“Televizyon hemen hemen bütün toplumlarda merkezi ve en etkin öykü anlatma aracıdır. Televizyonun yaşamımıza girmesiyle birlikte sürekli bir öykü bombardımanıyla karşı karşıya kalmış durumdayız. Televizyonlarımızın düğmelerini açtığımızda öykü dünyasında buluyoruz kendimizi. Çünkü televizyon sözde “gerçekçi” yapısına karşın, düşsel bir dünya sunmaktadır bize"
Bazı kitaplar, yıllar geçmesine rağmen güncelliklerini ve değerlerini korurlar. Yusuf Kaplan’ın kaleme aldığı “Televizyon” işte bu kitaplardan biri.
Yazar, kültür endüstrisinin oluşumunu besleyen ve “bir kültür üretme makinası” olarak tanımladığı televizyonun muhtelif program türleri aracılığıyla nasıl bir anlatı yapısına sahip olduğunu ve mit ürettiğini ele alıyor. Modern toplumlarda, adeta bir vazgeçilmez olarak addedilen televizyonun, gün geçtikçe program türleri, teknolojisi, içerikleri bakımından zenginleştiği düşünülürse, kitabın güncelliğini koruduğu, içeriğiyle okuru düşünmeye sevk ettiği çok açık. Bugün, dini, siyasi, güncel, komedi, yarışma programlarının art arda yayınlandığı ve reklamlarla sarıldığı, içerik olarak birbirinden farklı metinlerin sürekli akış halinde olduğu dikkate alındığında kitabın güncelliği ve düşünceye sevk ettiği tespiti daha net anlaşılacaktır. Kendi ifadeleriyle belirtecek olursak Kaplan: “...Televizyonun çeşitli söylemler oluşturarak birbirinden farklı metinsel uygulamalar sunduğunu, ancak bunları yaparken kendi uygulamalarına ve bağlamlarına adapte ederek onları yeniden biçimlendirdiğini” göstermeye ve “Televizyon ne denli çok sanatsal, derinlikli, sığ olmayan ve imaginavite (düşsel yanı fazla) metinler üretir ve sunarsa televizyonun, öykü-anlatma ve mit-üretme olanaklarının ve niteliklerinin artacağını ve işte o zaman televizyonu daha kompleks, “anlamlı”, yoğun, boyutlu ve derinlikli bir kültürel ve söylemsel dışavurum aracı olacağını kanıtlamaya” çalışıyor.
Televizyon araştırmaları...
TV’nin, diğer sanat dallarına oranla ayrıcalıklı bir öykü aracı olmasına rağmen, kitabın kaleme alındığı dönemde TV hakkında yeterince araştırma yapılmaması yadırganıyor ve sinema araştırmalarına ilişkin kuramsal temeller oluşturulmasına rağmen bir “televizyon kuramları” geliştirilmediği eleştiriliyor. Diğer taraftan televizyon konusunda yapılan bilimsel çalışmalar yabana atılmamakla birlikte “televizyon araştırmaları” yeteri düzeyde görülmüyor (sf 17-18). TV üzerine yapılan araştırmaların temel olarak göstergebilimsel yaklaşımın (metin odaklı) tercih edilmesine rağmen, yaklaşımın eleştirilecek, eleştirilen yönleri kaydedediliyor; zamanla deneysel araştırma yöntemlerinin (okuyucu- izleyici odaklı) kullanıldığı belirtiliyor ve iki tür yaklaşımın birlikte ele alınması gerektiği vurgulanarak “televizyon metinlerini bütünüyle anlamanın, algılayabilmenin ve anlamlandırabilmenin olanaklı olamayacağı özellikle ifade ediliyor” (sf 22).
