Modern endüstrilerin kapitalist sermayesi, gücüne güç katmak için çalışma ve yaşam koşullarına müdahalesi, iletişim teknolojileriyle paralel olarak günden güne artmıştır. Neoliberal ekonomiye geçiş ile küresel sermaye birikimi yanında yüksek teknolojik gelişmeler medyayı küresel bir güç olarak ortaya çıkarmıştır. Bu gücü siyasi hedefler doğrultusunda dünya hâkimiyetini kurmak için türlü türlü yöntemlerini geliştiren ABD, İkinci dünya savaşı akabinde askeri ve siyasi hedeflere ulaşmak için bir harp dairesi gibi kullanacağı Hollywood film endüstrisini kullanmaya başlamıştır. Hollywood film endüstrisinde üretilen filmlerin ABD’yi yıkılmaz ve ulaşılmaz süper bir güç olarak işleyen devasa prodüksiyonlar, ABD hükümetlerince finanse edilmiştir. Bu konuyla ilgili Pentagon’un Los Angeles’ta “Film Bağlantı Birimi” isimli Hollywood direktörleri ve yapımcılarıyla ilişkileri düzenleyen, siyasi ve askeri hedefler için istenen algılar üretecek senaryoları yapılmasını sağlayan bir birim olduğu bile iddia edilmektedir.
Hıristiyan dünya ülkelerinin siyasi temsilcisi ve Komünizm korkusu üzerinden kutuplaştırılan dünyanın süper güç ve yetkiler ile donatılmış ülkesi olan ABD’nin, süper güç iddiasının geri planında kadim Hristiyan itikadı olan Hz. İsa'nın (Mesih) kötülere karşı kurtarıcı olacağı inancının siyasi bir surete dönüşmüş bir hali olduğu varsayılmaktadır. Dünyayı kurtaran, yok eden, süper güç ve süper adam gibi sinemanın kötülüklere karşı olağan üstü tanrısal güçlerle donanmış film kahramanlarının filmlerde işlenmesi ABD’yi dünyaya süper güç olduğu fikrini benimsetmekte oldukça etkili olmuştur. Ve en önemlisi Hollywood, Amerika’nın kanlı zulümlerini savaş suçlarını temize çıkarıp sahte imajlar yayan filmleri de istihbarat operasyonlarının bir parçası olduğu düşünülmektedir.
Geçmişte yapılan, soy kırımların ve asimetrik savaşların dünyada oluşturduğu vicdani huzursuzlukları örtbas etmek ve uluslararası kamuoyu önünde aklanmak için Hollywood filmleri kullanılmıştır. Mesela Kızılderililere geçmişte yapılanların beyaz perdeye aktarıldığı şekli gerçekleri yansıtmadığı gibi Kızılderililer mazlumken hep suçlu gösterilmiştir. Bir diğer benzeri Vietnam, Kamboçya da yapılmıştır. Son yıllarda demokrasi ve insan hakları getiriyoruz yalanı ile Afganistan, Irak gibi ülkelerde yapılan ABD zulmü, siyasi sinema endüstrileri üzerinden haklı çıkarılarak meşru gösterilmeye çalışılmıştır.
Beyaz perdeden, beyaz ekrana (TV’ye) taşınan bu algı mühendisliğinin zaman içerisinde ulaştığı bu devasa güç ile geçmişteki otoriter hükümdarların yerine geçen “medya”, iletişimi aşan özelliği, onu daha çok dönüştürücü ve buyurgan bir güce dönüşmüştür. Hâkim gücün medya ile aracılanarak herkesi etki altına alması zaman içinde zihin ve bedenleri işgale dönüşmüştür. Medyanın hemen hemen tüm ortamlara, günün yirmi dört saati girebilme gücüne binaen; kitle yönetimi, ekonomik pazarlama, toplumsal ilişkiler başta olmak üzere tüm sosyal ilişki ve bireysel davranışlar üzerinden etkili olmaya ve insanlar arasında var olan tüm ilişkileri de kendi istediği şekilde değiştirmeye ve dönüştürmeye başlamıştır. Bu güçlü etkileşim sayesinde, ülkeler arası askeri ve siyasi çekişmelerin medya ekranlarına taşınması medyayı bir propaganda aracından çok asimetrik bir savaş aracına çevirmiştir. Medya ve İletişim teknolojilerinin kıtaları aşan, anlık görüntü, sahne ve ses illüzyonlarının, savaşların oluşturduğu dehşet etkisi gibi psikolojik etkileri anlık üretebilmesi, medyayı bir boş vakit eğlencesi olmaktan çok siyasal ve kültürel bir dönüştürücü etkisi yanında bir savaş enstrümanına çevirmektedir.
