Daha önce Mustafa Merter’in “Dokuz Yüz Katlı İnsan” ve “Nefs Psikolojisi” adlı eserlerini okumuştum. Bu eserlerindeki hâkim düşünceyi; kadim tasavvufi birikimimiz ve çağdaş sosyal bilimler, özellikle psikolojiyi cem etme yahut modern verileri klasik mirasımızla tartarak yarınlara ışık tutma gayreti, şeklinde özetleyebilirim. Sa’yi meşkur olsun. Ancak her nasılsa “Hekaton’la Son Tango” sözünü ettiğim çerçeveyi aşan, daha somut, pratik, can yakıcı, bir o kadar da acil ve çözüm bekleyen sorunlara değiniyor. Tabii eserin daha popüler konulara eğilmesi ve reklama dönük bir başlık taşıması da dikkatten kaçmıyor.
Dört bölümden oluşan eserin ilk bölümü “aileyi ifsad etme ve insanlığı yeniden yapılandırma projesi”nin küresel ana cephelerini, ikinci bölümüyse komuta kademelerini anlatıyor. Üçüncü bölümdeki genel değerlendirmelerden sonra Merter, alternatif cephe ve önlemlerden söz açıyor ve eserini sonuç yazısıyla hitama erdiriyor.
Eser meslekten iletişimci olmayan ama medya, fıtrat, din, insan, aile, toplum, tarih, kültür ve gelecek gibi konulara dair ilgi, kaygı ve idealleri olan birinin medya okuryazarlığı tavsiyeleri olarak değerlendirilebilir. Aynı şekilde eser sorumlu bir psikiyatrın/psikoloğun küresel düzeyde yanlışlarla savrulan aile, insan ve fıtrat üzerine histeriye dönüşen uyarıları olarak da okunabilir.
Yazar; ısrar, dikkat, rikkat ve olabilecek en uygun genellemelerle ekran-insan ilişkisi, insanımızın kovansiyonel ve yeni medya aracılığıyla nelere maruz kaldığı ve bütün bu ifsad süreçlerinin sonuçlarıyla ilgilenmek gerektiğinin altını çiziyor. Muhtemelen danışanlarından ve Avrupa’dan gördüğü ama kitabına derç etmediği, olumsuz sonuçların manevi baskısıyla ihtar etmekle kalmıyor, haykırıyor. Uçurumdan önceki son yol ayrımında olduğumuzu; nefes nefese, çığlık çığlığa bir dil ve üslupla hissettiriyor.
Yukarıda bazı kavramsal alıntılarla çatısını ve mefhumunu tanıtmaya çalıştığımız eser; Harari gibi meşhur kişi ve Davos gibi kerameti ulusları aşan yönlerinden menkul kurumlara ek olarak küresel(ci) ve siyonist akımlar hakkında da kısa ama önemli bilgiler vermeyi, eş zamanlı olarak, başarıyor. Bu bağlamda naklettiği istatistikler, ulusal ve ulusları aşan organizasyon, akım ve aktörler; yer yer okuyucuya parmak ısırtıyor.
Mustafa Merter bu eserinde ‘tevhit kırılması’ndan sonra türeyen ‘abraksas medeniyeti’nin ‘materyalist mehdi’leri yahut ‘kabiliyetli azınlık’ marifetiyle üretilmiş şeytani hileler ve ‘enformasyon tekeli’ hakkında somut bir bilgilendirme yapıyor. Bu küresel(ci) tuzağın kadim eğitim sistemi, erkek-kadın tasavvuru ve baba otoritesini berhava ettikten sonra ‘toplumsal cinsiyet’ teraneleriyle eşcinselliği önce normalleştirmek ardından koruma altına alarak popüler hale getirmek konusundaki örgütlü gayret, söylem ve eylemlerini örneklendiriyor.
Bu kapsamda doksanlı yıllarda yayınlanan Filedelfia gibi sinema filmlerinden yeni nesil TV yapımlarına, Netfilix’ten Disney grubuna nihayetinde sosyal medyanın patolojik dehlizlerine kadar yayılmış örnekler veriyor. “Deccal cebinizde” diye ironik bir çığlık atıyor.
Bu konular arasında ansızın İstanbul Sözleşmesiyle yüzleşirken yurdum insanı sıcaklığında, etkileyici bir hatıra okuyorsunuz. Zira sözleşmenin mecliste görüşülmesi öncesinde dönemin Meclis Başkanı’yla yaptığı görüşmenin sonuca hiçbir etkisi olmadığını ifade ediyor. Görüşme trafiğindeki gecikme ve kusurlar da cabası. Doğal olarak yazarla birlikte okur da hayıflanıyor, üzülüyor. Neyse ki bu meşum sözleşme iptal edildi.
Merter, çağdaş dünyanın yeni dijital imkanlarını da bu yönleriyle ele alırken m-Meta grubundan Alfabet’e Holywood’dan Tiktok’a bütün alanların nasıl da bu ifsad projesiyle kirletildiğini vurguluyor. Yer yer ilgili büyük yapı ve aktörlerin iç kavga ve çelişkilerine de değiniyor. Elon Musk ve Trump gibi birkaç ayrık otunun da bahse konu tekeli zayıflatmaya yetmediğini örnekleriyle ortaya koyuyor. Bu kapsamda Çin ve Rusya’dan naklettiği örnekler özel bir anlam kazanıyor. Yerli ve yetkin alternatifler üretmek, fıtratımızı ve ailemizi korumak için cesaret veriyor.
Yazar’a göre ‘Toplumsal Cinsiyet’ kavramı üzerinden medya, sağlık, reel-politik ve hukuk gibi alanlarda yapılan operasyonların adeta küresel kültürü domine ettiğini anlamak yetmiyor. Bu alanlarda stratejik ve sürdürülebilir bir eylem planı oluşturmak ve uygulamak da gerekiyor. Bunun için getirdiği bir dizi somut önerileri var.
İşte onlardan bazıları: Gelecek gözlem ofisi kurmak, nefs psikolojisi merkezi oluşturmak, subliminal mesajlarıyla birlikte yazılı ve görsel enformasyon denetim sistemi kurmak, internet için ‘hilal wall’ filtre sistemi oluşturmak, reklam ve moda akımlarını denetlemek/düzenlemek, bireysel bilinçlenmenin güçlendirilmesi yönünde çalışmalar yapmak ve ‘yüksek sosyal stratejik araştırmalar’ kurumu teşekkül ettirmek gibi…
Eser üç yüz sayfaya yaklaşan hacmine rağmen; dil, üslup, yazı karakteri, kâğıt kalitesi, tasarım ve editöryal başarısıyla hızlı ve kolay okunabiliyor. Birkaç imla/yazım hatası olsa da okur dikkati asla dağılmıyor. Keşke kitabın sonuna bir index ve kaynakça konulmuş olsaydı, demeden edemiyor, insan. Sonuç olarak Hekaton’un kimliği ve neliğini merak edenler kitabı okuyabilirler. Çünkü bahsedile gelen aile, insan, baba, anne, medya, eğitim gibi alanların tamamında etkisi olan bir şeyi tanımaktır, Hekaton’u tanımak.