Türkiye’de sinema ve din ilişkisi, sinemanın tarihiyle birlikte başladı. Sinemada dini sembollerin kullanımından sinemanın dini söylemi aktarma biçimlerine varana kadar geniş bir alanı kapsayan sinema ve din ilişkisi bu yönüyle ele alınması gereken bir husus olarak karşımızda duruyor. İslamvemedya.com olarak, bu önemli konuyu, İhsan Kabil ile konuştuk.
İşte o röportaj…
İslamvemedya.com: Hocam sinema, medya günümüzün en önemli kitle iletişim araçları. Bunlar için dev bütçeler ayrılıyor ve kitleler sanatla, sinemayla, medyayla yönlendiriliyor. Fakat İslam dünyası -görünen o ki- birçok alanda olduğu gibi maalesef sinema konusunda da geriden geliyor. Günümüzde İslam dünyasının sinemadaki yerini nasıl görüyorsunuz, nasıl değerlendiriyorsunuz?
İslam dünyasında sinema
İhsan Kabil: Hakikaten yetersizlikler çok fazla diyebilirim; önemi yeterince anlaşılamıyor. Bunun için bir kere öncelikle önemli fonlar ayrılması lazım, kültürel çalışmaların yapılması lazım. Sinema bugün artık her topluma ulaşabiliyor, iletiler sunabiliyor, farklı okumaları var ve dolayısıyla biz de kendimize has bir dil geliştirmeliyiz muhakkak bu anlamda. Soyutlamalar yaparak, her şeyi bire bir göstermeden… Çünkü sinema göstermeci bir dile sahip bir anlatım aracıdır. Dolayısıyla biz bir şeyi göstermeden; belli sembollerle, mecazlarla, çağrışımlarla, göndermelerle bunu yapabilmeliyiz. Kendi kültür ve medeniyet dairemizin değerlerini sinema diliyle çok rahat işleyebiliriz; daha geniş kitlelere ulaştırabiliriz; İslam dünyasına ve dışımızdaki dünyaya da… Çok güçlü, çok köklü kültür ve medeniyet değerlerine sahibiz ama en önemli kitle iletişim araçlarından biri olan sinemayı bu anlamda yeterince kullanamıyoruz. Tabii bunun için de özel bir ilgi ve irade gerekiyor. Bizim bu iradeyi çok fazla kurabildiğimiz söylenemez. Bu anlamda en güçlü dile İran sineması sahip şu an İslam dünyasında. Oradaki o estetiği ve kültürel bilinci bence diğer toplumların da kendilerine örnek almaları gerekiyor.
Müslümanca sinema nasıl yapılır?
Kendilerine uyarlayarak, bir şekilde özgün bir dille ve bir kimlik meydana getirerek; yani hem Müslümanca bir kimlik hem de -ait olduğu toplumsallığı kastediyorum- hangi ulusa aitse onun da değerlerini meczederek bunu çok iyi yansıtabilirler; bunu da yapmak lazım. Sinemanın -tabii göstermeci bir sanat dalı olduğu için- belli zaafları da var; bu zaaflardan da mümkün olduğunca sakınmak gerekiyor bence. Bir şekilde, belli kontrollerle, bir sorumluluk dairesinde, bir vicdan muhasebesi ile yürümek gerekiyor. Çünkü bir sinema filmi sizin elinizden çıktığı an, yaş durumunu kestiremediğiniz geniş topluluklara ulaşıyor. O anlamda hakikaten hem karşınızdaki çocukları, gençleri, bütün bir toplum kesimini gözetmeniz, hem toplumsal değerleri hesaba katmanız hem de insanın varoluşsal değerini bir yerde gözetmeniz önemli olacaktır. Zaten bunları yaptığınız takdirde Müslümanca bir sinema yapılmış olacaktır.
İslamvemedya.com: Son söylediklerinizden yola çıkarak şunu sormak istiyorum; İslami bir sinema veya Müslümanca bir sinema olabilir mi, sinemayı siz nasıl konumlandırıyorsunuz? Sizce sinema bir tebliğ aracı mı yoksa “sinema sinemadır olduğu gibi kabul etmek gerekir” mi diyorsunuz?
