Enver Gülşen- Sinema Eleştirmeni
“Mecidi’nin, filmde yapmaya çalıştığı çok önemli bir şey var: Efendimiz’i (s.a) film perdesine taşırken nasıl bir yöntem izleneceği meselesini dert edinen bir film bu. Ancak Mecidi, suret yasağı meselesini, genellikle İran minyatürlerindeki temsil biçimlerinden hareketle algılamakta ısrar ediyor. Efendimiz’i (s.a.) genelde yüzü peçeli / yüzü görünmeyen şekilde tasvir eden bu tip minyatürler için, Efendimiz’in (a.s.) minyatür içindeki varlığı, minyatürü, bizatihi O’nun manevi düzlemine çağıran bir şey haline dönüştürmekte çok büyük sıkıntılar çekmiyordu. Efendimiz’in (s.a.) minyatürdeki bu tür bir şeklî varlığı merkezkaç bir işlev görüyordu genellikle. O’nu bir şeyle temsil eden değil, temsile yeltenen şeyin O olmadığı, sadece O’na işaret edeceği bilgisine vakıf kılan… Ancak Mecidi’nin filmiyle keşfettiğimiz çok önemli bir şey var: Minyatürlerdeki bu yaklaşımın film hayatındaki yansıması, asla minyatürdeki gibi işleyemiyor. Hareket eden, eli görünen, arkadan yürürken görüntülenen, saçları uçuşan bir “görüntü”, yüzü göstermese de, yüzün yaptığı “iki boyuta mühürleme işlevine” yakın bir işlev görüyor filmde. Zira film “zamanda yaşayan” bir şey iken, minyatür zamansız olanın imgesi anlamına geliyor. Bu durum Mecidi’nin, “denediği” şeyde kesin bir yenilgi tatması anlamına geliyor bana kalırsa. Üçleme‘nin diğer iki filminde Mecidi’nin bu yaklaşımı sürdüreceğini zannetmiyorum. Zira iyi bir film gözü olan herkesin rahatlıkla hissedebileceği bir yırtılma hâli bu… Yırtılma manevi alana değil, berideki maddi / duygusal tarafa kaçıran bir işlev görmesi açısından minyatürdeki temsil ile filmde olanın en azından Peygamberler ve Uluhiyet ile ilgili olan pek çok şeyde örtüşmediğini gösteriyor. Dolayısıyla Çağrı‘dan sonra Hz. Muhammed (s.a.) filminde de, film sanatında Uluhiyetin ve/veya Peygamberlerin anlatılması ilgili iki seçeneğimiz düşmüş oldu. Dolayısıyla başka yöntemler, yollar denemek gerektiği açık hâle geldi.”
Suat Köçer – Film Arası Dergisi
"Şunu kesin bir dille ifade edelim ki, Mecid Mecidi bir sinemacının gösterebileceği en yüksek hassasiyeti göstererek İslam inancının 'tüm anlayışlarını' gözeterek ortak bir dil yakalamayı başarmış. İslam'ın sahih kaynaklarına aykırı tek bir bilgi barındırmayan film, sahneleriyle de bu bilgilere sadık kalmış. Hz. Muhammed'in gösterilmesi mevzusunda aynı itidalli tavrı sürdüren yönetmen çocukluk ve gençlik yıllarını yüzünü göstermeden, sesi duyurmadan temsil sorununu büyük ölçüde çözüyor. Temsili karakterin yüzü gösterilmiyor, sözleri altyazı ile veriliyor. Filmin jeneriğinde temsili canlandıran oyuncuların isimlerine dahi yer verilmiyor. Hal böyle iken temsil mevzusundan yola çıkarak filme ve yönetmene ağır suçlamalarda bulunmak izahı mümkün bir durum değil. Aynı çevrelerin her yıl Ramazan ayında ekranlarda boy gösteren ve diğer peygamberlerin konu edildiği film ve dizilere bu tarzdan bir temsil itirazı yapmaması da ayrı bir tartışma konusu."
