Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Çemrek, medya ve terör hareketleri konusundaki görüşlerini islamvemedya.com/a aktardı. Prof. Dr. Çemrek, medyanın sunduğu İslam imajının, tarihsel ve tecimsel bağlarının olduğunu söyledi. Medya aracılığıyla şiddet görüntülerinin sunulmasında bir algı operasyonu yapılmak isteniyorsa, bu görüntüleri sunanlar dışında hiç kimsenin bir şey kazanamayacağını kaydetti.
"Müslümanlar Batı toplumlarının içerideki ama içselleştiremedikleri ötekileridir…”
İslam’ı ana kaynaklarından öğrenmeyerek medyadan takip ettikleriyle sınırlı zanneden toplumlarda, Müslümanların şiddete dayalı eylemlerinin izlenmesi nasıl bir tasavvur oluşuyor dersiniz?
Öncelikle modern insan kendisiyle ilgili bilgiler dahil olmak üzere başka kurumlar üzerinden öğreniyor veya bu bilgileri bu kurumlara ispat ettirmek durumunda. Örneğin şahit olduğumuz bir olayı başkalarına aktardığımızda doğrulatmak amacıyla hangi medya kanalında, gazete, televizyon veya internet sitesi olduğunu da göstermek durumunda kalıyoruz veya kendimiz bu bilgiyi kaydedip sosyal medyaya sunuyoruz. Böylece, medyanın işlevi adından da anlaşılacağı üzere bizim bilgiye ulaşmamızı sağlamak iken Marshall McLuhan’ın ifadesiyle medya bizatihi mesajın kendisine dönüşmüştür. İslam veya başka bir dini, öğretiyi, fenomeni haliyle de artık öğrenmenin en kısa yolu medyadan devşirdiklerimizdir. Özellikle de ¨kötü haber satar¨ gerçeğinden hareketle şiddet haberleri insanların dikkatini çekmektedir ve bu şiddet bir din ile ilintilendirildiğinde daha ilgi çekici hale gelmektedir. Modern insan öte yandan sadece kariyeriyle ve belki birkaç hobisiyle ilgili yoğun uzmanlığı artarken neredeyse hayatın diğer alanlarıyla ilgili yüzeysel bilgiye sahip olmayı yeğlemektedir. HerbertMarcuse’un ¨tek boyutlu adam¨dan kastettiği de kısmen budur. Medyanın işlevi de bu yüzeysel bilgiyi sunmak için vardır. Bundan dolayı medyayı da modern insanı günah keçisine dönüştürmeye gerek yok. Gün geçtikçe spesifikleşen bilgi alanlarından insanlar işlerini sürdürebilmek için dar alanlarda uzmanlaşmaya mahkumdurlar. Haliyle de kimseden izlediği bir haberi detaylıca anlamak için ana kaynaklara gitmesini beklemek oldukça beyhudedir. Öte yandan, sözkonusu İslam’ın Batı toplumlarındaki medya üzerinden tasavvuru ise, medya sadece bilgi kaynaklarından biri olurken bu toplumlardaki Müslümanların Batı toplumlarındaki genel tasavvuru da bunda etkilidir. İster bunu toplumsal hafıza bakımından Haçlı seferlerine kadar götürün isterseniz de bu toplumlara sömürgelerden veya ucuz işgücü olarak gelen Müslümanlar üzerinden olsun zaten genel anlamda negatif bir algı hakimdir. Kısacası, Müslümanlar Batı toplumlarının içerideki ama içselleştiremedikleri ötekileridir. 11 Eylül bugün de devam eden sonuçları bakımından bu algıyı daha da taşlaştırmıştır. Bir de meseleye şu açıdan bakmakta fayda var, Myanmar’daki Müslümanlara yönelik katliamlarda veya Hindistan’da Müslümanlara yönelik şiddet eylemlerinde Müslüman toplumlarda Budizm ve Hinduizm’i ana kaynaklarından öğrenmek için bir genel bir talebe dönüşmeyip bu eylemleri protesto etmek ağır bastıysa şu anki Müslümanlara dair gelişen şiddet merkezli tasavvur da farklı değildir.
"Müslümanları şiddetle özdeşleştirmenin medya açısından tecimsel bir değeri var." Bu görüntülerin sıklıkla aktarılması, yaygınlaştırılması İslam’ı ve Müslümanları şiddetle özdeş görme biçimini meşru kılar mı?