Televizyon aygıtının temel karakteristikleri
“Televizyon”un, bir öykü-anlatma ve mit-üretme aracı olduğu TV aygıtının temel karakteristikleriyle anlatılıyor. Burada, TV programlarının düzenlenme saatlerinde gözetilen ilkeler; günlük, haftalık, aylık yaşantıyla ilişkisi aktarılıyor ve konu örneklerle açıklanıyor. “Televizyon Aygıtının Temel Karakteristikleri” bölümünde, televizyon programlarının düzenleme ve yayınlama mantığı, televizyon metinlerinin durmamacasına akışı, TV’nin hitap biçimi, TV yayınlarının canlılığı varsayımı üzerinde duruluyor, konu örnekler ve eleştirel bakış açılarıyla detaylandırılıyor (sf 27-51). TV üzerinde, düşünmeye sevk eden bir tespit, hiç kuşkusuz TV’nin akışkan metinlerden oluşması. TV’nin en çok izlendiği 19.00- 23.00 saatleri dahi dikkate alınsa, Kaplan’ın yaptığı şu tespit haklılığını koruyor görünüyor: “Televizyon bugünkü çağdaş toplumlarda hem bireysel hem de toplumsal yaşamda kendisini gösteren en önemli ve merkezi bir kültürel kurumdur. Televizyon iç çelişkilerle dopdolu, birbirinden bağımsız ve heterojen metinler üretmektedir. Dolayısıyla, bütünleşmiş, insicamlı ve tek bir televizyon metninden söz etmek olanak dışıdır.” TV’nin bir öykü-anlatma aracı olduğunu vurguladığı bölümde Kaplan, öykü anlatmanın ne demek olduğunu, televizyon program türleri hakkında yaptığı açıklamalarla ifade ediyor. Örneğin, TV’de yayınlanan dizi ve seriyallerin anlatım biçimlerine yer veriyor. Dizi ve seriyaller arasındaki farklara, “zaman”, “hafıza ve tarih”, “sesbandı”, “epizodik anlatım” bağlamında temas ediliyor. Dikkat çeken tespitlerden biri, TV’nin “bir aileye ait olma duygusu” verdiği yönündeki tespittir. Kaplan şunları söylüyor: “Televizyon, çağdaş toplumlarda pek çok açılardan bir aile aracıdır. Televizyon dramlarında, özellikle de seriyallerde anlatılan öykü olayları aileler etrafında gelişir. Televizyon dramlarını ilgilendiren sorunlar/olaylar temelde toplumbilimseldir. Bu sorunlar bir yandan gündelik yaşamda karşılaşılan kişisel problemler, diğer yandan da toplumsal problemler olarak kendini göstermektedir” (sf 65). Bu ifadeleri Kaplan Dallas ve Hanedan gibi Amerikan seriyalleriyle örneklendiriyor. Bilhassa Dallas üzerine, televizyonculuk bağlamında önemli görüşlere yer veriyor yazar.
Haber programları bir “öykü” aracı mıdır?
Bu soruya, Kaplan’ın bakış açısıyla bakacak olursak, elbette “evet” cevabını veririz. Dizi veya seriyaller gibi kurmacaya dayalı türler dışında Kaplan, aynı zamanda haberler, haber programları, eğlence, spor ve bilim programları gibi sözde gerçek olaylara dayalı programlarında bir öykü-anlatma aracı olduğunu kaydediliyor. Kurmaca ve sözde gerçek olaylara dayalı türler arasındaki farkınsa, bu forma uygun tekniklerden kaynaklanıyor. Haber programları bağlamında Kaplan, şu örneği veriyor: “Haber programları bizi ‘bilgilendirmektedir’; ama bu işi öykü anlatma yöntemlerini kullanarak yapmaktadır. Olayı bir örnekle açalım. İngiliz Televizyonu’nun üçüncü kanalı (ITV)’de 24 Ekim 1990 tarihinde gösterilen This Week (Bu Hafta) adlı haftalık haber programında, İngiltere de az da olsa sürekli olarak artan faiz oranlarının, küçük iş yeri sahiplerinin aileleri, yaşamları ve işlerinin geleceği üzerinde yıkıcı etkiler konu edilmişti. Program, iflas eden üç ayrı iş yeri sahibinin “iş ve yaşam öyküleri” anlatılarak sunulmuştu. Programda işlenen konunun daha etkili olarak verilebilmesi için dramatik öyküleme yöntemlerine başvurulma gereği duyulmuştu. Program sunulurken öyküleme tekniklerinden yararlanılmasının en önemli nedeni programın hedef izleyici kitlesini aşarak daha geniş kitlelere ulaşılabilmesini sağlamaktı” (sf 75-76).
“TV, en önemli mit-üreten araçtır” Kitaptaki alıntılardan başlayacak olursak mit, “bize kendisi aracılığıyla dünyanın açıklandığı bir öyküdür.”; “Bir kültürün, doğanın ya da gerçekliğin herhangi bir yanını açıklamak ya da anlamlandırmak içen geliştirilen bir öyküdür. İlkel toplumlardaki mitler, yaşam ve ölüm, insanlar ve tanrılar, iyi ve kötü vs. hakkındaydı. Bugünkü toplumlardaki – ilkel toplumlardakine oranla göreceli olarak daha gelişmiş ve derinlikli bir yapıya sahip olan – mitlerimiz ise erkeklik ve kadınlık, aile ve... bilim hakkındadır.” (sf 85)
Peki, TV nasıl mit üretiyor?
