Yıl 1982.
Türkiye’nin önemli iletişimcilerinden Aysel Aziz, o yıl yayınlanan “Toplumsallaşma ve Kitlesel İletişim” başlıklı kitabında, kırsal kesimde dinsel tutumlarla radyo ve televizyon izleme arasındaki ilişkiyi şöyle aktarıyor:
“Radyo ve televizyon izlemeyle, namaz kılma arasındaki ilişkiler oldukça anlamlıdır. Özellikle, televizyon izleyenler ile izlemeyenler arasında namaz kılma yönünden önemli oranda fark vardır. Televizyon izleyenlerin ancak % 27’si sürekli namaz kılarken, bu oran televizyon izlemeyenlerde % 78’e çıkmaktadır. Burada, dinsel inançları çok güçlü olan kırsal kesimdeki bireyin, televizyonu (günahtır) düşüncesiyle izlememesi de önemli bir etkendir. Böylece dinsel inançları güçlü olanların, sürekli namaz kılanların, bu inançlarının etkisinde kalarak televizyon izlemedikleri ya da televizyon izlemeyenlerin bir kesimini dinsel inançları güçlü olanların oluşturduğu söylenebilir.”
Yıl 2014...
Diyanet’in TÜİK’e yaptırdığı “Türkiye’de Dinî Hayat Araştırması” bu durumun bir hayli değiştiğini gösteriyor. Araştırmaya göre kırsal kesimde yaşayan dindar bireyler, TV ve radyo programlarını, “dinî bilgilerini geliştirmek” için önemli bir kaynak görüyor.
30 küsur yıllık zaman diliminde sadece kırsal kesimdeki dindarların yaşamında görülen bu dönüşüm, medyanın dindarların hayatında nasıl bir yere geldiğini/yükseldiğini açık bir biçimde ortaya koyuyor. Bir yanda, televizyondan “günah” endişesiyle çekinen bir toplum, diğer yanda televizyonu “dini bilgi kaynağı” olarak gören bir toplum…
Konuyu kentte yaşayan açısından düşündüğümüzde dönüşümün daha hızlı ve yaygın olduğunu söylemek de pekâlâ mümkün. Bunun ne önemi var?
Kitle iletişim araçları, belirli kültürel kodlarla birlikte hayatımıza eklemlenir ve bazı değişim-dönüşümlere zemin hazırlar. Medya ve din açısından bakıldığında bu durum, medyatik bir din algısının toplumda yer bulması anlamı taşır. Bunu, bireysel hayatımıza baktığımızda da rahatlıkla görebiliriz. Örneğin, iftar vaktinde, sofranın başında bulunduğumuz anı, dua ederek mi değerlendiriyoruz, yoksa televizyondaki dini temalı programa adapte olmuş bir vaziyette mi bekliyoruz?
Sahi, 1975 yılında TV’de ilk iftar programı (aynı zamanda ilk dini program) yayınlanana kadar, iftar sofralarında neler yapılırdı, iftara en yakın dakikalar nasıl değerlendirilirdi? Bugün nasıl değerlendiriliyor?
İlginç bir görünüm, akıllı telefonlar vasıtasıyla, sahur vakitlerinde de online olmaktan kurtulamayışımızda ortaya çıkıyor.
İftar vakitlerimizi nasıl televizyonun metinleriyle doldurmaya başladıysak, sahurlarımızı da sosyal ağlarda, sanal cemaatin bir müridi olarak yaşama azmindeyiz. Evvela, türlü tepkilere rağmen yediğimiz-içtiğimizi sosyal ağlarda paylaşırken, şimdilerde “bu sahur da böyle” gibi tuhaf dipnotlarla soframızı sanal dünya ile paylaşıyoruz. Öyle ya, önceden sofrayı paylaşmak ile kastedilen anlam ile bugünkü anlam birbirinden farklı. Kavramlara ilişkin algılarımız da büyük bir değişime uğramış olmalı! Gayemiz, teknolojik kötümserlik yapmak değil, dindarlık anlayışımızdaki değişimin medya boyutunu kısaca belirtebilmektir.
Sanal evrene, medyatik dünyaya tamamen teslim olmuş da değiliz. Şöyle ki, dijital dünyada dinî temalı pek çok uygulama bulunuyor. Bu uygulamalar, en fazla “indirilen” uygulamalar arasında yer alıyor. Peki, insanlar bu uygulamayı indirdikten sonra ne kadar kullanıyor veya faydalanıyor? İstanbul’da düzenlenen Dijital Dinî Yayıncılık toplantısında Işık Önder, dini temalı e-kitapların başından sonuna kadar okunma oranlarının oldukça düşük olduğunu ifade etmişti. Merak ediyorum. Aynı husus “Kur’an Uygulamaları” için geçerli midir? Bu Ramazan boyunca 49 bin 242 camide mukabele okunacakmış (www.diyanet.gov.tr). Bilindiği üzere mukabelelerde, hoca her gün bir cüz okuyor ve cemaat okunan cüzü yüzünden takip ediyor. Bir camide en az 5 kişinin mukabeleye katıldığını farz edelim. Buna göre Türkiye’de sadece camilerde en az 246 bin 210 kişi Ramazan ayında Kur’an’ı baştan sona dinleyecek, okuyacak. Peki, “Kur’an uygulamaları” ile mukabele yapabilen kaç kişi vardır acaba? Mihrabın aydınlığında dinlenen, okunan Kur’an; dijital aygıtlardan ne kadar dinlenebilir/okunabilir?
Çok önemli analizler. Teşekkürler...