Medyanın, özellikle dünya ülkelerinde emperyal hedeflere ulaşmak için istenen siyasi algıları güçlü bir şekilde üretebilmesi yanında, dünyanın hâkim siyasetinin döndüğü bir alana dönüşmüştür. Bu alanı en iyi kullanan ABD’nin, kutuplu dünyadan sonra İslam’ı baş düşman gösterme çabalarına, sinema endüstrisi eşliğinde medya ekranlarından yapılan yalan yanlış algı üreten yayınlarını siyasi hedefler ile paralel yürütülmesi, yeni dünya düzeni diye kurguladıkları dünyada, Müslümanları ya tamamen köleleştirmek veya yer yüzünden silmek olduğunu, yapılanları büyük resimden okuduğumuzda rahatlıkla anlayabilmekteyiz.
Batının, kutuplu dünyanın sona ermesinin ardından “Tarihin Sonu”[1] diye şekil bulan Batı siyasetinin özellikle Kominizmden sonra İslam’ı organize bir şekilde düşmanlaştırıp, küresel siyaset sahnesine çekerek, İslam coğrafyalarında tam bir egemenlik kurma çabaları olarak anlamak gerekmektedir. Batılı ülkelerin Müslüman coğrafyalarda, emperyalist faaliyetlerini rahatlıkla devam ettirmek için bilinçli olarak İslam’ı ve Müslümanları uluslararası arenada etkisiz kılmak için ürettikleri “İslamofobi”[2] politikaları eşliğinde dört bir taraftan kuşatmak için olumsuz algılar üretmeye başlamışlardır. Bu konuda ABD ve Avrupa ülkelerinde Müslümanlara karşı gün geçtikçe artan baskıların devlet terörü eşliğinde çok boyutlu bir şiddete dönüştüğünü görmek de mümkündür. ABD ve Avrupa ülkelerinde İslam’a karşı artan ilgi ve hızla artan Müslüman nüfusun önüne geçmek, İslam’a ve Müslümanlara nefret duyulması için onları acımasız, barbar ve katil olarak göstermek için tüm medya organlarını ve paravan terör örgütlerini olumsuz algılar üretmede etkin bir şekilde kullandıkları görülmektedir.
ABD ve Batılı ülkelerin Kutuplu dünyadan sonra kurmaya çalıştıkları yenidünya düzeninde karşılarına, yüzlerce yıldır çeşitli şekillerde yer altı ve yer üstü zenginliklerini sömürdükleri ve zulmün tüm yöntemlerini uyguladıkları İslam coğrafyasından kendilerine muhtemel bir cevap geleceğini düşündüklerinden, İslamofobi politikalarını dört bir yandan organize bir şekilde yürütmektedirler.
