebileceğini anlatıyor. Ardından felsefe, mantık, matematik ilimlerinden hareketle yapay zekânın felsefi arka planını günümüze kadar nasıl dönüşüm geçirdiğini aktarıyor. Nihayetinde de Çitil, makalesi boyunca sürdürdüğü felsefi tartışmalara tekillik, bilimsel zemin, siyaset-siyasallaşma, işlevselcilik, etik, işsizlik, makine kalkışması şeklinde özetlenebilecek değerlendirmelerle son veriyor (sf 27-40)
Bir diğer makale, Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün tarafından kaleme alınmış ve “Transhümanizm ve Yapay Zekâ: İnsanın Gelişim Tarihinde Yeni Bir Aşama mı? başlığını taşıyor. İnsanoğlunun sınırlı bir varlık olarak, teknolojiyle sınırlarını aşabildiğini ifade eden Düzgün, yapay zekayla da bunun mümkün olup olmadığını sorgulayarak başlıyor makalesine. “İnsanın dünyasına rengini veren, düşünce ve yaşam pratiklerine anlam katan onun dinî, ahlakî ve metafizik kabulleridir. İnsana evrende yer tutan bütün diğer varlıklardan farklı olduğunu hissettiren bu metafizik köktür” cümleleriyle Düzgün, transhümanizm ve yapay zekâya bakışta “ihtiyatlılık” prensibini referans gösteriyor. Makalesinin sonuç kısmıyla bu alandaki tartışmaların seyrine dair bir öneri sunuyor (sf 41-47)
“İnsan sınırlılığını aşma teşebbüsü olarak transhümanizm ve yapay zekâ konusunun, dinin yeni bir kavra alanına dönüştürülmeden ele alınmasını mümkün kılan bir tartışma çerçevesinin geliştirilmesi zorunlu görünmektedir. İyiliğe ve özgürlüğe yönelen her hamlenin kaynağının, desteğinin ve teminatının Tanrısal olanda kök bulması gerektiğine olan inancımız yeni inisiyatif alanlarında yönlendirici ilkemiz olmalı.”
Şaban Ali Düzgün’ün “insanın sınırlılığı” merkezli makalesini, Prof. Dr. Mehmet Evkuran’ın “Transhümanizm ve Teolojik Yansımaları – İslam Kelamı Açısından Bir Sorunsallaştırma Denemesi” başlıklı çalışması takip ediyor. Evkuran, yapay zekâ ve transhümanizm gibi yeni eğilimleri de kapsayacak şekilde güncel gelişmelerin kelamî açıdan ele alınması gerektiğini “iyimser teoloji”ye karşı itirazlarıyla sürdürüyor. “Hakikatin yazılım sorunu” olarak ele alınabileceği bir zemin varken Evrukan, kelam ilminin hakikat, ahlak vd. konularda söyleyeceği sözünün olduğunu vurguluyor. (sf 49-66)
Türkiye’de “Transhümanizm” denildiğinde, akla ilk gelen isimlerden biri Doç. Dr. Ahmet Dağ. Din, Hukuk ve teknoloji kitabı Ahmet Dağ’ın “Adaletin Öncülü Olarak Ahlak Bağlamında Yapay Zeka” başlıklı makalesiyle devam ediyor. Ahmet Dağ, yapay zekâ ve robotların dünyada farklı sektörlerdeki (ticaret, sağlık, hukuk, eğitim, askerî) kullanım alanlarına temas ederek robotların yaygınlığına ve etik sorunlara temas ediyor ve bu sorunlara karşılık yapay zeka ve etik bağlamında ülkemizde de enstitüler kurulmasını teklif ediyor (sf 67-82)
Ahmet Dağ’ın hem teorik hem de güncel yönleriyle “etik” tartışması, Doç. Dr. Hasan Ocak tarafından kaleme alınan “Yapay Zekâ Bağlamında Ahlak Felsefesi” başlıklı makalede teorik olarak destekleniyor, genişletiliyor ve yeni teklifler sunuyor (sf 83-102).
Kitaptaki makaleler arasında Doç. Dr. Ali Baltacı’nın “Yapay Zekâya Dayalı Maneviyat Arayışlarının Psikososyal Temelleri” başlıklı çalışması, diğerlerine göre daha farklı bir tartışma sahası açıyor. Şu cümlelerden daha net anlaşılabilir:
“Teknoloji destekli yeni manevi arayışlar, yapay zekâya dayalı somut bir tanrı ve din oluşturma gayesini gütmekte, evrensel ahlak kurallarını dijital ortama taşıyarak bilindin dinler veya kurumsal din dışında konumlanmış yeni bir insan tasavvuru önermektedir.”