İhsan Kabil: Tabii ben bu tanımlamayı sadece İslam dünyasını kastederek yapmıyorum; Müslümanca bir sinema derken. İslam dünyasının dışındaki toplumlar tarafından da böyle filmler yapılabilir ve yapılıyor, bunu görüyoruz. Yani takdir etmek lazım, 180 derece bir bakış açısı ile yaklaşmak lazım dünyaya, geniş bir perspektiften. Dolayısıyla başka toplumların da başka inançların da sizin inancınızla çatışmayan, çelişmeyen değerlerini, görselliklerini, anlatımlarını, soyutlamalarını muhakkak ki kabul etmek gerekiyor. Çünkü biz “Yaratılanı sev yaratandan ötürü” düsturuna inandığımızdan dolayı bunu sınırlamak yerine kendi kafanızda kurmuş olduğunuz o daireyi -yani Müslümanca dediğimiz diyelim- onu güçlü tanımlayabildiğiniz oranda -kendinize güvenerek tabii ki bir özgüven içinde- bu çalışmaları kabul edebilmeliyiz bence. Yani Müslüman toplumların dışında yapılan eserleri kastederek bunları söylüyorum. Dolayısıyla biraz daha esnek olabilir, bakışımızı geniş tutabiliriz zannediyorum.
“Türk sinemasının kimlik problemi var”
İslamvemedya.com: Hocam, Türkiye son yıllarda hep umut ülke oldu, mazlumların mağdurların umut ülkesi oldu. Birçok alanda atılımlar yapıldı, yapılıyor ama zannediyorum sinema alanında, medya alanında, kültür sanat alanında hala geriden gidiyoruz. Bu anlamda siz İran Sineması İslam dünyasına öncülük ediyor, diyorsunuz. Türkiye neden diğer alanlarda olduğu gibi bu alanda da bir umut olarak görülebilir mi, neler yapılması lazım?
İhsan Kabil: Güzel bir soru. Öncelikle bir kimlik problemi var Türk sinemasının bence; hatta Türk kültürünün diyebiliriz. Kültürel formasyonumuz Batılı normlarla beslendiği için… Bence sinemaya da yine o pencereden bakıyoruz. Yani sinema üzerine konuşuyorsak; mesela (sinemacılarımız) rol modeller olarak genellikle Avrupa sineması anlayışını önceleyen yönetmenlerin eserlerini örnek alarak kendilerine bir yön tayin ediyorlar. O anlamda da bir kimlik problemimiz var sinemamızda. Daha özgün, bizim kültürümüzün değerlerini işleyen, onları çekinmeden, yerinmeden, yüksünmeden, bir özgüven içinde ortaya koyabilen eserlere ihtiyaç var. Bu anlamda biz kendi geleneksel sanatlarımızdan da pekala istifade edebiliriz. Kültürümüzü gelenek içinde ama bugün geldiği noktada bu geniş bakış açısıyla yani köklerimize dair ve oradan güç alarak bir yansıtma yapabildiğimiz takdirde sinemamız da bence özlenen seviyeye ulaşacaktır. O anlamda hakikaten çok az örnek var öyle baktığımız zaman. Ben Bugünlerde Buğday filmini en iyi örnek olarak gösterebilirim, Semih Kaplanoğlu'nun yaptığı. Hakikaten çok bize dair bir filmdir; anlatımları, soyutlamalarıyla, belli referanslarla, kendi öz kültürümüze, inancımıza dair… böyle yürüyen bir filmdir. Ayrıca dünya sinemasının geldiği dilsel anlatım zenginliğini de içselleştirmiştir bu film. Dolayısıyla bizde de çok azınlıkta olsa da böyle filmler yapılmaya başlandı ve umarız sayıları çoğalır.
“Gençler, iyi çalışmalar yapıyor”
İslamvemedya.com: Siz nasıl görüyorsunuz peki, gelecekte daha iyi olacak mı Türk sineması?