El-cevap: Hayır. Fakat bu olumsuzlama da kendi meşruiyetini üretmek durumundadır ve bu meşruiyeti şunun üzerine bina ediyorum; sadece İslam ve Müslümanları şiddetle özdeşleştirmek değil şiddetin bizatihi sıklıkla aktarılması şiddeti normalleştirmektedir. Asıl akılda tutulması gereken şiddet görüntüleri tacirliği yapanların böyle bir meşruiyet arayışları sözkonusu mu? Eğer böyle bir arayış olsaydı video oyunlarından tutun da reklamlara ve haberlerin ekseriyetinin bir üçüncü sayfa olarak haberi verilmemesi gerekirdi. Şiddet, insanoğlunun yekdiğeriyle beraber yaşaması yani bir toplum haline gelebilmesi için rehabilite etmek, rafine etmek durumunda olduğu kronik bir sorun. İşte benim de söylemeye çalıştığım şiddetin normalleşmesi şiddeti tecime elverişli kılıyor ve bu görüntüleri bu kadar yoğunlukta yayınlanması ise alıcısı olduğu sürece devam edeceğinden aslında kapitalist bir meşruiyete zaten sahip. Bundan dolayı da İslam ve Müslümanları şiddetle özdeşleştirmenin zaten içkin bir meşruiyeti var, ne kadar çok bu tür haberlere talep olursa o kadar çok reklam geliri anlamına geliyor.
“Şiddet görüntüleriyle eğer bir algı operasyonu yapılmak isteniyorsa, bu görüntüleri sunanlar dışında hiç kimse kazanamayacaktır.” Nihayetinde, şiddet içerikli görüntülerin paylaşılmasında bir hedef, bir algı oluşturma çabası var. Kim kazanır bundan? Kime yarar, kime kaybettirir?
Eğer dediğiniz gibi bir algı operasyonuna binaen ise cevap zaten soruda gizli bu görüntüleri sunanlar kazanacaktır ve kazananların dışında kalan herkes kaybedecektir. Zira şiddetin normalleşmesi kendilerine şiddet uygulandığını düşünenlerin de karşı şiddet üretmesini kolaylaştıracağından bir şiddet sarmalının hepimizi beklediğini düşünebiliriz. Devletin Weberyen anlamda ¨şiddetin meşru tekeli¨ olmasının sonuna gelindiğinde ise herkesin devlet olmasıyla sonuçlanacağından bir nevi Hobbes’un bahsettiği herkesin herkesle savaş halinde olduğu bir doğa durumu oluşacaktır ki bu kimsenin yararına olmayacaktır. İslam ve Müslümanlara yönelik şiddet görüntülerinin artışı ise onları dışlamanın, ötekileştirmenin ötesinde onları apolojik kılmaktadır. Paris’teki mizah dergisine düzenlenen saldırısı sonrasında ¨Gerçek İslam bu değil¨ tartışmaları böyle bir aura doğurmuştur.
"Müslümanlar Batı toplumlarının içerideki ama içselleştiremedikleri ötekileridir…”
İslam’ı ana kaynaklarından öğrenmeyerek medyadan takip ettikleriyle sınırlı zanneden toplumlarda, Müslümanların şiddete dayalı eylemlerinin izlenmesi nasıl bir tasavvur oluşuyor dersiniz?
Öncelikle modern insan kendisiyle ilgili bilgiler dahil olmak üzere başka kurumlar üzerinden öğreniyor veya bu bilgileri bu kurumlara ispat ettirmek durumunda. Örneğin şahit olduğumuz bir olayı başkalarına aktardığımızda doğrulatmak amacıyla hangi medya kanalında, gazete, televizyon veya internet sitesi olduğunu da göstermek durumunda kalıyoruz veya kendimiz bu bilgiyi kaydedip sosyal medyaya sunuyoruz. Böylece, medyanın işlevi adından da anlaşılacağı üzere bizim bilgiye ulaşmamızı sağlamak iken Marshall McLuhan’ın ifadesiyle medya bizatihi mesajın kendisine dönüşmüştür. İslam veya başka bir dini, öğretiyi, fenomeni haliyle de artık öğrenmenin en kısa yolu medyadan devşirdiklerimizdir. Özellikle de ¨kötü haber satar¨ gerçeğinden hareketle şiddet haberleri insanların dikkatini çekmektedir ve bu şiddet bir din ile ilintilendirildiğinde daha ilgi çekici hale gelmektedir. Modern insan öte yandan sadece kariyeriyle ve belki birkaç hobisiyle ilgili yoğun uzmanlığı artarken neredeyse hayatın diğer alanlarıyla ilgili yüzeysel bilgiye sahip olmayı yeğlemektedir. HerbertMarcuse’un ¨tek boyutlu adam¨dan kastettiği de kısmen budur. Medyanın işlevi de bu yüzeysel bilgiyi sunmak için vardır. Bundan dolayı medyayı da