İş Bankası Kültür Yayınları, 21. Yüzyıl Kitaplığı adlı dizinin manifestosunda çevre kirliliğinden göç meselelerine, sansürden gözetime, öjenizmden insan özgürlüğüne pek çok konuyu ele alacağını vadetmiş ve bu kapsamda “Bir Like’ın Ucuna Yolculuk Dijital Cehennem” adlı eseri 2022 ve 2023 yılında iki kere basmış. Tek kelimeyle tebrikler. Zira Covid-19’la birlikte iyice hormonlanan “dijital heveskârlık” daha sağduyulu ve eleştirel bir yaklaşımı fazlasıyla hak ediyor.
Dijital Cehennem’in önsözden; araştırmacı bir gazetecinin iki yıllık dikkatli araştırma, inceleme, uzman mülakatları ve seyahatlerinden hasıl olan notlarını iyi bir tasnif ve tanzimle kitaba dönüştürdüğü anlaşılıyor. Kitabı okudukça ‘çok şükür araştırmacı gazetecilik diye bir şey hala var ve bir yerlerde yaşanıyor’ diyerek teselli buluyorsunuz. Kitabın çeviri sürecinde de aynı titiz emeğin korunduğu hissi; akıcı Türkçesi, kapağı, kâğıt tercihi ve şık tasarımıyla kendini belli ediyor. Daha kolay okunabilmesi için yazı karakteri ve büyüklüğü yeniden değerlendirilebilir. Metalürji, ekoloji ve bilişim teknolojilerine dair pek çok teknik kavram ve açıklama ihtiva etmesine rağmen 250 sayfayı aşkın kitabı heyecanlı bir haber dizisi gibi okuyorsunuz.
Kitap; giriş, on ana bölüm, sonuç[1], teşekkür, kaynakça, ekler[2] ve dizinden oluşan iskeletiyle oldukça anlaşılır bir çatı üzerine kurulmuş. Odaklandığı noktaları, ilgi çekici araştırma rapor ve istatistikleriyle zaman zaman uzmanlarla yapılan mülakat ve kamuya açık haberlerle beslemiş.
Yazar, 2 Ekim 1971’de Ray Tomlinson’un ilettiği ilk mail’in buharlı lokomotifin icadı gibi özel bir değer taşıdığını, artık teknolojinin farklı bir evreye geçtiğini ifade ediyor. Bu yeni teknoloji tarzı bazı dilemmaları besliyor. Örneğin çevreciler, protesto organizasyonları için genelde sosyal medya ve smart telefonları kullanırlar. Oysa şimdilerde sadece bir telefonda elli dört farklı element kullanılmaktadır. Dünya genelinde tüketilen elektrik enerjisinin %10’unu sosyal medya devleriyle içi içe olan data centerler harcamaktadır. Dijital teknolojilerin harcadığı su ve elektrik gibi enerjilerin her geçen gün daha da artacağı öngörülmektedir. Smart aygıtların tamamında kullanılması zorunlu olan bir ‘çip’ için Çin/Afrika köylüleri neler çekmektedir.
Afrika’nın aynı zamanda dijital/elektronik çöplüğe dönüştürülmesi sizce de rahatsız edici değil midir? Ortalama bir insan son yirmi yılda kaç tane cep telefonu eskitmiş, değiştirmiştir? İsraf mı dediniz? Büyük veri merkezlerinde ihtiyaten tutulan jeneratör ve alternatif zombi cihazlar[3] ve daha neler neler… İşyerlerinizden hatta evinizden örnek verin, lütfen. Kaç tane elektronik cihazı hakikaten kullanılamaz hale geldiği için değiştirdiniz? Ve kaç tanesi hala çalışırken âtıl hale geldi? Sahi şu meşhur geri dönüşüm efsanesinin dijital ve/veya elektronik cihazlara dokunabildiğini göreniniz oldu mu? Şu meşhur şarkıdaki gibi ‘eskidiyse at gitsin’…
Hızlı, basit, eğlenceli bir dünya için neleri feda ettiğimizi düşünmek gerekmez mi? İnsan niye her şeyin 7/24 always on (açık ve çalışır vaziyette) olmasını ister? Ve bunun maliyeti nedir? Çip üretim merkezlerinde çalışanların keşiş/ruhban gibi bir çeşit uzlet/hapis hayatı yaşadığı, nadir element çıkarma işçisi Çin ve Afrika köylülerinin zorlu yaşamları ve küresel ısınma gibi başlıklar aklınıza/kalbinize düşsün yeter. Bir insanın dijital atıklarının ortalama 38 kilo olduğu söyleniyor, kitapta. Ölçümün doğru ve tutarlı olması ayrı ama bu çöpler nerede, nasıl dönüşüme tabi tutulur?