Abdülhamit Güler – Sinema Yazarı
“Peki, Mecidi’nin çekeceği bir Hz. Muhammed (s.a.v.) filminden beklentilerimiz bunlar mı olur? Cevabım kesinlikle hayırdır. Elbette bütçesine binaen ele aldığı konuları hakkıyla sinemasal manada perdeye çıkarmalı. Burada sıkıntı yok. Lakin, sinemasının arayışını ve bize sunuş şeklini sevdiğimiz Mecidi’nin yapacağı bir film değil bu. Filmden Mecidi imzasını kaldırın ve herhangi bir Hollywood yönetmenini ekleyin, kimse yadırgamaz. Bu manzara teknik manada başarılı olsa da İslam coğrafyasının sineması ve Müslümanların sinemayla ilişkisi adına gelişme olarak addedilemez.
Başta da söylediğim gibi filmi 3 açıdan değerlendirmek lazım. Hollywood standartlarında bir iş çıkmış olması, Müslümanların da imkan bulduğunda başarılı, şatafatlı filmler yapabileceğinin ispatı olmuş. Bunun hakkını veriyoruz. Fekat meselenin diğer bir boyutu olan “Mecidi nasıl bir film yapmış?” sorusu, olumlu manada cevap bulabilecek gibi değil. Fıtrat sineması yapan Mecidi, imkanların cezbine kapılıp kendisinden beklenmeyecek derecede konvansiyonel ve filmografisinden uzak bir eser ortaya koymuş. "Hz. Muhammed" (s.a.v.) filmi Mecidi için ya bir parantez olacak ya da artık sineması değişecek. İkinci seçeneğin olmaması için dua edelim...”
Muhammed E. Bülbül – Sinema Yazarı
Elbette odak noktadaki tartışma meselesi Şii itikadına mensup olan bir sinemacının Sünni bir bakış açısıyla değerlendirilmesi. Bu rasyonel bir bakış açısıyla haksız bir yaklaşım gibi görülebilir. Ama mesele Efendimiz (s.a.v.) olunca mesele bir tarihi bakış açısının önüne geçer. Filmde Ebu Talib’in rolü ve ön plana çıkması ilk göze çarpan Şia etkisi. Konuyu kendi siyer bilgimin ötesinde uzmanlarına danışarak aldığım bilgiler ışığında şu şekilde değerlendirebilirim. Ebu Talib, Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) en büyük koruyucusu olmuştur. Bu konuda hiçbir sıkıntı yok. Ve yine filmin anlatıldığı dönem itibariyle filmin odağında Ebu Talib’in olmasında da hiçbir sıkıntı yok. Fakat Ebu Talibin Müslüman olarak ölmediği hususu gayet net bir şekilde ortadayken Şii itikadına göre bu tersi bir haldedir. Filmde Hanif ve Müslüman bir Ebu Talib görüyoruz. Bu bizim itikadımız açısından ilk göze çarpan şey. Zira ayetle sabit olan bir durum bu şekilde değerlendirildiğinde elbette eleştirilerimiz bu noktada olacaktır. (Kasas 56- Ey Muhammed! Sen sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ancak Allah dilediğini doğru yola eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi O bilir.)
İkinci olarak ise yine Şiilerde çokça gördüğümüz ve Sünni âlimlerin en fazla eleştirdiği noktalardan olan hurafe kısmı. Bahira Olayı ya da Hz. Halime annemizin evine bereket gelmesi durumları oldukça naif işlenmişken benim siyer kitaplarında bulamadığım mucizeler filmin içinde oldukça büyük yer tutuyor. Bu kısımların hurafe ya da bidat olarak adlandırılması kaçınılmaz görünüyor. Tekrar söylemekte fayda var. Her ne kadar film olarak adlandırılsa da Hz. Peygamber'in (s.a.v.) hayatı konusunda herhangi bir hata yapma lüksünüz yok.