İhsan Kabil: Tabii ki ümitvarım ben. Çünkü gençler iyi çalışmalar yapıyorlar, kısa filmlerde olsun, bazı belgesellerde olsun, belli çalışmalar ortaya koyuyorlar. Yine belirli bazı yönetmenler; Halit Şirkan, Mahmut Fazıl Coşkun, Faysal Soysal gibi isimlerin de bu minvalde iyi çalışmaları var. Bunların artmasını umut ediyoruz ve bekliyoruz. Ben “olacaktır”, diye de düşünüyorum.
“Mali duyarlıklı kesimlerin de sinemaya muhakkak yatırım yapması gerekiyor”
İslamvemedya.com: Hep söylenir ya hani işte, İslami sermaye diye adlandırılan sermaye sahiplerinin bu alana daha çok yatırım yapması gerekiyor. O alanda bir şey var mı, gelişme, buraya yönelme var mı?
İhsan Kabil: Henüz yok, (gülüyor) hala yok ki Mesut Uçakan’ın da aslında yıllardır yakındığı bir konu bu; maalesef. İşte Kültür Bakanlığının destekleri var; bu yine de iyi bir gelişme diye düşünüyorum. Yani oradan alınıp biraz daha katarak… Yani mali duyarlıklı kesimlerin de buraya muhakkak yatırım yapması gerekiyor. Yani zarara uğrasa da bir insan… Ticarette de zarara uğrayabilir, sanat alanında uğramış çok şey mi? Yani bunun üstüne gitmek lazım, fedakârlıkta bulunmak lazım, hakikaten. Çünkü onların hiçbiri boşa gitmeyecektir. Yani insan bir yerde yanlış yapa yapa doğruya ulaşmasını da bulabilen bir varlıktır ve bir yerde bu noktaya da gelecektir diye düşünüyorum açıkçası.
Mecid Mecidî’nin filmi üzerine
İslamvemedya.com: İran sinemasına değindiniz; en son mesela Hazreti Muhammed filmi yapıldı. Bu film birçok yönden eleştirildi. Genel olarak İran sinemasının devletin de ciddi destekleri olduğu ve mezhep propagandası yaptığı yönünde de eleştiriler var. Dolayısıyla bu filmlere ve İran sinemasına teenni ile yaklaşılması gerektiği konusunda yorumlar yapılıyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz, İran sinemasının böyle bir hedefi var mı?
İhsan Kabil: İran toplumu o anlamda biraz tutucu bir toplum. Yani hakikaten kendi değerlerine sahip çıkıyor, her manada. Ama o film özelinde şunu söyleyeyim; ben o filme olumlu yaklaşan biriyim. Film mümkün olabildiğince bu yöndeki duyarlılığını esnek tutmuştur aslında. İran'ın -nasıl diyelim- inanç sistemi esnek tutulmuştur olabildiğince, o yanını kanırtmamaya çalışmıştır. Mecid Mecidi de zaten estetik değerlere çok önem veren bir yönetmen. Tabii farklı açılardan eleştiriler getirilebilir yani Hz. Peygamberin çocukluk dönemi olsa da silüet göstermeleri falan var onlar belki tartışılabilir ya da belki hayatında yer almamış sahnelerin filmde yer aldığı eleştirileri de var. Artık yönetmenin de kendi muhayyilesinden koyduğu şeyler de olabilir ama ben bunların çok aykırı aşırı gelebilecek şeyler olduğunu düşünmüyorum. Filmi yer yer insanların çok duygulanarak seyrettiğini de gördüm, bizzat tanık oldum. Dolayısıyla bu yönde çalışmalar yapılabilir yani Çağrı'dan 40 yıl sonra yapılan bir çalışma bu; eksiklikleri olabilir, yetersizlikleri olabilir ama bir şekilde bir cesaretle üstüne gidilmiştir. Çünkü hep konuşulan bir şey yani Çağrı’dan sonra bir filmimiz gelmeyecek mi falan dendi Peygamberin hayatına dair o döneme dair... İnşallah yani eksiklikleri, hataları görerek, onlara belli bir olgunlukla da yaklaşarak, yıkıcı olmadan; bundan sonra yapılacak çalışmalarda daha az bunları yapmaya çalışarak yola devam etmek lazım diye düşünüyorum.