Dünyadaki nüfusu iki milyara yaklaşan Müslüman nüfusun, tüm engellemelere rağmen siyasi, askeri ve ekonomik gelişme göstermesi, emperyalist Batılı ülkeleri korkutmasındaki en büyük etken şüphesiz Müslümanların geçmişte kurdukları güçlü medeniyet ve imparatorluk tecrübelerinin bulunmasındandır. Tarihte nam yapmış örnekleri de bulunan, kıtalar yönetirken zulmetmediği gibi zulme de rıza göstermeyen bir medeniyetin, gün gelip şahlanacağı korkusu, emperyalist aklın bir köşesinde yer etmiş görünmektedir. Batılı ülkelerin empoze etmeye çalıştığı olumsuz algıların aksine, barış ve merhamet dini İslam’ı potansiyel bir düşman olarak göstermeleri, Müslümanların bir gün gelip emperyalistlerin İslam coğrafyasında yaptığı zulmün hesabını soracağı korkusunun büyük bir etken olduğu düşünülmektedir. Bundan dolayı İslam’ı algı yönetimleriyle öncelikle gönüllerde, sonrasında siyaseten bitirip, dünyada etkisiz kılmak için “İslamofobi” politikaları, emperyalist ülkelerin son zamanlardaki çok boyutlu siyasetinin temel gayesini oluşturmaktadır.
İşte tüm bu sebeplerden dolayı, küresel ölçekte başlatılan ve son zamanlarda şiddeti artan İslamofobi merkezli terör olaylarında ekranlardan spot olarak önü arkası kesilerek veya çerçevelendirerek sunulan içerik ve haberler aracılığıyla ardı arkası kesilmeyen İslam karşıtı olumsuz algılar, medya ile anlık olarak pompalanmaktadır. Medyanın bu şekilde algılarla küresel ölçeklere yayılan yayın gücü sayesinde oluşturulan yüksek etki, sıcak savaşlardaki etkiye benzer sosyo-psikolojik etkiler bırakılabilmesinden dolayı, günümüzün çağdaş bir savaş enstrümanı ve taktiği olan geleneksel, gayri nizami ve lokal terör faaliyetleri olarak tanımlanan “Hibrit savaş”[3] yöntemi, medya üzerinden etkin olarak kullanılmaya başlanması bir tesadüf değildir. Nerede ne zaman ne şekilde çıkacağı belli olmayan ve bir grup veya çoğu zaman tek kişi tarafından yapılabilmesi, Hibrit savaş yöntemini küresel güçler yanında popüler bir yere oturtmuştur. Küresel güçlerin kullandıkları ve yönettikleri maşa örgütlerinde etkinliği lokal terörist eylemlerin medya araçlarıyla dünyaya yayılması hibrit savaş yöntemin etkinliğinin son zamanlarda cephe savaşlarının önüne geçirmektedir. Mesela yine küresel egemenler tarafından desteklenen, İslami motiflere bezendirilerek terörist algısı üretilen IŞID vb. gibi kukla terör örgütlerinin işediği bir çok lokal eyleminin bir sinema sahnesi ortamında hazırlanarak medya ile servis edildiğinin ifşa olması, günümüz küresel savaşlarının bundan sonra medya ekranlarından devam edeceği konusunda anlatıları desteklediği gibi bu alana hakim olmanın ne ölçüde önemli olduğunu da gözler önüne sermektedir.
Hıristiyan dünya ülkelerinin siyasi temsilcisi ve Komünizm korkusu üzerinden kutuplaştırılan dünyanın süper güç ve yetkiler ile donatılmış ülkesi olan ABD’nin, süper güç iddiasının geri planında kadim Hristiyan itikadı olan Hz. İsa'nın (Mesih) kötülere karşı kurtarıcı olacağı inancının siyasi bir surete dönüşmüş bir hali olduğu varsayılmaktadır. Dünyayı kurtaran, yok eden, süper güç ve süper adam gibi sinemanın kötülüklere karşı olağan üstü tanrısal güçlerle donanmış film kahramanlarının filmlerde işlenmesi ABD’yi dünyaya süper güç olduğu fikrini benimsetmekte oldukça etkili olmuştur. Ve en önemlisi Hollywood, Amerika’nın kanlı zulümlerini savaş suçlarını temize çıkarıp sahte imajlar yayan filmleri de istihbarat operasyonlarının bir parçası olduğu düşünülmektedir.