Ali Baltacı, yapay zekâ ile din ve maneviyatı birleştirme gayretlerinde iki eğilim bulunduğuna dikkat çekiyor. İlki “dinî hizmetlerin sunumuna” odaklanırken ikincisi “dinin özüne yönelik” çalışmalar. Yapay zekaya dayalı bir din söz konusu olabilir mi? sorusunun bir başlık etrafında tartışıldığı makalede, yapay zekaya dayalı bir tanrıya veya manevi gelişimlere ihtiyaç duyulmasının psiko-sosyal sebeplerini, Baltacı şunlarla ifade ediyor[1]:
“Belirsizlikten kaçınma isteği”; “ölüm korkusu veya ölümsüzlük istenci”; “yalnızlıktan kaçınma”; “güç istenci”, “acıdan kaçma ve hazza uluşma isteği”; “özgürlük istenci”; “reddedilme öfkesi”; “kader paradoksu”; “korkular” ve “adil dünya inancı”. (sf -103-115).
“İmajoloji” eserinin müellifi Doç. Dr. Ali Öztürk, değerlendirmesini yaptığımız esere “Dijitalleşme-Yapay Zekâ ve İslam Dünyasının Yeni Krizi” başlıklı makaleyle katkıda bulunmuş. İslam dünyasının teknolojiyle kurduğu ilişkiyi “kriz” kavramıyla tanımlayan Öztürk, şu değerlendirmesiyle dikkat çekiyor.
“Esasen İslam dünyasının en büyük sorunlarından bir tanesi de teknolojileri İslamîleştirirken onların araç değeri ile değer değeri arasındaki ayrıma karmaşık krizler yaşaması…”
İslam dünyasının geçerliliğini koruyan parametrelerden bazılarının kriz sebebi olduğunu belirten yazar, yeni ekolojinin entelektüel ve teknik anlamıyla bir bütün halinde değerlendirilerek çözümler üretilmesini öneriyor (sf 117-126).
Felsefi derinliğiyle dijitalleşme ve din ilişkisinde yeni kavramları literatüre dahil eden başka bir çalışma Prof. Dr. Mustafa Alıcı tarafından kaleme alınmış. Başlığı: “Sanal İletkenlik: Dijital Dinin Dinamik Akış (Fluxus Qo) ve Akışkanlık (Fluidity) Kavramları”.
Sanal iletkenlik kavramı ile “akışkan din” kavramının doğasını inceleyerek dijital dindarların karşılaşacağı durumları değerlendiriyor, Mustafa Alıcı. Buna göre; “sanal iletkenliğin geleceği bağlamında yeni dindar insan, artık sahip olduğu inancın ilk dönemine eklektik bakarken öteki inançlar arasında etkileşimde ‘bağdaştırıcı (senkretik)’ olmak isteyecek ve kendini sürekli yenileyici, eleştirel, inşa edici, an ve geleceği adına ise ‘sentetik karaktere’ sahip olabilecektir. Bu açıdan geleceğin sanal dindarı, iki radikal değişim kavşağının tam orta yerinde kıskaç altındadır; bir tarafta gelecek zamanlara bağlı yapıların, zihinleri, ideolojilerinin dönüştürücü transformasyonu varken diğer tarafından ise teknolojik gelişmelerin ışığında geçmişine, aidiyetine dair sorgulamalarında ortaya çıkan ve fazla bağı hissedeceği biyolojik yapıların evrimselliği bulunmaktadır.” (sf 127-145)
Doç. Dr. Ali Fidan’ın “Kurumsal Din, Toplumsal Normlar ve Yapay Zekâ “Dinî Sosyolojik Bir Analiz” adlı makalesi toplumsal dönüşümde yapay zekânın tesirlerini din sosyolojisi literatüründen beslenerek aktarıyor (sf 147-164).
Teknoloji ile dinî hayatın kesiştiği her zaman ve durumda meselenin fıkhî boyutlar merak edilir olmuştur. Eserde bu bağlamda üç makalenin bulunduğunu söyleyebiliriz.
Birincisi, Dr. Mehmet Çelen tarafından kaleme alınan “İslam Hukukuna Göre Yapay Zeka” başlıklı yazı. Dr. Çelen, dinin toplum hayatının dışında kalmaksızın fonksiyonunu etkin bir şekilde ifa etmesini, haklı olarak, fıkıh ilmine bağlayarak konuya giriş yapıyor. İslam hukukunda yapay zekânın “eşya hukuku” bağlamında değerlendiriyor, yazar. İnsanın yeryüzündeki sorumluluğu, varlık, beden, eşya ve tabiat ilişkisini, sorumluluklarını İslam hukuku bağlamında aktaran Çelen, ardından yapay zekânın eşya hukuku, mali hukuk, ceza hukuku alanlarındaki sorumluluklarından söz ediyor. Sonuç olarak da “her ne olursa olsun insan eliyle üretilen maddeler, eşya konumundadır. İnsansı varlıklar, otonom araç ve gereçler, yapay zekâlı robotlar veya yapay zekâlı bilgisayar sistemleri aynı kategoride değerlendirilir. Bunlara hüviyet olarak “elektronik kişilik” verilebilir. Ancak bu kişilik, gerçek kişi gibi hukuk önünde sorumluluğu olduğu anlamına gelmemelidir. Bu sorumluluk eşya hukuku, mali hukuk ve ceza hukuku alanlarında değerlendirilir. Neticede üreticiden programcıya ve kullanıcıya kadar hukuku sorumluluk uzanır” cümleleriyle makalesini tamamlıyor (sf 165-186).