Kaplan bu soruyu cevaplamaya, öncelikle müziğin spor programlarında nasıl kullanıldığını anlatarak başlıyor ve diyor ki: “Spor programlarında müzik, metnin estetik boyutunu artırmak amacıyla kullanılmaktadır. Dahası, spor programlarında kullanılan müzik nedeniyle bu programlar daha fazla mitsel bir boyut kazanmaktadır. Burada müzik, ‘karakterlerin’ fetişleştirilmesi işlevini yerine getirmekte ve böylelikle karakterler ölümsüzleş(tiril)mektedir ( sf 89). Böylelikle bir başarı ve bireysellik miti üretilmektedir. Yani televizyon, çeşitli anlatı formlarıyla, mit üretebiliyor. Aynı şekilde, televizyon dizilerine de bakılacak olursa – bunu yakın dönemde yayınlanan dizilerde rahatlıkla fark edebiliriz – aile, kadın, gençlik, birey, güç, başarı gibi mitlerin de üretildiğini görebiliriz. Bununla birlikte Kaplan, - kanımca mit üretme olarak da görülebilecek- televizyonun “canlı ve doğrudan, aracısız yayın” ideolojisinin bir yanılsamadan başka bir şey olmadığını da şu örnekle kanıtlıyor: “Son Körfez Savaşının tek galibi CNN, Körfez’deki savaşı anında, yirmi dört saat canlı yayın yaparak tüm dünyaya “iletti”; ama CNN’in “ilettiği”, “görüntülerin”, savaş gerçeğinin ne denli yansıtarak bizi bilgilendirdiği tartışmaya açık bir konu. Çünkü savaşa CNN’in kameralarından baktığımızda, savaşta asıl olan bitenleri değil, gerçeğin deforme edilerek gösterilen yüzünü gördük sadece” (sf 97).
Öykü-Anlatma ve Mit Üretme Aracı Olarak Televizyon
Çeviri : Gökçen Kaplan
Baskı Yılı : 1 Nisan 1992
Yayınevi : AĞAÇ Yayıncılık
Yayın yeri : İstanbul
Sayfa sayısı : 112
Bazı kitaplar, yıllar geçmesine rağmen güncelliklerini ve değerlerini korurlar. Yusuf Kaplan’ın kaleme aldığı “Televizyon” işte bu kitaplardan biri.
Yazar, kültür endüstrisinin oluşumunu besleyen ve “bir kültür üretme makinası” olarak tanımladığı televizyonun muhtelif program türleri aracılığıyla nasıl bir anlatı yapısına sahip olduğunu ve mit ürettiğini ele alıyor. Modern toplumlarda, adeta bir vazgeçilmez olarak addedilen televizyonun, gün geçtikçe program türleri, teknolojisi, içerikleri bakımından zenginleştiği düşünülürse, kitabın güncelliğini koruduğu, içeriğiyle okuru düşünmeye sevk ettiği çok açık. Bugün, dini, siyasi, güncel, komedi, yarışma programlarının art arda yayınlandığı ve reklamlarla sarıldığı, içerik olarak birbirinden farklı metinlerin sürekli akış halinde olduğu dikkate alındığında kitabın güncelliği ve düşünceye sevk ettiği tespiti daha net anlaşılacaktır. Kendi ifadeleriyle belirtecek olursak Kaplan: “...Televizyonun çeşitli söylemler oluşturarak birbirinden farklı metinsel uygulamalar sunduğunu, ancak bunları yaparken kendi uygulamalarına ve bağlamlarına adapte ederek onları yeniden biçimlendirdiğini” göstermeye ve “Televizyon ne denli çok sanatsal, derinlikli, sığ olmayan ve imaginavite (düşsel yanı fazla) metinler üretir ve sunarsa televizyonun, öykü-anlatma ve mit-üretme olanaklarının ve niteliklerinin artacağını ve işte o zaman televizyonu daha kompleks, “anlamlı”, yoğun, boyutlu ve derinlikli bir kültürel ve söylemsel dışavurum aracı olacağını kanıtlamaya” çalışıyor.
Televizyon araştırmaları...