Geçmişte yapılan, soy kırımların ve asimetrik savaşların dünyada oluşturduğu vicdani huzursuzlukları örtbas etmek ve uluslararası kamuoyu önünde aklanmak için Hollywood filmleri kullanılmıştır. Mesela Kızılderililere geçmişte yapılanların beyaz perdeye aktarıldığı şekli gerçekleri yansıtmadığı gibi Kızılderililer mazlumken hep suçlu gösterilmiştir. Bir diğer benzeri Vietnam, Kamboçya da yapılmıştır. Son yıllarda demokrasi ve insan hakları getiriyoruz yalanı ile Afganistan, Irak gibi ülkelerde yapılan ABD zulmü, siyasi sinema endüstrileri üzerinden haklı çıkarılarak meşru gösterilmeye çalışılmıştır.
Beyaz perdeden, beyaz ekrana (TV’ye) taşınan bu algı mühendisliğinin zaman içerisinde ulaştığı bu devasa güç ile geçmişteki otoriter hükümdarların yerine geçen “medya”, iletişimi aşan özelliği, onu daha çok dönüştürücü ve buyurgan bir güce dönüşmüştür. Hâkim gücün medya ile aracılanarak herkesi etki altına alması zaman içinde zihin ve bedenleri işgale dönüşmüştür. Medyanın hemen hemen tüm ortamlara, günün yirmi dört saati girebilme gücüne binaen; kitle yönetimi, ekonomik pazarlama, toplumsal ilişkiler başta olmak üzere tüm sosyal ilişki ve bireysel davranışlar üzerinden etkili olmaya ve insanlar arasında var olan tüm ilişkileri de kendi istediği şekilde değiştirmeye ve dönüştürmeye başlamıştır. Bu güçlü etkileşim sayesinde, ülkeler arası askeri ve siyasi çekişmelerin medya ekranlarına taşınması medyayı bir propaganda aracından çok asimetrik bir savaş aracına çevirmiştir. Medya ve İletişim teknolojilerinin kıtaları aşan, anlık görüntü, sahne ve ses illüzyonlarının, savaşların oluşturduğu dehşet etkisi gibi psikolojik etkileri anlık üretebilmesi, medyayı bir boş vakit eğlencesi olmaktan çok siyasal ve kültürel bir dönüştürücü etkisi yanında bir savaş enstrümanına çevirmektedir.
Medyanın, özellikle dünya ülkelerinde emperyal hedeflere ulaşmak için istenen siyasi algıları güçlü bir şekilde üretebilmesi yanında, dünyanın hâkim siyasetinin döndüğü bir alana dönüşmüştür. Bu alanı en iyi kullanan ABD’nin, kutuplu dünyadan sonra İslam’ı baş düşman gösterme çabalarına, sinema endüstrisi eşliğinde medya ekranlarından yapılan yalan yanlış algı üreten yayınlarını siyasi hedefler ile paralel yürütülmesi, yeni dünya düzeni diye kurguladıkları dünyada, Müslümanları ya tamamen köleleştirmek veya yer yüzünden silmek olduğunu, yapılanları büyük resimden okuduğumuzda rahatlıkla anlayabilmekteyiz.
Batının, kutuplu dünyanın sona ermesinin ardından “Tarihin Sonu”[1] diye şekil bulan Batı siyasetinin özellikle Kominizmden sonra İslam’ı organize bir şekilde düşmanlaştırıp, küresel siyaset sahnesine çekerek, İslam coğrafyalarında tam bir egemenlik kurma çabaları olarak anlamak gerekmektedir. Batılı ülkelerin Müslüman coğrafyalarda, emperyalist faaliyetlerini rahatlıkla devam ettirmek için bilinçli olarak İslam’ı ve Müslümanları uluslararası arenada etkisiz kılmak için ürettikleri “İslamofobi”[2] politikaları eşliğinde dört bir taraftan kuşatmak için olumsuz algılar üretmeye başlamışlardır. Bu konuda ABD ve Avrupa ülkelerinde Müslümanlara karşı gün geçtikçe artan baskıların devlet terörü eşliğinde çok boyutlu bir şiddete dönüştüğünü görmek de mümkündür. ABD ve Avrupa ülkelerinde İslam’a karşı artan ilgi ve hızla artan Müslüman nüfusun önüne geçmek, İslam’a ve Müslümanlara nefret duyulması için onları acımasız, barbar ve katil olarak göstermek için tüm medya organlarını ve paravan terör örgütlerini olumsuz algılar üretmede etkin bir şekilde kullandıkları görülmektedir.