Dijital dünyanın büyüdükçe büyüyen veri/data savaşlarını GAFAM (Google, Amazon, Facebook, Apple ve Microsoft) mı yoksa BATX (Baidu, Alibaba, Tencent ve Xiaomi) mi kazanacak? Yani Amerika mı, Çin mi? Kediye annen mi baban mı daha iyi diye sormuşlar o da iki kere miyavlamış. Siz ne der, yapardınız?
Veri savaşı derken küresel şirketler en alakasız şeyleri bile toparlama ve saklama gereği duyar, acaba niye? Veri merkezlerinden[4] sadece birinin binlerce dönüm arazi üzerine kurulu olduğu düşünülürse buraların Amsterdam, İsveç gibi Avrupalı ülkelerin belediyelerini bile dize getirecek kadar güçlü şirketler eliyle oluşturulan mimarisi sevimsiz, ekolojisi berbat denecek kadar kirli ve asayiş bakımından dokunulmaz/giz(em)li binalar olması hiç dikkat çekmez mi? Nerede kaldı dijital sanatlar ve daha yaşanabilir bir dünya hayalleri? Dijital oligarkların PR guruları, buna da çözüm bulmuşlar. Veri işlem merkezi gibi binalara dair mimari proje yarışmaları düzenliyorlarmış. Söz konusu yarışmalardan birinde; verileri şapel mimarisi içinde saklayan proje ödül almaya hak kazanmış. Ne kadar ironik değil mi? Dataizmin alternatif bir ‘din’ olma şayiası boş değilmiş.
Küresel ölçekli veri merkezleri ve dijital tröstler yenilenebilir enerji vurguları yaparak popülerliklerini ve itibarlarını korurlar. Bir taraftan da kendilerine en uygun, karlı mekanları seçerek yeni veri merkezleri oluşturmayı ihmal etmezler. Bu süreçlerde istenmeyen durumlar ve protestolar olduğunda yerel taşeronlarla kendilerini maskelemeyi de ustaca başarırlar. Ama orta ölçekli bir ‘data center’ 120 bin nüfuslu bir şehir kadar elektrik harcar. İklimlendirme/soğutma sistemleri için harcanan su aynı ölçekteki bir şehrin ihtiyacına denk gelir. İyi de bütün bunlar kimin umurunda. Akıntıya kürek çekmeye ne hacet, önemli olan sekme etkisi ve kaydırmanın hazzıyla kolay ve hızlı yaşamak diyorsanız, yapacak bir şey yok. Bu tanıtımı da kitabı da okuma zahmetine katlanmayın, lütfen.
Ama Wikileaks, J. Asange ve E. Snovden gibi isimler etrafındaki çağrışımlar, sosyal medyanın turuncu devrimleri ve Amerika’daki son seçimlerle Facebook verilerinin pazarlandığı iddiasına dair haberler kulağınıza çalınmıştır. Her geçen gün biraz daha dijitalleşen dünyada; özgürlüğü, iradesi, tercihleri, yönetişim ve mahremiyet hakları bakımından kutsallığını/saygınlığını kaybeden insanoğlu neye sahip/hâkim kalacak? Bunun bir adım ötesi daha da garip bir duruma yol açmayacak mı? İnsanlığın nizam, intizam, gözetim ve özgürlüğü dijital oligarkların mı yoksa ulus devletlerin mi engin merhametine (!) terkedilsin? Yoksa bahsi geçen kedi iki kere daha mı miyavlasın?