TV’nin, diğer sanat dallarına oranla ayrıcalıklı bir öykü aracı olmasına rağmen, kitabın kaleme alındığı dönemde TV hakkında yeterince araştırma yapılmaması yadırganıyor ve sinema araştırmalarına ilişkin kuramsal temeller oluşturulmasına rağmen bir “televizyon kuramları” geliştirilmediği eleştiriliyor. Diğer taraftan televizyon konusunda yapılan bilimsel çalışmalar yabana atılmamakla birlikte “televizyon araştırmaları” yeteri düzeyde görülmüyor (sf 17-18). TV üzerine yapılan araştırmaların temel olarak göstergebilimsel yaklaşımın (metin odaklı) tercih edilmesine rağmen, yaklaşımın eleştirilecek, eleştirilen yönleri kaydedediliyor; zamanla deneysel araştırma yöntemlerinin (okuyucu- izleyici odaklı) kullanıldığı belirtiliyor ve iki tür yaklaşımın birlikte ele alınması gerektiği vurgulanarak “televizyon metinlerini bütünüyle anlamanın, algılayabilmenin ve anlamlandırabilmenin olanaklı olamayacağı özellikle ifade ediliyor” (sf 22).
Televizyon aygıtının temel karakteristikleri
“Televizyon”un, bir öykü-anlatma ve mit-üretme aracı olduğu TV aygıtının temel karakteristikleriyle anlatılıyor. Burada, TV programlarının düzenlenme saatlerinde gözetilen ilkeler; günlük, haftalık, aylık yaşantıyla ilişkisi aktarılıyor ve konu örneklerle açıklanıyor. “Televizyon Aygıtının Temel Karakteristikleri” bölümünde, televizyon programlarının düzenleme ve yayınlama mantığı, televizyon metinlerinin durmamacasına akışı, TV’nin hitap biçimi, TV yayınlarının canlılığı varsayımı üzerinde duruluyor, konu örnekler ve eleştirel bakış açılarıyla detaylandırılıyor (sf 27-51). TV üzerinde, düşünmeye sevk eden bir tespit, hiç kuşkusuz TV’nin akışkan metinlerden oluşması. TV’nin en çok izlendiği 19.00- 23.00 saatleri dahi dikkate alınsa, Kaplan’ın yaptığı şu tespit haklılığını koruyor görünüyor: “Televizyon bugünkü çağdaş toplumlarda hem bireysel hem de toplumsal yaşamda kendisini gösteren en önemli ve merkezi bir kültürel kurumdur. Televizyon iç çelişkilerle dopdolu, birbirinden bağımsız ve heterojen metinler üretmektedir. Dolayısıyla, bütünleşmiş, insicamlı ve tek bir televizyon metninden söz etmek olanak dışıdır.” TV’nin bir öykü-anlatma aracı olduğunu vurguladığı bölümde Kaplan, öykü anlatmanın ne demek olduğunu, televizyon program türleri hakkında yaptığı açıklamalarla ifade ediyor. Örneğin, TV’de yayınlanan dizi ve seriyallerin anlatım biçimlerine yer veriyor. Dizi ve seriyaller arasındaki farklara, “zaman”, “hafıza ve tarih”, “sesbandı”, “epizodik anlatım” bağlamında temas ediliyor. Dikkat çeken tespitlerden biri, TV’nin “bir aileye ait olma duygusu” verdiği yönündeki tespittir. Kaplan şunları söylüyor: “Televizyon, çağdaş toplumlarda pek çok açılardan bir aile aracıdır. Televizyon dramlarında, özellikle de seriyallerde anlatılan öykü olayları aileler etrafında gelişir. Televizyon dramlarını ilgilendiren sorunlar/olaylar temelde toplumbilimseldir. Bu sorunlar bir yandan gündelik yaşamda karşılaşılan kişisel problemler, diğer yandan da toplumsal problemler olarak kendini göstermektedir” (sf 65). Bu ifadeleri Kaplan Dallas ve Hanedan gibi Amerikan seriyalleriyle örneklendiriyor. Bilhassa Dallas üzerine, televizyonculuk bağlamında önemli görüşlere yer veriyor yazar.
Haber programları bir “öykü” aracı mıdır?