ABD ve Batılı ülkelerin Kutuplu dünyadan sonra kurmaya çalıştıkları yenidünya düzeninde karşılarına, yüzlerce yıldır çeşitli şekillerde yer altı ve yer üstü zenginliklerini sömürdükleri ve zulmün tüm yöntemlerini uyguladıkları İslam coğrafyasından kendilerine muhtemel bir cevap geleceğini düşündüklerinden, İslamofobi politikalarını dört bir yandan organize bir şekilde yürütmektedirler.
Dünyadaki nüfusu iki milyara yaklaşan Müslüman nüfusun, tüm engellemelere rağmen siyasi, askeri ve ekonomik gelişme göstermesi, emperyalist Batılı ülkeleri korkutmasındaki en büyük etken şüphesiz Müslümanların geçmişte kurdukları güçlü medeniyet ve imparatorluk tecrübelerinin bulunmasındandır. Tarihte nam yapmış örnekleri de bulunan, kıtalar yönetirken zulmetmediği gibi zulme de rıza göstermeyen bir medeniyetin, gün gelip şahlanacağı korkusu, emperyalist aklın bir köşesinde yer etmiş görünmektedir. Batılı ülkelerin empoze etmeye çalıştığı olumsuz algıların aksine, barış ve merhamet dini İslam’ı potansiyel bir düşman olarak göstermeleri, Müslümanların bir gün gelip emperyalistlerin İslam coğrafyasında yaptığı zulmün hesabını soracağı korkusunun büyük bir etken olduğu düşünülmektedir. Bundan dolayı İslam’ı algı yönetimleriyle öncelikle gönüllerde, sonrasında siyaseten bitirip, dünyada etkisiz kılmak için “İslamofobi” politikaları, emperyalist ülkelerin son zamanlardaki çok boyutlu siyasetinin temel gayesini oluşturmaktadır.
İşte tüm bu sebeplerden dolayı, küresel ölçekte başlatılan ve son zamanlarda şiddeti artan İslamofobi merkezli terör olaylarında ekranlardan spot olarak önü arkası kesilerek veya çerçevelendirerek sunulan içerik ve haberler aracılığıyla ardı arkası kesilmeyen İslam karşıtı olumsuz algılar, medya ile anlık olarak pompalanmaktadır. Medyanın bu şekilde algılarla küresel ölçeklere yayılan yayın gücü sayesinde oluşturulan yüksek etki, sıcak savaşlardaki etkiye benzer sosyo-psikolojik etkiler bırakılabilmesinden dolayı, günümüzün çağdaş bir savaş enstrümanı ve taktiği olan geleneksel, gayri nizami ve lokal terör faaliyetleri olarak tanımlanan “Hibrit savaş”[3] yöntemi, medya üzerinden etkin olarak kullanılmaya başlanması bir tesadüf değildir. Nerede ne zaman ne şekilde çıkacağı belli olmayan ve bir grup veya çoğu zaman tek kişi tarafından yapılabilmesi, Hibrit savaş yöntemini küresel güçler yanında popüler bir yere oturtmuştur. Küresel güçlerin kullandıkları ve yönettikleri maşa örgütlerinde etkinliği lokal terörist eylemlerin medya araçlarıyla dünyaya yayılması hibrit savaş yöntemin etkinliğinin son zamanlarda cephe savaşlarının önüne geçirmektedir. Mesela yine küresel egemenler tarafından desteklenen, İslami motiflere bezendirilerek terörist algısı üretilen IŞID vb. gibi kukla terör örgütlerinin işediği bir çok lokal eyleminin bir sinema sahnesi ortamında hazırlanarak medya ile servis edildiğinin ifşa olması, günümüz küresel savaşlarının bundan sonra medya ekranlarından devam edeceği konusunda anlatıları desteklediği gibi bu alana hakim olmanın ne ölçüde önemli olduğunu da gözler önüne sermektedir.