İşte o röportaj…
İslamvemedya.com: Hocam sinema, medya günümüzün en önemli kitle iletişim araçları. Bunlar için dev bütçeler ayrılıyor ve kitleler sanatla, sinemayla, medyayla yönlendiriliyor. Fakat İslam dünyası -görünen o ki- birçok alanda olduğu gibi maalesef sinema konusunda da geriden geliyor. Günümüzde İslam dünyasının sinemadaki yerini nasıl görüyorsunuz, nasıl değerlendiriyorsunuz?
İslam dünyasında sinema
İhsan Kabil: Hakikaten yetersizlikler çok fazla diyebilirim; önemi yeterince anlaşılamıyor. Bunun için bir kere öncelikle önemli fonlar ayrılması lazım, kültürel çalışmaların yapılması lazım. Sinema bugün artık her topluma ulaşabiliyor, iletiler sunabiliyor, farklı okumaları var ve dolayısıyla biz de kendimize has bir dil geliştirmeliyiz muhakkak bu anlamda. Soyutlamalar yaparak, her şeyi bire bir göstermeden… Çünkü sinema göstermeci bir dile sahip bir anlatım aracıdır. Dolayısıyla biz bir şeyi göstermeden; belli sembollerle, mecazlarla, çağrışımlarla, göndermelerle bunu yapabilmeliyiz. Kendi kültür ve medeniyet dairemizin değerlerini sinema diliyle çok rahat işleyebiliriz; daha geniş kitlelere ulaştırabiliriz; İslam dünyasına ve dışımızdaki dünyaya da… Çok güçlü, çok köklü kültür ve medeniyet değerlerine sahibiz ama en önemli kitle iletişim araçlarından biri olan sinemayı bu anlamda yeterince kullanamıyoruz. Tabii bunun için de özel bir ilgi ve irade gerekiyor. Bizim bu iradeyi çok fazla kurabildiğimiz söylenemez. Bu anlamda en güçlü dile İran sineması sahip şu an İslam dünyasında. Oradaki o estetiği ve kültürel bilinci bence diğer toplumların da kendilerine örnek almaları gerekiyor.
Müslümanca sinema nasıl yapılır?
Kendilerine uyarlayarak, bir şekilde özgün bir dille ve bir kimlik meydana getirerek; yani hem Müslümanca bir kimlik hem de -ait olduğu toplumsallığı kastediyorum- hangi ulusa aitse onun da değerlerini meczederek bunu çok iyi yansıtabilirler; bunu da yapmak lazım. Sinemanın -tabii göstermeci bir sanat dalı olduğu için- belli zaafları da var; bu zaaflardan da mümkün olduğunca sakınmak gerekiyor bence. Bir şekilde, belli kontrollerle, bir sorumluluk dairesinde, bir vicdan muhasebesi ile yürümek gerekiyor. Çünkü bir sinema filmi sizin elinizden çıktığı an, yaş durumunu kestiremediğiniz geniş topluluklara ulaşıyor. O anlamda hakikaten hem karşınızdaki çocukları, gençleri, bütün bir toplum kesimini gözetmeniz, hem toplumsal değerleri hesaba katmanız hem de insanın varoluşsal değerini bir yerde gözetmeniz önemli olacaktır. Zaten bunları yaptığınız takdirde Müslümanca bir sinema yapılmış olacaktır.
İslamvemedya.com: Son söylediklerinizden yola çıkarak şunu sormak istiyorum; İslami bir sinema veya Müslümanca bir sinema olabilir mi, sinemayı siz nasıl konumlandırıyorsunuz? Sizce sinema bir tebliğ aracı mı yoksa “sinema sinemadır olduğu gibi kabul etmek gerekir” mi diyorsunuz?