Fıkhî boyutları içeren ikinci makaleyse Dr. Öğretim Üyesi Yıldıray Sipahi ile Songül Ersan tarafından kaleme alınmış. “Yapay Zekâ ve Gerçek Kişi Sorunu” başlıklı makalede İslam hukuku ve medeni hukukta “kişinin” vasıfları anlatılarak yapay zekânın hukukî manada bir kişi olup olamayacağı tartışılıyor. Buna göre kişi ya şahıs kavramının hukuki literatürdeki karşılığının “hakikî şahıs” (gerçek kişi) ve “hükmî şahıs” (tüzel kişi) bağlamında ele alındığı makale, İslam hukukunda fıtrat kavramı üzerinde durarak fıtratı oluşturan faktörlerin “ruh”, “irade”, “akıl”, “fıtrat” olarak aktarıyor. Sonuç olarak da yapay zekânın kişi bağlamında tanımının hukuki anlamda net olarak tanımının yapılarak kullanıcı, üretici ve programcıyı bağlayan sonuçlarının olması gerektiği vurgulanıyor (187-201).
Mehmet Çelen, Yıldıray Sipahi ile Songül Ersan’ın makalelerinin ardından Dr. Öğretim Üyesi Mehmet Mahfuz Ata’nın “İslam’da Sorumluluk Bilinci ve Yapay Zekâ” başlıklı makalesinde de “insana ait yazılımların ve algoritmaların insan adına karar verebilecek konuma gelmesi tartışılıyor. Sorumluluğun dinî literatürdeki karşılığının aktarıldığı makalede, yapay zekânın fırsatları ve tehditleri aktarılıyor. Sonuç olarak da yapay zekânın, insanın dinî sorumluluğunu ortadan kaldırılmadığı belirtiliyor.
Bu değerlendirmenin yazarını en fazla etkileyen makale, Dr. Öğretim Üyesi Nazan Yeşilkaya’nın kaleme aldığı “Algoritmik Adaletsizlik” başlığını taşıyor. Dünyanın farklı ülkelerinde algoritmaların hukukî anlamda karar verme süreçlerinde kullanımına temas eden makalede, yapay zekânın ne kadar tarafsız kalabileceği inceleniyor. “Algoritma” kavramının El-Harizmî’nin eserine dayandıran yazar, günümüzde algoritmaların bir problemi çözmek ya da bir görevi nihayete erdirmek üzere yoğun bir biçimde kullanıldığını anlatarak sosyal süreçlerin de otomatikleştirildiğinden söz ediyor. Algoritmaların rasyonel ve yanılmaz karar vericiler olmadığını çeşitli örneklerden hareketle aktaran yazar, algoritmik adaletsizliği şöyle tanımlıyor:
“Algoritmik adalet, nesnel faktörlerin kullanımı olarak tanımlanırken algoritmik adaletsizlik ise bir bireye veya gruba yönelik mevcut veya yeni ayrımcılık biçimlerinin otomasyon tarafından mülksüzleştirilmesi olarak karakterize edilmektedir. Algoritmik adaletsizlik üzerine yapılan araştırmalar, makine öğreniminin tarihsel, genellikle adaletsiz ve ayrımcı kalıpları nasıl otomatikleştirdiğini ve sürdürdüğünü göstermektedir.”
Algoritmaların, karar vericileri olumsuz etkileyebileceğine örnekleriyle açıklık getiren yazar, makalenin sonuç kısmında politika yapıcıların algoritmaları sisteme uyarlarken adalet, hesap verilebilirlik ve şeffaflığa odaklanması gerektiğini teklif ediyor (217-235).
Kitapta hukuk disiplinindeki akademisyenler (Ar. Gör Sevda Bora Çınar ve Dr. Öğr. Üyesi Kemal Erdoğan) tarafından hazırlanmış iki makale bulunuyor. Sevda Bora Çınar’ın “İnsan Aklının Çocuğunu İnşa Etme Serüveni: Makineye Ruh Üflemek mi Yoksa Hayati Çağırmak mı?” (237-259) başlığından da anlaşıldığı üzere okuru bir düşünce serüvenine çıkarırken Kemal Erdoğan’ın “Yapay Zekâ Alanında Kişisel Verilerin Korunmasına İlişkin Bir Değerlendirme” (261-278) başlıklı makalesi, kişisel verilerin korunması mevzuatı bağlamında tespitlere ve önerilere yer veriyor.
Kitabın son makalesiyse Doç. Dr. Muhammed Kızılgeçit ve Doktora öğrencisi Murat Çinici tarafından hazırlanan “Yapay Sinir Ağları Tekniğinin Din Bilimleri Alanında Uygulanabilirliği Üzerine” başlığı taşıyor. Makale, din bilimlerinde yapay zekâ kullanımını alan araştırmalarına dayanarak tartışıyor (279-288).
[1] Sadece başlıkları yazılmıştır.
Teşekkürler, çok güzel bir kitap değerlendirmesi olmuş.
Teşekkür ederim.