Son olarak Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) vücudunun filmde görünmesi meselesi de tartışma konusu olacaktır. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) net bir sureti görünmüyor. Yani Peygamber Efendimiz'e (s.a.v.) dair bir suret zihnimizde oluşmuyor. Bu anlamda gelecek eleştirileri de ben aşırı yorumlar olarak görebilirim.
Fatih Mutlu - Yazar
"Bir filmle imanınız zedelenecekse siz o filmden önce imanınızı gözden geçirin" filan diyenler var. Ayıptır. "Sanatsal laik" dediğim bu kesimin bu meseleyi adeta karikatürize etmesine ancak böyle cevap verebilirim: Ayıptır. Az çok sizi dinleyen, fikirlerinizi önemseyen insanlar var; ayıptır. Lütfen daha fazla söyletmeyin.
"Filmi izlemeyin" tavsiyesi de bu "sanatsal laik" grup ve "Siz kim oluyorsunuz"cu bir kesim tarafından eleştiriliyor. Açık açık yazıyorum: Dostlar, abiler, ablalar, kardeşler ve kızkardeşler, boşverin, bu filmi izlemeyin.
Çünkü sizler benim dostlarımsınız, abilerim, ablalarım, kardeşlerim ve kız kardeşlerimsiniz. Bir dostuma "Aman dikkatli kullan aracını" derken, bir kardeşime kendimce tasarrufu ve cömertliği anlatırken, bir ablamla sosyal ya da mesleki tecrübelerimi paylaşırken neysem, bir film hakkında "Mutlaka izlemelisin" ya da "Boşver, izleme" derken de oyum ben. "İzle, kendin karar ver" diyemem, "Kontrollü gittiğin sürece hız sınırını aşabilirsin" ya da "Cömertlikle müsriflik arasındaki farkı bilmiyor olsan da kendin karar ver" diyemeyeceğim gibi."
“Mecidi’nin, filmde yapmaya çalıştığı çok önemli bir şey var: Efendimiz’i (s.a) film perdesine taşırken nasıl bir yöntem izleneceği meselesini dert edinen bir film bu. Ancak Mecidi, suret yasağı meselesini, genellikle İran minyatürlerindeki temsil biçimlerinden hareketle algılamakta ısrar ediyor. Efendimiz’i (s.a.) genelde yüzü peçeli / yüzü görünmeyen şekilde tasvir eden bu tip minyatürler için, Efendimiz’in (a.s.) minyatür içindeki varlığı, minyatürü, bizatihi O’nun manevi düzlemine çağıran bir şey haline dönüştürmekte çok büyük sıkıntılar çekmiyordu. Efendimiz’in (s.a.) minyatürdeki bu tür bir şeklî varlığı merkezkaç bir işlev görüyordu genellikle. O’nu bir şeyle temsil eden değil, temsile yeltenen şeyin O olmadığı, sadece O’na işaret edeceği bilgisine vakıf kılan… Ancak Mecidi’nin filmiyle keşfettiğimiz çok önemli bir şey var: Minyatürlerdeki bu yaklaşımın film hayatındaki yansıması, asla minyatürdeki gibi işleyemiyor. Hareket eden, eli görünen, arkadan yürürken görüntülenen, saçları uçuşan bir “görüntü”, yüzü göstermese de, yüzün yaptığı “iki boyuta mühürleme işlevine” yakın bir işlev görüyor filmde. Zira film “zamanda yaşayan” bir şey iken, minyatür zamansız olanın imgesi anlamına geliyor. Bu durum Mecidi’nin, “denediği” şeyde kesin bir yenilgi tatması anlamına geliyor bana kalırsa. Üçleme‘nin diğer iki filminde Mecidi’nin bu yaklaşımı sürdüreceğini zannetmiyorum. Zira iyi bir film gözü olan herkesin rahatlıkla hissedebileceği bir yırtılma hâli bu… Yırtılma manevi alana değil, berideki maddi / duygusal tarafa kaçıran bir işlev görmesi açısından minyatürdeki temsil ile filmde olanın en azından Peygamberler ve Uluhiyet ile ilgili olan pek çok şeyde örtüşmediğini gösteriyor. Dolayısıyla Çağrı‘dan sonra Hz. Muhammed (s.a.) filminde de, film sanatında Uluhiyetin ve/veya Peygamberlerin anlatılması ilgili iki seçeneğimiz düşmüş oldu. Dolayısıyla başka yöntemler, yollar denemek gerektiği açık hâle geldi.”