İhsan Kabil: Tabii ben bu tanımlamayı sadece İslam dünyasını kastederek yapmıyorum; Müslümanca bir sinema derken. İslam dünyasının dışındaki toplumlar tarafından da böyle filmler yapılabilir ve yapılıyor, bunu görüyoruz. Yani takdir etmek lazım, 180 derece bir bakış açısı ile yaklaşmak lazım dünyaya, geniş bir perspektiften. Dolayısıyla başka toplumların da başka inançların da sizin inancınızla çatışmayan, çelişmeyen değerlerini, görselliklerini, anlatımlarını, soyutlamalarını muhakkak ki kabul etmek gerekiyor. Çünkü biz “Yaratılanı sev yaratandan ötürü” düsturuna inandığımızdan dolayı bunu sınırlamak yerine kendi kafanızda kurmuş olduğunuz o daireyi -yani Müslümanca dediğimiz diyelim- onu güçlü tanımlayabildiğiniz oranda -kendinize güvenerek tabii ki bir özgüven içinde- bu çalışmaları kabul edebilmeliyiz bence. Yani Müslüman toplumların dışında yapılan eserleri kastederek bunları söylüyorum. Dolayısıyla biraz daha esnek olabilir, bakışımızı geniş tutabiliriz zannediyorum.
“Türk sinemasının kimlik problemi var”
İslamvemedya.com: Hocam, Türkiye son yıllarda hep umut ülke oldu, mazlumların mağdurların umut ülkesi oldu. Birçok alanda atılımlar yapıldı, yapılıyor ama zannediyorum sinema alanında, medya alanında, kültür sanat alanında hala geriden gidiyoruz. Bu anlamda siz İran Sineması İslam dünyasına öncülük ediyor, diyorsunuz. Türkiye neden diğer alanlarda olduğu gibi bu alanda da bir umut olarak görülebilir mi, neler yapılması lazım?
İhsan Kabil: Güzel bir soru. Öncelikle bir kimlik problemi var Türk sinemasının bence; hatta Türk kültürünün diyebiliriz. Kültürel formasyonumuz Batılı normlarla beslendiği için… Bence sinemaya da yine o pencereden bakıyoruz. Yani sinema üzerine konuşuyorsak; mesela (sinemacılarımız) rol modeller olarak genellikle Avrupa sineması anlayışını önceleyen yönetmenlerin eserlerini örnek alarak kendilerine bir yön tayin ediyorlar. O anlamda da bir kimlik problemimiz var sinemamızda. Daha özgün, bizim kültürümüzün değerlerini işleyen, onları çekinmeden, yerinmeden, yüksünmeden, bir özgüven içinde ortaya koyabilen eserlere ihtiyaç var. Bu anlamda biz kendi geleneksel sanatlarımızdan da pekala istifade edebiliriz. Kültürümüzü gelenek içinde ama bugün geldiği noktada bu geniş bakış açısıyla yani köklerimize dair ve oradan güç alarak bir yansıtma yapabildiğimiz takdirde sinemamız da bence özlenen seviyeye ulaşacaktır. O anlamda hakikaten çok az örnek var öyle baktığımız zaman. Ben Bugünlerde Buğday filmini en iyi örnek olarak gösterebilirim, Semih Kaplanoğlu'nun yaptığı. Hakikaten çok bize dair bir filmdir; anlatımları, soyutlamalarıyla, belli referanslarla, kendi öz kültürümüze, inancımıza dair… böyle yürüyen bir filmdir. Ayrıca dünya sinemasının geldiği dilsel anlatım zenginliğini de içselleştirmiştir bu film. Dolayısıyla bizde de çok azınlıkta olsa da böyle filmler yapılmaya başlandı ve umarız sayıları çoğalır.
“Gençler, iyi çalışmalar yapıyor”
İslamvemedya.com: Siz nasıl görüyorsunuz peki, gelecekte daha iyi olacak mı Türk sineması?