modern insanı günah keçisine dönüştürmeye gerek yok. Gün geçtikçe spesifikleşen bilgi alanlarından insanlar işlerini sürdürebilmek için dar alanlarda uzmanlaşmaya mahkumdurlar. Haliyle de kimseden izlediği bir haberi detaylıca anlamak için ana kaynaklara gitmesini beklemek oldukça beyhudedir. Öte yandan, sözkonusu İslam’ın Batı toplumlarındaki medya üzerinden tasavvuru ise, medya sadece bilgi kaynaklarından biri olurken bu toplumlardaki Müslümanların Batı toplumlarındaki genel tasavvuru da bunda etkilidir. İster bunu toplumsal hafıza bakımından Haçlı seferlerine kadar götürün isterseniz de bu toplumlara sömürgelerden veya ucuz işgücü olarak gelen Müslümanlar üzerinden olsun zaten genel anlamda negatif bir algı hakimdir. Kısacası, Müslümanlar Batı toplumlarının içerideki ama içselleştiremedikleri ötekileridir. 11 Eylül bugün de devam eden sonuçları bakımından bu algıyı daha da taşlaştırmıştır. Bir de meseleye şu açıdan bakmakta fayda var, Myanmar’daki Müslümanlara yönelik katliamlarda veya Hindistan’da Müslümanlara yönelik şiddet eylemlerinde Müslüman toplumlarda Budizm ve Hinduizm’i ana kaynaklarından öğrenmek için bir genel bir talebe dönüşmeyip bu eylemleri protesto etmek ağır bastıysa şu anki Müslümanlara dair gelişen şiddet merkezli tasavvur da farklı değildir.
"Müslümanları şiddetle özdeşleştirmenin medya açısından tecimsel bir değeri var." Bu görüntülerin sıklıkla aktarılması, yaygınlaştırılması İslam’ı ve Müslümanları şiddetle özdeş görme biçimini meşru kılar mı?
El-cevap: Hayır. Fakat bu olumsuzlama da kendi meşruiyetini üretmek durumundadır ve bu meşruiyeti şunun üzerine bina ediyorum; sadece İslam ve Müslümanları şiddetle özdeşleştirmek değil şiddetin bizatihi sıklıkla aktarılması şiddeti normalleştirmektedir. Asıl akılda tutulması gereken şiddet görüntüleri tacirliği yapanların böyle bir meşruiyet arayışları sözkonusu mu? Eğer böyle bir arayış olsaydı video oyunlarından tutun da reklamlara ve haberlerin ekseriyetinin bir üçüncü sayfa olarak haberi verilmemesi gerekirdi. Şiddet, insanoğlunun yekdiğeriyle beraber yaşaması yani bir toplum haline gelebilmesi için rehabilite etmek, rafine etmek durumunda olduğu kronik bir sorun. İşte benim de söylemeye çalıştığım şiddetin normalleşmesi şiddeti tecime elverişli kılıyor ve bu görüntüleri bu kadar yoğunlukta yayınlanması ise alıcısı olduğu sürece devam edeceğinden aslında kapitalist bir meşruiyete zaten sahip. Bundan dolayı da İslam ve Müslümanları şiddetle özdeşleştirmenin zaten içkin bir meşruiyeti var, ne kadar çok bu tür haberlere talep olursa o kadar çok reklam geliri anlamına geliyor.
“Şiddet görüntüleriyle eğer bir algı operasyonu yapılmak isteniyorsa, bu görüntüleri sunanlar dışında hiç kimse kazanamayacaktır.” Nihayetinde, şiddet içerikli görüntülerin paylaşılmasında bir hedef, bir algı oluşturma çabası var. Kim kazanır bundan? Kime yarar, kime kaybettirir?
Eğer dediğiniz gibi bir algı operasyonuna binaen ise cevap zaten soruda gizli bu görüntüleri sunanlar kazanacaktır ve kazananların dışında kalan herkes kaybedecektir. Zira şiddetin normalleşmesi kendilerine şiddet uygulandığını düşünenlerin de karşı şiddet üretmesini kolaylaştıracağından bir şiddet sarmalının hepimizi beklediğini düşünebiliriz. Devletin Weberyen anlamda ¨şiddetin meşru tekeli¨ olmasının sonuna gelindiğinde ise herkesin devlet olmasıyla sonuçlanacağından bir nevi Hobbes’un bahsettiği herkesin herkesle savaş halinde olduğu bir doğa durumu oluşacaktır ki bu kimsenin yararına olmayacaktır. İslam ve Müslümanlara yönelik şiddet görüntülerinin artışı ise onları dışlamanın, ötekileştirmenin ötesinde onları apolojik kılmaktadır. Paris’teki mizah dergisine düzenlenen saldırısı sonrasında ¨Gerçek İslam bu değil¨ tartışmaları böyle bir aura doğurmuştur.