[1] Tarihin Sonu: Francis Fukuyama’nın Soğuk Savaş’ın sonunda, insanlığın ideolojik evriminin tamamlandığını ve Batı’nın ekonomik ve siyasal düzeninin yani kapitalizm ve demokrasinin kesin olarak galip geldiğini ve Hegelci anlamda tarihin sona erdiğini iddia ettiği tez.
[2] İslamofobi, kelime anlamı olarak "İslam korkusu" demektir. Müslümanlara ve İslam dinine karşı sürdürüle gelen ön yargı ve ayrımcılıktan kaynaklanmaktadır. Müslümanlara karşı duyulan irrasyonel nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve kin besleme anlamına gelir.
[3] Hibrit savaş: Açık veya gizli olarak birden fazla savaş vasıtasının belli bir amaç için karmaşık bir biçimde kullanıldığı yeni bir savaş türüdür. Hibrit savaşın açık veya gizli uygulama vasıtaları çok çeşitlidir. Bir ülkenin kara, hava ve deniz sahalarında icra edilebilir.
Yazarın kaleme aldığı makale anlağımıza onlarca olguyu kaydetmek için bizleri zorluyor adeta.. Bu bağlamda, 1- Oryantalist , Siyonist ve mason mahfilerin orta ve uzun vadeli programlarından haberdar olmamızı, 2- Küresel ekonominin bize dayattığı "ağır kapitalist sistemin" çarklarına haberli /habersiz savrulmalarımızı, 3- Dijital alemin, telekomulünikasyon sarmalın, kitle iletisim araçlarının hız ibrelerinin arasında kaybolan hayatlarımızı, 4- Yahudi diasporası, Hıristiyanlık alemi, Hindu geleneğinin İslam'a ve Müslümanlara aleni şekliyle açtıkları insafsız ve orantısız savaşlara karşı direnmelerimizi, 5- Terörden beslenen silah baronların kirli algıları neticesinde , " İslami fobi haline getirerek, Müslümanları da terörist olarak lanse ederek" bir taşla iki kuş vurmalarını, 6- Evrensel değerler taşıyan (İslam orjinli-insan odaklı) adalet, merhamet, asalet, ünsiyet, iyilik, erdem gibi hasletleri ters düz etme ameliyeleri ıskalamamız lazım gelir..
Makale gayet güzel kaleme alınmış, verdiği mesajlar yalın ve net şekilde istifademize sunmuş olan sayın yazarı tebrik ediyorum.. Bu bağlamda; 1- Küresel sermayenin eliyle neslin ifsadina (batı havzası dışında kalan alanlarda) dair sistematik şekilde tahakküm çarkları altında ezilmeesi, fasid dairede tutulmalarına dair ambians çerçevesinde ; Dijital , telekomünik, ekonomik, ahlâki, dini vb sosyal alanlar baz alınarak habis laboratuvarlarda üretilen kirli algıların "altın tepside sunumu" şeklinde değerlendirilmesi olarak okunmalıdır ... 2- Yeryüzünde Siyonst, Evangelist , Masonik vb. gizl yapılı mahfillerin (özelde) İslâmı ve Müslümanları hedef tahtasına oturtarak, mensuplarını "dünyevileşme ve sekülerleşme temayüllerine evrilmeleri" için ciddi çabaların, orta ve uzun vadeli programların olduğu hususunu gözden kaçırmamak lazım.. Selam ve dua ile..