İhsan Kabil: Tabii ki ümitvarım ben. Çünkü gençler iyi çalışmalar yapıyorlar, kısa filmlerde olsun, bazı belgesellerde olsun, belli çalışmalar ortaya koyuyorlar. Yine belirli bazı yönetmenler; Halit Şirkan, Mahmut Fazıl Coşkun, Faysal Soysal gibi isimlerin de bu minvalde iyi çalışmaları var. Bunların artmasını umut ediyoruz ve bekliyoruz. Ben “olacaktır”, diye de düşünüyorum.
“Mali duyarlıklı kesimlerin de sinemaya muhakkak yatırım yapması gerekiyor”
İslamvemedya.com: Hep söylenir ya hani işte, İslami sermaye diye adlandırılan sermaye sahiplerinin bu alana daha çok yatırım yapması gerekiyor. O alanda bir şey var mı, gelişme, buraya yönelme var mı?
İhsan Kabil: Henüz yok, (gülüyor) hala yok ki Mesut Uçakan’ın da aslında yıllardır yakındığı bir konu bu; maalesef. İşte Kültür Bakanlığının destekleri var; bu yine de iyi bir gelişme diye düşünüyorum. Yani oradan alınıp biraz daha katarak… Yani mali duyarlıklı kesimlerin de buraya muhakkak yatırım yapması gerekiyor. Yani zarara uğrasa da bir insan… Ticarette de zarara uğrayabilir, sanat alanında uğramış çok şey mi? Yani bunun üstüne gitmek lazım, fedakârlıkta bulunmak lazım, hakikaten. Çünkü onların hiçbiri boşa gitmeyecektir. Yani insan bir yerde yanlış yapa yapa doğruya ulaşmasını da bulabilen bir varlıktır ve bir yerde bu noktaya da gelecektir diye düşünüyorum açıkçası.
Mecid Mecidî’nin filmi üzerine
İslamvemedya.com: İran sinemasına değindiniz; en son mesela Hazreti Muhammed filmi yapıldı. Bu film birçok yönden eleştirildi. Genel olarak İran sinemasının devletin de ciddi destekleri olduğu ve mezhep propagandası yaptığı yönünde de eleştiriler var. Dolayısıyla bu filmlere ve İran sinemasına teenni ile yaklaşılması gerektiği konusunda yorumlar yapılıyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz, İran sinemasının böyle bir hedefi var mı?
İhsan Kabil: İran toplumu o anlamda biraz tutucu bir toplum. Yani hakikaten kendi değerlerine sahip çıkıyor, her manada. Ama o film özelinde şunu söyleyeyim; ben o filme olumlu yaklaşan biriyim. Film mümkün olabildiğince bu yöndeki duyarlılığını esnek tutmuştur aslında. İran'ın -nasıl diyelim- inanç sistemi esnek tutulmuştur olabildiğince, o yanını kanırtmamaya çalışmıştır. Mecid Mecidi de zaten estetik değerlere çok önem veren bir yönetmen. Tabii farklı açılardan eleştiriler getirilebilir yani Hz. Peygamberin çocukluk dönemi olsa da silüet göstermeleri falan var onlar belki tartışılabilir ya da belki hayatında yer almamış sahnelerin filmde yer aldığı eleştirileri de var. Artık yönetmenin de kendi muhayyilesinden koyduğu şeyler de olabilir ama ben bunların çok aykırı aşırı gelebilecek şeyler olduğunu düşünmüyorum. Filmi yer yer insanların çok duygulanarak seyrettiğini de gördüm, bizzat tanık oldum. Dolayısıyla bu yönde çalışmalar yapılabilir yani Çağrı'dan 40 yıl sonra yapılan bir çalışma bu; eksiklikleri olabilir, yetersizlikleri olabilir ama bir şekilde bir cesaretle üstüne gidilmiştir. Çünkü hep konuşulan bir şey yani Çağrı’dan sonra bir filmimiz gelmeyecek mi falan dendi Peygamberin hayatına dair o döneme dair... İnşallah yani eksiklikleri, hataları görerek, onlara belli bir olgunlukla da yaklaşarak, yıkıcı olmadan; bundan sonra yapılacak çalışmalarda daha az bunları yapmaya çalışarak yola devam etmek lazım diye düşünüyorum.