Suat Köçer – Film Arası Dergisi
"Şunu kesin bir dille ifade edelim ki, Mecid Mecidi bir sinemacının gösterebileceği en yüksek hassasiyeti göstererek İslam inancının 'tüm anlayışlarını' gözeterek ortak bir dil yakalamayı başarmış. İslam'ın sahih kaynaklarına aykırı tek bir bilgi barındırmayan film, sahneleriyle de bu bilgilere sadık kalmış. Hz. Muhammed'in gösterilmesi mevzusunda aynı itidalli tavrı sürdüren yönetmen çocukluk ve gençlik yıllarını yüzünü göstermeden, sesi duyurmadan temsil sorununu büyük ölçüde çözüyor. Temsili karakterin yüzü gösterilmiyor, sözleri altyazı ile veriliyor. Filmin jeneriğinde temsili canlandıran oyuncuların isimlerine dahi yer verilmiyor. Hal böyle iken temsil mevzusundan yola çıkarak filme ve yönetmene ağır suçlamalarda bulunmak izahı mümkün bir durum değil. Aynı çevrelerin her yıl Ramazan ayında ekranlarda boy gösteren ve diğer peygamberlerin konu edildiği film ve dizilere bu tarzdan bir temsil itirazı yapmaması da ayrı bir tartışma konusu."
Abdülhamit Güler – Sinema Yazarı
“Peki, Mecidi’nin çekeceği bir Hz. Muhammed (s.a.v.) filminden beklentilerimiz bunlar mı olur? Cevabım kesinlikle hayırdır. Elbette bütçesine binaen ele aldığı konuları hakkıyla sinemasal manada perdeye çıkarmalı. Burada sıkıntı yok. Lakin, sinemasının arayışını ve bize sunuş şeklini sevdiğimiz Mecidi’nin yapacağı bir film değil bu. Filmden Mecidi imzasını kaldırın ve herhangi bir Hollywood yönetmenini ekleyin, kimse yadırgamaz. Bu manzara teknik manada başarılı olsa da İslam coğrafyasının sineması ve Müslümanların sinemayla ilişkisi adına gelişme olarak addedilemez.
Başta da söylediğim gibi filmi 3 açıdan değerlendirmek lazım. Hollywood standartlarında bir iş çıkmış olması, Müslümanların da imkan bulduğunda başarılı, şatafatlı filmler yapabileceğinin ispatı olmuş. Bunun hakkını veriyoruz. Fekat meselenin diğer bir boyutu olan “Mecidi nasıl bir film yapmış?” sorusu, olumlu manada cevap bulabilecek gibi değil. Fıtrat sineması yapan Mecidi, imkanların cezbine kapılıp kendisinden beklenmeyecek derecede konvansiyonel ve filmografisinden uzak bir eser ortaya koymuş. "Hz. Muhammed" (s.a.v.) filmi Mecidi için ya bir parantez olacak ya da artık sineması değişecek. İkinci seçeneğin olmaması için dua edelim...”