Yurdum insanı sosyal medyada gönlünce scrolleme yapabilsin, oyun oynasın yahut kedi videoları seyrederek mutlu ve bağımlı olsun diye deniz ve okyanusları 1.2 milyon km kabloyla donatıldığını biliyor muydunuz? Çin’le Batı’nın denizlere/balıklara kablo bağışlama (?) yarışına girdiğini ehlinden duymak heyecandan çok korku ve kaygı gibi şeyler hissettiriyor. Buna ek olarak Çin’in dijital İpekyolu projesi için 79 milyar doları gözden çıkararak ekonomi ve güvenlik odaklı yeni bir plana girişmesi yazarın da okurun da ilgi ve şaşkınlığını cezbediyor. İnternet, borsa, blokchain ve (siber) güvenlik denklemine oturan deniz ve ulus-aşırı kablolama/uydulama/depolama yarışının ürettiği yeni bir jeopolitiğin doğduğunu görmek insanda mağaraya göç etme ya da taş devrine dönme his ve hevesine sebep oluyor. Ama nafile. Uydu ve GPS gibi imkanlarla mağaralar zaten gözetleniyor. Dronelar endüstriyel tarımdan çok vekalet savaşlarında kullanılıyor.
Yazar dijital dünyanın reklamı yapıldığı kadar iyi ve temiz olmadığını söylemekle beraber sürecin artık kaçınılmaz bir hal aldığını da kabul ediyor. Bu süreçlerde internet kuramcıları, reklamcı, tasarımcı, mühendis ve son kullanıcılar; durumlarına uygun ölçüde sorumludur, demeyi de ihmal etmiyor. Mesela son kullanıcıların hiç değilse bir çeşit dijital diyet uygulayarak daha bilinçli hareket etmesini öğütlüyor. Tayvan uygulamasına bakarak belli yaşın altıdakilerin/küçüklerin dijital ekranlara maruz kalması durumunda ebeveynlere ceza uygulanması düşünülebilir mi, diye kamu otoritelerinin kulağına bir şeyler fısıldıyor.
Yapay zekâ, otonom araçlar ve dijitalleşmenin diğer bütün unsurları daha fazla kaynak harcamak demektir. İnsanlığın hiç ihtiyaç duymayacağı ölçüde büyük dijital yatırımlara gerek var mı? Bu esnada yapılan iş ve işlemlerin insanın huzuru ve devletin güvenliği açısından denetlenmesi gerekmez mi? Yazara göre Fransa tek başına; bu uzun fiber kablolardan akan bilgi/veri akışını ve devasa veri işlem merkezlerini denetleme güç ve imkanından yoksun olduğunu için AB’nin devreye girmesi gerekiyor. Fransa’nın bile gücü yetmeyen denetime, hangi ülkelerin ne ölçüde gücü yeter? Hakikaten, düşünmek gerekir. Bant genişliği, firewallar ve olası diğer insani seçenekler…
Yazının bu noktasına kadar gelebildiyseniz kitabın/yazarın/çevirmenin konuğu olmanızda yarar var demektir. Zira kitabı okuduktan sonra aklımda kalan bazı hususları zihnimde oluşan çağrışımlarıyla yazıya dökünce işbu metin ortaya çıkmıştır. Karar sizin…
[1] Burada eski bir teknoloji fuarından hareketle Geleceğin Caddesi ismini kullanarak bir çeşit öngörü özeti sunmuş.
[2] 14 ayrı ek’te 60 saniyede internette neler yapıldığından bir mb işlemin kaç bardak suya denk geldiğine küresel kablolama haritalarından bir telefonun içerdiği maden sayısına pek çok bilgi bir tablo/grafikte verilmiş.
[3] Örneğin Google dijital veri işlem merkezleri her şeyin en az altı kopyasını alırmış. Her an açık ve çalışır halde kalmak için her veri ve sistemin birkaç alternatifli yedeği olmak zorundaymış. Aksi durum cehennem olurmuş.
[4] Veri merkezlerine ilişkin bir harita kitabın ekleri arasında yer alıyor