Bu soruya, Kaplan’ın bakış açısıyla bakacak olursak, elbette “evet” cevabını veririz. Dizi veya seriyaller gibi kurmacaya dayalı türler dışında Kaplan, aynı zamanda haberler, haber programları, eğlence, spor ve bilim programları gibi sözde gerçek olaylara dayalı programlarında bir öykü-anlatma aracı olduğunu kaydediliyor. Kurmaca ve sözde gerçek olaylara dayalı türler arasındaki farkınsa, bu forma uygun tekniklerden kaynaklanıyor. Haber programları bağlamında Kaplan, şu örneği veriyor: “Haber programları bizi ‘bilgilendirmektedir’; ama bu işi öykü anlatma yöntemlerini kullanarak yapmaktadır. Olayı bir örnekle açalım. İngiliz Televizyonu’nun üçüncü kanalı (ITV)’de 24 Ekim 1990 tarihinde gösterilen This Week (Bu Hafta) adlı haftalık haber programında, İngiltere de az da olsa sürekli olarak artan faiz oranlarının, küçük iş yeri sahiplerinin aileleri, yaşamları ve işlerinin geleceği üzerinde yıkıcı etkiler konu edilmişti. Program, iflas eden üç ayrı iş yeri sahibinin “iş ve yaşam öyküleri” anlatılarak sunulmuştu. Programda işlenen konunun daha etkili olarak verilebilmesi için dramatik öyküleme yöntemlerine başvurulma gereği duyulmuştu. Program sunulurken öyküleme tekniklerinden yararlanılmasının en önemli nedeni programın hedef izleyici kitlesini aşarak daha geniş kitlelere ulaşılabilmesini sağlamaktı” (sf 75-76).
“TV, en önemli mit-üreten araçtır” Kitaptaki alıntılardan başlayacak olursak mit, “bize kendisi aracılığıyla dünyanın açıklandığı bir öyküdür.”; “Bir kültürün, doğanın ya da gerçekliğin herhangi bir yanını açıklamak ya da anlamlandırmak içen geliştirilen bir öyküdür. İlkel toplumlardaki mitler, yaşam ve ölüm, insanlar ve tanrılar, iyi ve kötü vs. hakkındaydı. Bugünkü toplumlardaki – ilkel toplumlardakine oranla göreceli olarak daha gelişmiş ve derinlikli bir yapıya sahip olan – mitlerimiz ise erkeklik ve kadınlık, aile ve... bilim hakkındadır.” (sf 85)
Peki, TV nasıl mit üretiyor?
Kaplan bu soruyu cevaplamaya, öncelikle müziğin spor programlarında nasıl kullanıldığını anlatarak başlıyor ve diyor ki: “Spor programlarında müzik, metnin estetik boyutunu artırmak amacıyla kullanılmaktadır. Dahası, spor programlarında kullanılan müzik nedeniyle bu programlar daha fazla mitsel bir boyut kazanmaktadır. Burada müzik, ‘karakterlerin’ fetişleştirilmesi işlevini yerine getirmekte ve böylelikle karakterler ölümsüzleş(tiril)mektedir ( sf 89). Böylelikle bir başarı ve bireysellik miti üretilmektedir. Yani televizyon, çeşitli anlatı formlarıyla, mit üretebiliyor. Aynı şekilde, televizyon dizilerine de bakılacak olursa – bunu yakın dönemde yayınlanan dizilerde rahatlıkla fark edebiliriz – aile, kadın, gençlik, birey, güç, başarı gibi mitlerin de üretildiğini görebiliriz. Bununla birlikte Kaplan, - kanımca mit üretme olarak da görülebilecek- televizyonun “canlı ve doğrudan, aracısız yayın” ideolojisinin bir yanılsamadan başka bir şey olmadığını da şu örnekle kanıtlıyor: “Son Körfez Savaşının tek galibi CNN, Körfez’deki savaşı anında, yirmi dört saat canlı yayın yaparak tüm dünyaya “iletti”; ama CNN’in “ilettiği”, “görüntülerin”, savaş gerçeğinin ne denli yansıtarak bizi bilgilendirdiği tartışmaya açık bir konu. Çünkü savaşa CNN’in kameralarından baktığımızda, savaşta asıl olan bitenleri değil, gerçeğin deforme edilerek gösterilen yüzünü gördük sadece” (sf 97).
Öykü-Anlatma ve Mit Üretme Aracı Olarak Televizyon
Çeviri : Gökçen Kaplan
Baskı Yılı : 1 Nisan 1992
Yayınevi : AĞAÇ Yayıncılık
Yayın yeri : İstanbul
Sayfa sayısı : 112