Muhammed E. Bülbül – Sinema Yazarı
Elbette odak noktadaki tartışma meselesi Şii itikadına mensup olan bir sinemacının Sünni bir bakış açısıyla değerlendirilmesi. Bu rasyonel bir bakış açısıyla haksız bir yaklaşım gibi görülebilir. Ama mesele Efendimiz (s.a.v.) olunca mesele bir tarihi bakış açısının önüne geçer. Filmde Ebu Talib’in rolü ve ön plana çıkması ilk göze çarpan Şia etkisi. Konuyu kendi siyer bilgimin ötesinde uzmanlarına danışarak aldığım bilgiler ışığında şu şekilde değerlendirebilirim. Ebu Talib, Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) en büyük koruyucusu olmuştur. Bu konuda hiçbir sıkıntı yok. Ve yine filmin anlatıldığı dönem itibariyle filmin odağında Ebu Talib’in olmasında da hiçbir sıkıntı yok. Fakat Ebu Talibin Müslüman olarak ölmediği hususu gayet net bir şekilde ortadayken Şii itikadına göre bu tersi bir haldedir. Filmde Hanif ve Müslüman bir Ebu Talib görüyoruz. Bu bizim itikadımız açısından ilk göze çarpan şey. Zira ayetle sabit olan bir durum bu şekilde değerlendirildiğinde elbette eleştirilerimiz bu noktada olacaktır. (Kasas 56- Ey Muhammed! Sen sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ancak Allah dilediğini doğru yola eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi O bilir.)
İkinci olarak ise yine Şiilerde çokça gördüğümüz ve Sünni âlimlerin en fazla eleştirdiği noktalardan olan hurafe kısmı. Bahira Olayı ya da Hz. Halime annemizin evine bereket gelmesi durumları oldukça naif işlenmişken benim siyer kitaplarında bulamadığım mucizeler filmin içinde oldukça büyük yer tutuyor. Bu kısımların hurafe ya da bidat olarak adlandırılması kaçınılmaz görünüyor. Tekrar söylemekte fayda var. Her ne kadar film olarak adlandırılsa da Hz. Peygamber'in (s.a.v.) hayatı konusunda herhangi bir hata yapma lüksünüz yok.
Son olarak Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) vücudunun filmde görünmesi meselesi de tartışma konusu olacaktır. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) net bir sureti görünmüyor. Yani Peygamber Efendimiz'e (s.a.v.) dair bir suret zihnimizde oluşmuyor. Bu anlamda gelecek eleştirileri de ben aşırı yorumlar olarak görebilirim.
Fatih Mutlu - Yazar
"Bir filmle imanınız zedelenecekse siz o filmden önce imanınızı gözden geçirin" filan diyenler var. Ayıptır. "Sanatsal laik" dediğim bu kesimin bu meseleyi adeta karikatürize etmesine ancak böyle cevap verebilirim: Ayıptır. Az çok sizi dinleyen, fikirlerinizi önemseyen insanlar var; ayıptır. Lütfen daha fazla söyletmeyin.
"Filmi izlemeyin" tavsiyesi de bu "sanatsal laik" grup ve "Siz kim oluyorsunuz"cu bir kesim tarafından eleştiriliyor. Açık açık yazıyorum: Dostlar, abiler, ablalar, kardeşler ve kızkardeşler, boşverin, bu filmi izlemeyin.
Çünkü sizler benim dostlarımsınız, abilerim, ablalarım, kardeşlerim ve kız kardeşlerimsiniz. Bir dostuma "Aman dikkatli kullan aracını" derken, bir kardeşime kendimce tasarrufu ve cömertliği anlatırken, bir ablamla sosyal ya da mesleki tecrübelerimi paylaşırken neysem, bir film hakkında "Mutlaka izlemelisin" ya da "Boşver, izleme" derken de oyum ben. "İzle, kendin karar ver" diyemem, "Kontrollü gittiğin sürece hız sınırını aşabilirsin" ya da "Cömertlikle müsriflik arasındaki farkı bilmiyor olsan da kendin karar ver" diyemeyeceğim gibi."